Işid'in Yetim Bıraktığı Hamza: Bana Ne Olacak?
IŞİD, Baghuz'da son savaşa hazırlanırken binlerce kadın, çocuk ve yaralı savaşçı da IŞİD'in kontrolündeki bölgelerden ayrılıp çölde geçici kamplarda tutuluyor.
Hamza Casim el-Ali'nin dünyası küçük ve ürkütücü. Henüz 12 yıllık hayatında Fırat Nehri kıyılarının 40 km ötesinden sonrasını görmemiş.
Irak'ın El Kaim şehrinde başlayan hayat yolculuğu şimdi onu 'IŞİD hilafeti' kabusunun en karanlık merkezine taşıdı. 12 yaşındaki bir çocuğun taşıyamayacağı kadar çok ölüm gördü.
Şimdi ise o küçük dünyasını oluşturan nehrinden uzak, çölde, rüzgarın hırpaladığı bir çadırın içinde, kendisini hiç tanımayan yaşlı bir kadının yanında tek başına oturuyor.
IŞİD kontrolünde yaşamın nasıl olduğunu soruyorum.
"İyiydi" diyor, yine gülümseyerek. "Yemek azdı, su azdı, çok çatışma vardı. Çok ağır çatışmalar vardı."
"Hala IŞİD'i seviyor musun?" diye sorduğumda da "Hayır. Yaptıkları onca şeyden sonra neden seveyim ki" diye yanıtlıyor.
Hamza IŞİD'in yetim bıraktığı çocuklardan biri. Babası örgüte katılıp tüm ailesini de beraberinde taşımış. Babası, beş ay önce IŞİD'e karşı düzenlenen bir hava saldırısında Hamza'nın annesi, kız kardeşleri ve erkek kardeşleriyle beraber ölmüş.
IŞİD'in mağdurları milyonları buluyor. Irak, Suriye ve Libya'da insanlara korku salıp evlerini terk etmeye zorladılar.
Birleşmiş Milletler, IŞİD'in Ezidilere yaptıklarını 'soykırım' olarak tanımlıyor.
Örgüt, yalnızca düşmanlarına değil, kendi çocuklarına da zulüm uyguladı.
Barış anlaşması kapsamında 6 binden fazla kadın, çocuk ve yaralı erkek savaşçılar IŞİD topraklarını terk etti.
IŞİD'in 'yayılmacı hilafet' rüyaları, Bağuz köyü çevresinde zavallı bir kamp alanına sıkıştı.
IŞİD topraklarını terk edenlerin bölgeden ayrıldıktan sonraki ilk durakları bir çöl. Burada toplanan binlerce kişinin kayıtları tutuluyor. Buruk, pis bir havası var buranın. Buraya gelenlerin çoğu hasta, tuvalet ihtiyaçlarını ortada açık havada karşılıyorlar.
Çoğu daha sonra Haseke şehri yakınlarındaki el Havl köyündeki kampa götürülüyor.
Ben çadırda Hamza'yla konuşurken, dışarıda da buruk bir sükünet var. Bugünün 'IŞİD mültecileri' henüz gelmedi. Dün gece gelenler ise, büyükbaş hayvanların taşındığı kamyonlara dolduruldu, uzun çöl yollarından geçip el Havl'a götürülecekler.
Kadın ve çocukların her biri, Kürt kadın savaşçılar tarafından bir bir aranıyor. Ama parmak izlerinin alınıp alınmadığı veya fotoğraflarının çekilip çekilmediği bilinmiyor.
Yaralı erkeklerin ise fotoğrafları çekiliyor, diğer biyometrik verileri toplanıyor sonra da kampa gönderiliyorlar. Ama herhangi bir suç işleyip işlemediklerine dair yapılan soruşturmalar da sınırlı kalıyor.
Kürt savaşçıların bu kişileri ne kadar tutabilecekleri belirsiz. Bazı erkekler, birkaç ay içinde serbest bırakılmayı beklediklerini söylüyor.
İçlerinden biri, Halep'ten olduğunu, bakıcı olarak çalıştığını söyledi. İşlemlerin yapıldığı yerde konuştuğum Halepli, "Gereken gözaltı süresini tamamlayacağım sonra her şeyi arkamda bırakıp gidip ailemle yaşayacağım. Annemle yaşayacağım, benim için en iyisi o" dedi.
Bir diğeri, Ebubekir el Ensari ise hiç pişmanlık duymuyor. "Tüm Müslümanlar bu işin bitmesinden üzüntü duyacak çünkü kendi devletlerinin olmasını kendileri istiyordu. Diğer Müslüman ülkelerde kendi ibadetlerini özgürce yerine getirip özgürce yaşayamayacaklar" diyor.
Her ikisi de Kürtlerin kontrolündeki toplama kampına götürüldü.
Dümdüz çölün ortasında sahipsiz eşyalar buldum: Kamp ateşinde yakılmış, parçalanmış cep telefonları, ikiye bölünmüş USB bellekler...
