Haberler
BBC

İngiltere'de erken seçim, Thatcher sonrası en radikal ekonomik dönüşüme yol açabilir mi?

Güncelleme:
Abone Ol

İngiltere'de 12 Aralık'ta son 4 yılda 3. kez genel seçim yapılacak.

İngiltere'de 12 Aralık'ta son 4 yılda 3. kez genel seçim yapılacak. Olası sonuçlara ilişkin anlamlı bir öngörüde bulunmak şimdilik çok zor. Ancak şurası kesin: Erken genel seçim ülkenin ekonomik modelinin geleceği açısından, Margaret Thatcher döneminden (1979-1990) bu yana en kritik dönüşümleri yaratmaya aday.

Siyasi partiler, bu seçim dönemine yalnızca İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılma süreci (Brexit), "Parlamento'nun kararları mı, 2016'daki referandum mu daha önemliydi?" gibi son derecede önemli konularda değil, kendi içlerinde de önemli kırılmalarla girmişlerdi.

2019 başında ana muhalefetteki İşçi Partisi'nden 7 milletvekili partilerinden ayrıldı ve Liberal Demokrat Parti'ye geçti.

Daha sonra iktidardaki Muhafazakar Parti'den 21 milletvekili, Parlamento'da hükümetlerine karşı oy kullandıkları için partilerinden ihraç edildi. Bunlardan bir kısmı önce bir bağımsızlar bloğu oluşturdu, sonra da Liberal Demokrat Parti'ye geçti.

Bu akışkanlık seçim kampanyası başladıktan sonra da devam etti. Gordon Brown başbakanken (2007-2010), ona özel danışman olarak hizmet etmiş, sonra da İşçi Partisi'nden ayrılmış eski milletvekili Ian Austin, bu kez seçimde Muhafazakar Parti'ye oy vereceğini açıkladı. Austin, İşçi Partisi seçmeninden partinin lideri Jeremy Corbyn'e oy vermemelerini istedi.

Aynı günlerde, İşçi Partisi'nin, sol kanadıyla arasında ciddi görüş ayrılıkları olduğu bilinen Genel Başkan Yardımcısı Tom Watson görevinden istifa ederek siyasetten çekildi. "Seçimlerde parti için çalışacağım" diyen Watson'un Corbyn'e başarılar dilememiş olması ise dikkat çekiciydi.

Muhafazakar Parti kanadında da ilginç gelişmeler var. Partiden ihraç edilen milletvekili David Gauke, partisinin tek başına iktidara gelmesinin ülke için zararlı olacağına inandığını, seçim bölgesinde Muhafazakar Parti'ye karşı bağımsız aday olacağını açıkladı. ITV Televizyonu'nun aktardığına göre eski başbakan Tony Blair'in ünlü basın danışmanı, birçok açıdan onun 1997 ve 2001'deki ilk iki seçim zaferinin mimarı Alastair Campbell, Gauke'nin seçim kampanyasını yönetecekmiş.

David Cameron döneminde Hukuk İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı olan, bu yıl Muhafazakar Parti'den ihraç edilen milletvekillerinden Brexit karşıtı Dominic Grieve, bir dizi açıklamayla, seçmenden Başbakan Boris Johnson'a değil, Liberal Demokrat Parti'ye oy vermelerini istedi. Ayrıca Corbyn'in Johnson'dan daha güvenilir olduğunu savundu.

Liberal Demokrat Parti'nin bir adayı da seçim bölgesi Canterbury'de oyları bölmemek için İşçi Partisi adayı lehine çekildi.





Brexit Partisi lideri Nigel Farage, "Boris Johnson'ın Brexit anlaşması AB'de kalmaktan farksızdır" dedikten kısa süre sonra "U dönüşüyle" Muhafazakar Parti'ye bir Brexit ittifakı önerdi. Boris Johnson, partisinin "ılımlı" kanadını yabancılaştırmamak ve partinin aşırı sağa kaymakta olduğuna ilişkin algıyı güçlendirmemek için bu öneriyi geri çevirdi. Önerisi reddedilince, Farage bu kez tek taraflı olarak, Muhafazakar Parti"nin kazanma şansı yüksek seçim bölgelerinde, oyları bölmemek için, aday göstermeyeceğini açıkladı.

Ancak Farage'ın bu tavrı, hem partinin harçlarını ödemiş, kampanya malzemelerini bastırmış adaylarının tepkisini çekiyor, hem de partilerin oy oranları birbirine çok yakın olan "marjinal" bölgelerde Muhafazakar Parti'nin adayının şansını azaltıyor. Farage, buralarda esas olarak İşçi Partisi'nden oy alacağını iddia etse de kamuoyu yoklamaları başka yönde sinyaller veriyor. Bu nedenle olsa gerek, Muhafazakar Parti'nin, Brexit Partisi'nin bu adaylarına da çekilmeleri için baskı yaptığı, hatta Lordlar Kamarası üyeliği teklif ettiği, Farage'ın suçlamalarının da katkısıyla, konuşulmaya başlandı. Polis bu konuşmaları ihbar kabul ederek, söylentileri rüşvet teklifi kategorisine koyarak bir soruşturma başlattı.





