Marmara Denizi: Müsilaj Araştırma Komisyonu ne diyor? Çözüm nerede düğümleniyor?
Marmara Denizi'nde müsilajın önlenmesi için kapsamlı bir rapor Meclis Başkanlığı'na sunuldu.
Marmara Denizi'nde müsilajın önlenmesi için kapsamlı bir rapor Meclis Başkanlığı'na sunuldu. Müsilaj Araştırma Komisyonu'na göre bu süreçte milyarlarca liralık maliyet ve zaman gerekiyor. Uzmanlar sorunun çözülmemesinin maliyetinin daha yüksek olacağı yönünde uyarıda bulunuyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Müsilaj Araştırma Komisyonu, 4 aylık çalışma sonucunda hazırladığı 570 sayfalık raporu geçtiğimiz günlerde Meclis Başkanı'na sundu.
Müslajın biyolojisinden etkilerine sorunu farklı yönleriyle ele alan rapor, uzmanlar, akademisyenler, Marmara Denizi çevresindeki belediyeler, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ve reel sektör temsilcileri gibi farklı taraflarla görüşmeler yapılarak hazırlandı.
Komisyon neler söylüyor?
BBC Türkçe'nin öğrendiğine göre rapor, müsilajın oluşumu, etkileri, bugüne kadar yapılan çalışmalar ve Komisyon'un önerileri olmak üzere 4 bölümden oluşuyor.
Müsilaj oluşumuyla ilgili insan kaynaklı (antropojenik) kirlenme, küresel ısınma ve Marmara Denizi'nin yapısal özellikleri sorunları öne çıkıyor.
Raporda evsel ve endüstriyel kullanımlar sonucu kirlenmiş atık suların ileri biyolojik arıtma yöntemine tabi tutulması, tarımda aşırı gübre kullanımının organik ve iyi tarım uygulamalarıyla iyileştirilmesi, deniz taşımacılığından kaynaklanan kirliliğin önlenmesi, Ergene ve Susurluk Havzaları'ndan gelen kirlilik yükünün azaltılması ve daha çevre dostu atık yönetim modellerinin oluşturulması gibi önemli çözüm önerileri var.
BBC Türkçe'ye konuşan Müsilaj Araştırma Komisyonu Başkanı Mustafa Demir, kirlilik sorununa çözüm bulunmasının bu önerilerde önceliklendirildiğini söylüyor.
Komisyon, ileri biyolojik arıtmayla temizlenmeyen suların Marmara'ya deşarj edilmemesi gerektiğini belirtiyor.
En büyük etken kirlilik
Türkiye'nin nüfusu en yoğun bölgesiyle çevrili Marmara Denizi'ne her gün yeterince arıtılmadığı için azot açısından yoğun olan tonlarca kanalizasyon suyu boşalıyor.
Marmara Denizi'ni kirleten atık suların büyük çoğunluğu belediyeler ve diğer bölümü endüstriyel tesisler tarafından veriliyor.
Kentsel atık sularının azot ve fosfor açısından yoğun olması, müsilaj üreten fitoplankton adlı mikroorganizmalar için besin bolluğu anlamına geliyor ve aşırı çoğalmalarına katkı sağlıyor. Uzmanlar, son dönemde Marmara Denizi'nde yoğun müsilaj oluşumundaki en büyük etkenin arıtılmamış atık suyu olduğunu belirtiyor.
Marmara Denizi, Kasım 2021'de Koruma Eylem Planı kapsamında Cumhurbaşkanı Kararı ile 'Özel Çevre Koruma Bölgesi' ilan edildi, doğal kaynakların ve nesli tehlikede bitki ve hayvan türlerinin korunacağı taahhüdü verildi.
Ancak uzmanlar, Marmara bölgesinde bulunan 200'den fazla kentsel atık su arıtma tesisinin yalnızca yüzde 19'unun gerekli ileri biyolojik artırma yöntemlerini kullandığını söylüyor, doğru standartlara göre arıtılmamış bu atık suyun deniz için çok ciddi tehlike oluşturduğuna dikkat çekiyor
İstanbul'un payı büyük
Uzmanlar, Marmara Denizi'nin kirlilik yükünün büyük çoğunluğundan İstanbul'un sorumlu olduğunu söylüyor.
Komisyon Başkanı Demir, Marmara'ya her gün yaklaşık 7,5 milyon metreküp atık su boşaltıldığını, bunun 5 milyon 800 bin metreküplük bölümünün İstanbul'dan verildiğini söylüyor.
BBC Türkçe'nin bu konuda sorularını yanıtlayan İSKİ, İstanbul'da halihazırda 90 atık su arıtma tesisi bulunduğunu söylüyor. Ancak İSKİ verilerine göre Marmara Denizi'ne verilen atık suyun sadece yüzde 12'si ileri biyolojik arıtmadan geçiyor.