Fotoğraflar da vardı. Biri izci takımından dört genç kızın fotoğrafı, birinin başı bağlı. Acaba bu fotoğraftaki kızlardan biri de el Havl kampı yolcusu mu?
Kirli bebek bezleri, boş yemek konserve kutuları arasında bir de aile karnesi var. Kosovalı bir aileye ait. Baba, IŞİD'de üst düzey bir görevdeymiş. Ama bu başka bir konu…
Bu terk edilmiş dağınıklığın içinde bir de mühürlenmiş bir bilgisayar hafıza diski var. Üzeri insan dışkısıyla kaplı.
Buradaki kadınların çoğu istedikleri için, talimat verildiği için IŞİD'i terk etmiş. Birçoğu hala eşlerinin kullandığı askeri sırt çantalarını taşıyor.
Düşmanlarının, Kürtlerin ve Batılı koalisyonun, hala kim olduklarına dair bir fikirleri olmasını istiyor gibiler. Türkiye'den, Irak'tan, Çeçenistan'dan, Rusya'dan, Dağıstan'dan kadınlarla konuştum. Bazıları hala, Bağuz'da son savaşı bekleyen eşleriyle bir araya gelmeyi umuyor. Birçoğu hala fanatik.
Mor çerçeveli gözlüğünün ardına sıkışan lekeli peçesiyle konuşan Tunuslu-Kanadalı kadın isminin Umm Yusuf olduğunu söylüyor. Kocası Faslı, öldürülmüş...
Ama Umm Yusuf, IŞİD kontrolündeyken başka bir savaşçıyla evlendirilmiş olabilir. Hiçbir pişmanlık duymadığını, IŞİD'den çok şey öğrendiğini söylüyor:
"Allah bizi sınamak için bunu yaptı. Yemeksiz, parasız, evsiz... Ama şimdi mutluyum, belki bir ara, iki saat içinde içebileceğim bir su göreceğim."
İngiltere ve koalisyon üyesi diğer ülkeler Kürtlerin bu 'IŞİD mültecilerini' tutmaya devam etmesi için baskı yapıyor. Ama Kürtler ise gitmelerini istiyor.
Gece çöldeki alana daha fazla kadın geldi. Bazı çocuklar ağlıyor, bazıları sessiz, etraflarında olan bitene tepkisiz öylece duruyorlar.
Kamera ışıkları yüzlerine çevrilip kendilerine soru sorulduğunda ise, çöl tozu bulaşan suratlarını öne eğip hiçbir şey söylemiyorlar.
Hiçbir merhamet duygusu olmayan bu grup şimdi merhamet arıyor.
Yaklaşık 200 kadın ve çocuğun olduğu karanlıkta Iraklı bir kadın yaklaşıyor yanıma, "Gözünün önündeki çocukları görmüyor musun?" diyor:
"Acılarını hissedemiyor musun? Bombalarla paramparça olan yaşlı kadınların, yaşlı erkeklerin acısını hissedemiyor musun? ya hava saldırılarında ölen çocuklarınkini? Sen bir insansın. Biz de insanız. Benim acımı hissedemiyor musun kardeşim?"
Kalabalığın ortasında bir de sağlık merkezi var. Free Burma Rangers adlı bir yadım kuruluşu tarafından idare ediliyor.
Doktorlarından biri Kaliforniyalı Paul Brady. IŞİD'den gelenlerin sayısı arttıkça, tedavi ettikleri yaraların da değiştiğini söylüyor:
"Yaklaşık 10 gün önce, kurşun izine benzeyen yaralar görüyorduk. Kaçtıkları için vurulduklarını söylüyorlardı. Ama artık bu yaraları çok görmüyoruz. Şimdiki yaralar biraz daha eski gibi, hava saldırıları ve havan topu saldırılarından kaynaklı gibi.
"Yaralıların olduğu yerde dolaştığınızda çok kötü bir koku geliyor... tedavi edilmemiş olan bu yaralar zamanla çürümüşler."
Zamanla bu insan akışı da zayıflayacak. Sonra da Bağuz'da son bir savaş yaşanması bekleniyor. Çölde konuştuklarımız Bağuz'da hala binlerce IŞİD savaşçısı olduğunu söylüyor.
IŞİD'in yetim bıraktığı Hamza ise yaklaşık beş hafta önce bir mayına basarak yaralanmış. Kırılan bacağının şimdi çok daha iyi durumda olduğunu söylüyor.
Ben tam gitmeye hazırlanırken beni durdurup bir şey sormaya hazırlanarak yüzüme bakıyor, bu sefer o sıcak gülümsemesi yok suratında.
"Bana ne olacak?" diye soruyor.
Bu soruya bir yanıtım yok… Irak'ın onu hiçbir zaman geri almayabileceğini söyleyemedim. Muhtemelen buradaki herkes gibi el Havl kampına götürülecek.
Kürt savaşçıların ve doktorların merkezinde Hamza için içecek bir şeyler, çikolata ve muz bıraktım.
Ertesi gün çöle döndüğümde ise gitmişti… Çölde bir gün önce oturduğu yerde ise Hamza'nın yerini alan başka hasta ve yararlılar vardı…