Koronavirüs, Avrupa Birliği'ni üçüncü güç yapar mı?
Uluslararası ilişkiler alanında, birçok yorumcu, Covid-19 salgını krizinin dünya düzeninin dengelerini değiştirmeye başladığını düşünüyor.
Uluslararası ilişkiler alanında, birçok yorumcu, Covid-19 salgını krizinin dünya düzeninin dengelerini değiştirmeye başladığını düşünüyor. Yorumcular bu değişikliği, ABD-Çin rekabeti ve iki kutuplu dünya paradigması içine yerleştiriyor.
Bu paradigmada Rusya bu iki kutup arasındaki çelişkiye ek bir güç merkezi; Avrupa Birliği (AB) ise hiç göze çarpmıyor.
Ancak Covid-19 salgınının etkisiyle AB'de başlayan gelişmeler, bu paradigmayı değişmeye zorlayacak gibi görünüyor.
"Düzenin sonu" ve "anarşiye doğru"
ABD dış politika çevrelerinin en etkili düşünce kuruluşu olarak bilinen Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi) tarafında geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir raporun başlığı "Dünya Düzenin Sonu" idi. Aynı günlerde New York Times'da bir yorumcu, "Çin'in davranışları anarşiye doğru küresel bir hareketin işareti mi?" diye soruyordu.
Eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Project Syndicate'de yayımlanan "The Future of Global Power" (Küresel günün geleceği) başlıklı yorumunda, ABD ile Çin arasındaki rekabetin Covid-19 sonrası hızlandığına dikkat çektikten sonra "Bu rekabette yalnızca bir taraf, Çin, uzun dönemli bir stratejiye sahip" diyordu.
Amerikan siyasetinin sağ kanadının etkili yayınlarından National Review'da da bir yazar, ABD'nin hegemonya düzeyine yükselmesinin tarihsel dönemleriyle, Çin'in yükselişi arasında paralellikler buluyordu.
National Review yazarına göre ABD önce yakın çevresinde, sonra dünya çapında güç yansıtmaya başlamış, 1929 Büyük Buhranı'ndan güçlenerek çıkmış, II. Dünya Savaşı'nın yıkıntıları üzerinde yeniden yapılanmaya büyük katkıda bulunmuştu.
Bugün, Çin de önce kendi yakın çevresine güç yansıtıyor, Afrika ülkeleriyle kurduğu kredi diplomasisi ve Asya'da "Bir Kuşak, bir yol" projesiyle bu etkisini genişletmeye çalışıyor.
Çin, "bugünün Büyük Buhranı" ve Covid-19 salgınının yarattığı yıkım içinde yeniden yapılanmaya yardımcı bir aktör konumuna yükselmeye çalışıyor.
Yazar, "ABD bu sürece karşı önlem alamazsa, sonunda Çin'i dünya düzeninin en tepesine görebiliriz" diyor.
Böylece ABD liderliğinde kurulan liberal demokratik ve neoliberal ekonomik düzen değişebilir, ABD, kural koyucu değil kurallara uymak zorunda kalan ülke olarak yaşamayı kabul etme konumuna düşebilir!
ABD dış politika çevrelerinde giderek derinleşen kaygıları yansıtan örnekleri çoğaltmak olanaklı.
Ancak bu kadarı bile, aklımıza, ister istemez, Antik Yunan'da ünlü tarihçi Thukididis'in (M.Ö. 460-400) Peloponez Savaşı'nı anlatırken vardığı kimi sonuçlardan birini getiriyor: Bir süper güç gerilerken, o sırada yükselmekte olan bir gücün rekabetinden korkmaya başladığında savaşlara giden yol açılıyor.
ABD'nin Çin'in yükselme sürecinden giderek daha fazla korkmaya başladığını gösteren gelişmeler, Obama döneminde Amerikan dış politikasının merkezini Avrupa ve Orta Doğu'dan Uzak Doğu'ya çevirmeye yönelik ilk adımlarla başlamıştı.
Trump döneminde, iki ülke arasında rekabet hızlanırken bu adımlar da giderek sertleşmeye başladı.
Bu iki ülke, bir ticaret savaşı dinamiği içinde karşılıklı ithalat vergileri koymaya başladı; telekomünikasyon şirketi 5G sistemleri sunucusu Huawei'nin hakları ve stratejik bilgisayar teknolojilerinin transferi konularında çatıştı.
Şimdi, ABD, küresel koronavirüs salgınından Çin yönetimini sorumlu tutuyor, tazminat istemekten söz ediyor. Trump, Dünya Sağlık Örgütü'nü "Çin'in kuklası" olmakla suçladı, ABD'nin bu örgütle ilişkilerini keseceğini açıkladı.
ABD ile Çin arasındaki ticaret ve teknoloji rekabeti, giderek finans alanına sıçradı. Trump yönetimi, federal hükümetin emeklilik fonlarının Çin şirketlerinin hisselerine yönelik milyarlarca dolarlık yatırımlarını yasakladı.
ABD Senatosu, Amerikan borsalarının ticaret listesindeki Çin şirketlerinin, gerektiği kadar şeffaf olmazlarsa listeden çıkarılmalarına ilişkin bir yasa tasarısını onayladı.
Finansal haberler sitesi Market Watch bir yorumda, yükselen piyasalar ülkelerinin borç krizi olasılığı bir başka çatışma alanı olabileceği vurgulanıyordu. Son G20 toplantısında, bu ülkelerin borç ödeme zorluklarına ilişkin ödemeleri ertelemeye, kolaylaştırmaya yönelik bir seri karar alınmıştı.