Rusya bağla n tısı iddiaları

Bu sırada muhafazakar The Times gazetesi, Johnson'un başdanışmanı Dominic Cummings'in Oxford Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Rusya'ya gittiğini, birkaç yıl orada çalıştığını, bu sırada istihbarat çevrelerinin ilgisini çektiğine ilişkin söylentiler olduğunu haberleştiriyordu.

Bu söylentiler medyada gündeme gelirken, Cummings'in kritik bir rol oynadığı 2016'daki Brexit referandumunun sonuçlarında Rusya'nın olası rolünü araştıran çalışma tamamlanmış ve sonuçlarını içeren bir rapor hükümete verilmişti ama Johnson raporu açıklamamakta ısrar ediyordu. Raporda yazılanları bilen ancak açıklayamayan Dominic Grieve, bunun tamamen siyasi bir karar olduğunu söylüyor.

Brexit süreci ile Rusya bağlantısı, son dönemde yine gündeme geldi. Boris Johnson'ın İngiltere Dışişleri Bakanıyken, Rusya ile ilgili önemli bir NATO toplantısından hemen sonra, son derece sıra dışı ve protokole aykırı bir biçimle, güvenlik ekibini geride bırakarak, bir partiye katılmak üzere İtalya'ya gittiği, o partide milyarder iş adamı, eski bir KGB ajanı olan Alexander Lebedev ile buluştuğu ortaya çıktı. Daha önce ısrarla yalanlanan bu buluşmayı The Observer gazetesi ayrıntılarıyla aktardı.

Seçim bölgesi olan Uxbridge'de Boris Johnson karşıtları protesto yaptı

Etnik gerginlikler

Etnik kimlik konularındaki gerginlikler de belirsizlikleri artırıyor.

İşçi Partisi'ne yönelik "Yahudi düşmanı" suçlamalarında bir azalma yok. Musevi cemaatinin gazetesi Jewish Chronicle, cemaatin dini liderinin "İşçi Partisi'ne oy vermeyin" çağrısını kapak yaptı.





Karşı kampta, Muhafazakar Parti'den Baroness Warsi, partisini, "İslamofobiyi" yeterince ciddiye almamakla suçladı. Bu suçlama, Muhafazakar Parti'nin Avam Kamarası grubu lideri Jacob Rees Mogg'un 2 yıl önce Londra'daki Grenfell yangınında ölenleri "sağduyudan yoksun" olmakla suçlayan gafıyla birleşince, bu partinin ciddi bir ırkçılık sorunu olduğuna ilişkin algıları güçlendiriyordu.

Bu seçim sürecinin bir başka "ilki" de Hindistan kökenli Hindu cemaatin içinde, Keşmir konusundaki tutumundan dolayı İşçi Partisi'ne karşı kampanya yürüten grupların ortaya çıkmasıydı.

Seçmen henüz havaya giremedi

Özetle seçim kampanyasının ilk iki haftası birbirini izleyen sıra dışı gelişmelerin etkisiyle çok fırtınalı ve akışkan bir siyasi ortamda geçti. Ortalık toz duman bile denebilir. Bu belirsizliklerin önümüzdeki haftalarda yerlerini kesin çizgilere bırakmasını beklemek şimdilik gerçekçi görünmüyor.

Bu ortamda seçmenin kafasının iyice karıştığı, seçim havasına girmediği anlaşılıyor. Bir taraftan büyük yağışlar kentlerde su baskınlarına neden oldu, diğer taraftan havalar soğudukça ulusal sağlık sisteminin krizi ağırlaştı.

Financial Times gazetesinde Robert Shrimsley'nin "İngiltere seçimlere duymayan kulağını uzatıyor" başlıklı yazısında, "Seçimlere gittiğimizi fark edebildiniz mi? Bir kamuoyu yoklaması seçmenin yalnızca beşte ikisinin ilk iki haftada bir izlenim edinebildiğini gösteriyor. En çok dikkat çeken konu bile seçmenin yalnızca %5'i tarafından algılanmış" diyordu.

Yine de kimi gelişmeler var.  Örneğin, Muhafazakar Parti'yle, Brexit Partisi arasındaki ittifak çabaları sonuç vermez hatta karşılıklı suçlamalara yol açarken, Brexit karşıtı Liberal Demokrat Parti'nin, Galler'in bağımsızlığını savunan Plaid Cymru Partisi'nin ve Yeşiller'in ittifak yaptıkları bildiriliyor.