Çin bu kararlara katılmakla birlikte son anda "Tek Yol Tek Kuşak" projesi içindeki borçların bu kolaylıkların kapsamı dışında kaldığını açıkladı. ABD de, Çin'e yönelik "borç kapanı diplomasisi" izleme suçlamalarını yoğunlaştırdı.
Trump'ın 29 Mayıs günü yaptığı konuşmada Çin'e yönelik sert suçlamaları; Hong Kong'a verilmiş statüyü kaldıracağına, kimi Çin vatandaşlarının ABD'ye girişine yasak getirileceğine ilişkin açıklamaları, gerginliğin tırmanmaya devam edeceğini gösteriyordu.
AB yalnız başına
Uluslararası güçler dengesini salt ABD-Çin üzerinden düşünen yaklaşım önemli bir etkeni, bir hesaplamaya güre dünyanın ikinci büyük ekonomisini AB'yi göz ardı ediyor.
Halbuki AB ekonomik gücü dışında Almanya, Fransa, Belçika gibi ekonomik, teknolojik, hatta askeri alanlarda çok güçlü ülkeleri barındırıyor.
Buna karşılık uluslararası düzen bozularak, anarşik bir biçim almaya başlarken AB'nin, bir taraftan ABD ile ilişkileri bir süredir giderek bozuluyor (AB liderleri, artık ABD'ye güvenilemeyeceğini vurguluyor); diğer taraftan da Europen Council on Foreign Relations (Avrupa Dış İlişkiler Konseyi) bünyesinde yayımlanan bir çalışmaya göre, Çin'in koronavirüs salgını sırasındaki tutumu, Avrupa hükümetlerini, bu ülkeyle ilgili uzun süredir geçerli olan varsayımlarını, tedarik zincirlerinden, ideolojik rekabete kadar birçok alanda gözden geçirmeye zorluyor.
ECFR'nin çalışması, koronavirüs krizinin etkileri altında, hükümetlerin Çin ile normal ilişkiler sürdürmeye devam etmelerinin giderek daha da zorlaşacağına işaret ediyor.
Diğer taraftan, koronavirüs ve "Büyük Buhran" ortamında AB içinde Güney ve Kuzey, Doğu ve Batı ülkeleri arasındaki çelişkiler derinleşiyor.
Bu derinleşme kimi yorumcularda "AB bu krizi aşamaz" kanaatini yaratıyor, uluslararası jeopolitiğin dengelerine ilişkin tartışmalarda AB'yi kale almayan bakışı doğruluyor.
Mayıs ayının son haftasında, Almanya-Fransa ortak inisiyatifiyle şekillenen, 2 trilyon dolarlık koronavirüs toparlanma planı, bu kanaatleri yeniden düşünmeyi gerektirecek gibi görünüyor.
Amerikan Wall Street Journal gazetesinin yorumuna göre bu toparlanma planı, koronavirüs etkisiyle ekonomileri ve sosyal yaşamları yara alan ülkelere yardım etmeye yönelik fonlar AB üyeleri tarafından onaylandığında, birliğin dokusunu güçlendiren tarihi bir adım olacak.
Fransız Le Monde gazetesi de yorumunda "Borç, 27 ülke arasında birliği sağlıyor" diyordu.
Gerçekten de bu 2 triyon dolarlık fon, üye ülkelerin finansal kaynaklarını bir havuzda toplamayı, borçları bir merkezde ortaklaştırmayı, ekonomileri zayıf ülkeleri, yalnızca kredi vererek değil, hibe yoluyla güçlendirmeyi amaçlıyor.
Bu toparlanma paketi Avrupa Merkez Bankası'nın para politikalarını maliye politikalarıyla tamamlayarak, ekonomik birliğe doğru güçlü bir adım atıyor.
AB merkezlerindeki liderler de tarihsel bir anda olduklarına inanıyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, "Bu, Avrupa'nın karar anıdır. Eyleme geçme kararlılığımız, karşımızdaki hedeflerle uyumlu olmalıdır" diyor.
Alman Maliye Bakanı Olaf Scholz daha da ileri giderek, bu ortak toparlanma planını, ABD'de 1790'da devrimci savaştan sonra birliği kurarken Alexander Hamilton ve arkadaşlarının hazırladığı, eyaletlerin borçlarını federal hükümete devreden karara benzetmiş.
Wall Street Journal'ın bir başyazısı da "Avrupa kendi Hamilton anını arıyor" dedikten sonra, haklı olarak ekliyordu: "Ama ne yazık ki planın demokratik meşruiyet kısmının üzerinden atlanmış."
AB üye devletlerin egemenliklerini birleştiren, buna özgün bir temsil ilişkisi üzerinde durmaya çalışan bir yapılanma.
Eğer 2 trilyon dolarlık toparlanma planı kabul edilir ve uygulanmaya başlarsa ortaya ilginç, hatta "ironik" bir durum çıkacak.
Koronavirüs salgını krizinin AB'yi yıkıma sürüklemesi beklenirken, tam aksi yönde birlik sürecinde sağ popülist akımların muhalefetine karşın, bunları zayıflatarak güçlenmeye devam edebilecek gelişmeleri tetiklendi.
Bu olasılık, AB'nin ortak ekonomik ve giderek siyasi, askeri gücünü uluslararası alanda hissettirmeye başlamasının önünü açabilir.
Şimdi, küresel güçler dengesi ortamında AB'nin, ABD ile Çin arasındaki rekabetin dinamiklerini, yönünü, hatta küresel ilişkilerin yeniden şekillenme sürecini belirleme, en azından etkileme kapasitesine sahip bir üçüncü güç konumuna yükselme olasılığından söz edilebilir.