Liberal Demokrat Parti, İşçi Partisi'ne karşı çok sert tavır almaya devam ederken, İskoçya Ulusal Partisi'nin ittifak arayışlarına İşçi Partisi kapıyı kapatıyor.

Seçmenin tercihlerinde de bir kıpırdanma gözleniyor. Örneğin, dört hafta önce yapılan kamuoyu yoklamaları Muhafazakar Parti'yi İşçi Partisi'nin 10-15 puan önünde gösteriyordu. Aradaki farkın ikinci haftada 7 puana indiğini gösteren bir kamuoyu yoklaması İşçi Partisi'nin kampanyasının seçmeni etkilemeye başladığını düşündürüyor.





Seçmen kütüklerine son 4 ayda, yaşları 34'ün altında 1 milyon 300 bin yeni seçmen kayıt olmuş. İngiltere'nin AB'de kalmasından yana olan "Remain United" hareketinin kurucusu Gina Miller bu hareketlenmeye iklim krizine ve Brexit'e karşı yükselen dalganın yol açtığına inanıyor.

Kamuoyu yoklamaları da 18-24 yaş arasındaki seçmenin % 73'ünün, 25-34 yaş arası seçmenin % 62'sinin Brexit karşıtı olduğunu, dolayısıyla yeni seçmen dalgasının Muhafazakar Parti'ye yaramayacağını gösteriyor.

Bir modelin sonu

Bu ortamda, seçim sonuçlarına ilişkin sağlıklı bir öngörüde bulunmak çok zor. Ancak, İngiltere'de Thatcher döneminden bu yana, İşçi Partisi hükümetlerince de benimsenmiş, serbest piyasa, özelleştirme, denk bütçe, enflasyonla mücadele ve kemer sıkma olarak özetlenebilecek ekonomik modelin artık sonuna gelindiği rahatlıkla söylenebilir.

The Guardian gazetesinde vurgulandığı gibi, finansal krizden bu yana yaşananlar sol radikal politikalar için uygun bir ortam yarattı. İşçi Partisi'nin, esas olarak ekonomik güçler dengesini çalışanlardan yana değiştirmeyi, ekonomiyi yeniden yapılandırmayı amaçlayan radikal politikaları, parti seçimleri kazansa da kaybetse daha şimdiden siyasi iklimi değiştirdi.

Muhafazakar Parti kamu harcamaları, yatırımlar ve borçlanma niyeti alanlarında İşçi Partisi'yle yarışıyor.





İşçi Partisi çalışma yaşamının dengelerini işçi sınıfından yana radikal biçimde değiştirmeye kararlı olduğunu, en büyük servet sahiplerini daha fazla vergilendireceğini açıkça ilan ediyor. Dahası İşçi Partisi gerektiğinde kamu hizmetlerini devletleştirmekten kaçınmayacağını, örneğin demiryollarında, Ulusal Sağlık Sistemi'nde (NHS) özelleştirmeleri tersine çevireceğini, tüm ülkede herkese ücretsiz "broadband" internet hizmeti sunmak amacıyla British Telecom'un ilgili kimi bölümlerini kamulaştıracağını açıklıyor.

Bu radikal değişiklik olasılığını Financial Times (FT) gazetesi, "Thatcher devrimi tehlike altında" başlığıyla başyazısına taşıdı. FT, Telecom'un kamulaştırılmasının, internet servisinin ücretsiz sunulmasının yanlış olacağını savunuyor. Buna karşılık gazete, özelleştirmenin kimi durumlarda aşırı fiyat artışlarına, aşırı karlara yol açtığını, kimi sanayilerde -örneğin demiryollarında- piyasa yapılarının gözden geçirilmesi, kamu hizmeti veren sektörlerin yakından denetlenmesi gerektiğini kabul etmek zorunda kalıyor.

The Economist dergisi de bu kez seçim sonuçlarının ne kadar öngörülemez olduğunu vurguladıktan sonra, partilere sadakatin çözülmekte olduğuna işaret ediyor, "Yine de bir şey kesin" diyor ve ekliyor:

"Sonunda kim kazanırsa kazansın, Davos Partisi kaybetmiş olacak".

Dergi, "Davos Partisi" olarak nitelendirdiği; serbest piyasadan, küreselleşmeden, özelleştirmelerden yana seçkinler ittifakının, Corbyn'in 2015'te İşçi Partisi lideri seçilmesiyle başlayan dağılma sürecinin daha da hızlanacağına inanıyor.

BBC

İşçi Partisi Aralık Haberler

Bakmadan Geçme

1000
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title