İSKİ, hedefinin yüzde 100 biyolojik ve ileri biyolojik arıtma olduğunu söylüyor. Ancak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na göre atık suyun azot ve fosfor gibi kirletici maddelerden arınması için mutlaka ileri biyolojik tesislerde arıtılması gerekiyor, ön artırma ve biyolojik arıtma yöntemleri yetersiz kalıyor.
İSKİ, İstanbul'da bulunan 90 atık su tesisinin 11 adedin ileri biyolojik, 8 adedin ön arıtma ve 71 adedin biyolojik atıksu arıtma tesisi olduğunu belirtiyor.
'Çöp toplama kadar elzem'
İSKİ, aynı zamanda İstanbul'da 15 yeni ileri biyolojik arıtma tesisi yapılacağını belirtiyor.
Ancak Demir'in aktardığına göre ileri biyolojik arıtma tesislerinin yapılması 2 ila 2,5 yıl alabiliyor.
Demir, ayrıca tesislerin İstanbul ile sınırlı kalmaması gerektiğini söylüyor ve ileri biyolojik artırmanın şehirler için "çöp toplama kadar" elzem olduğunu belirtiyor.
'Yatırım lazım, fon lazım , o lmayan da bu'
İleri biyolojik arıtma tesislerinin yapımı ve işletilmesinin Türk lirası cinsinden maliyeti de düzenli olarak artıyor.
Geçen Ağustos ayında açıklananlara göre bir ileri biyolojik artıma tesisinin yapım maliyeti yaklaşık 10 milyar TL idi. O dönemden bu yana Türk lirası dolar karşısında yaklaşık yüzde 80 değer kaybetti.
BBC Türkçe'ye konuşan Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkanı Prof. Dr. Bayram Öztürk, sorunun ileri biyolojik tesisler için yatırım ve fon bulmakta olduğunu belirtiyor.
Tesislere uluslararası kuruluşlar tarafından verilen düşük faizli "mavi" ya da "yeşil" fonlar veya "kirleten öder" gibi ek verilendirme yöntemleriyle finansman bulunabileceğini belirtiyor.
Ancak toplanacak vergilerle ilgili oldukça şeffaf bir yaklaşım takip edilmesi gerektiğini aktarıyor.
London School of Economics'e (LSE) göre "kirleten öder" ilkesi, kirliliğe neden olanların insan sağlığına veya çevreye zararını önlemek üzere bu kirliliği yönetmenin maliyetlerini üstlenmesi gerektiğini savunuyor.
Bu konuda uygulamaların yaygınlaştırılması için başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere çağrılar artıyor.
Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan 2021 tarihli bir araştırmaya göre AB genelinde hava kirliliği, sera gazları ve su kirliliğinin maliyeti yılda en az 750 milyar euroydu.
Ancak kirleticilerden hava kirliliği ve sera gazlarının maliyetinin sadece yüzde 44'ü tahsil edilirken, suyu kirletenlerden hiçbir bedel alınmadı.
Prof. Dr. Öztürk, Marmara'daki kirliliğinin Ege ve Karadeniz'i de tehdit ettiğine ve maliyetinin katlanarak artabileceğine dikkat çekiyor.
Ergene nehri sorunu
Uzmanlar, atık su arıtımının yanı sıra Marmara Denizi açıklarına verilen Ergene Nehri derin deşarj uygulamasının durdurulması gerektiğini söylüyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı'nca 4. sınıf su kalitesinde olduğu ifade edilen ve içinde siyanür, nitrojen, krom ve bakır gibi kirletici maddeler bulunduğu tespit edilen Ergene Nehri atık suyu 2020 yılının sonundan beri Marmara Denizi açıklarına veriliyor.
BBC Türkçe'ye konuşan Marmara İzleme (MAREM) Proje Grubu Lideri ve Hidrobiyolog Levent Artüz, Ergene derin deşarj faaliyetlerinin "Marmara'nın bağrına saplanan bir hançer" olduğunu ve acilen durdurulması gerektiğini söylüyor.
Ancak Artüz, Komisyon'un hazırladığı raporda bu yönde bir önergenin yer almamasının "çok ciddi ve umut kırıcı bir eksiklik" olduğunu ifade ediyor.
MAREM lideri Artüz, Komisyon raporunda Marmara Denizi'nin korunması için atılacak adımlara dair herhangi bir zaman çizelgesi veya bütçelendirme önerisi görmediğini söylüyor, "Tümü ile bize ait bu denizimizin korunup kurtarılacağı ile ilgili umutlarım ciddi anlamda sönüyor" diyor.
Danimarka deneyimi
Prof. Dr. Öztürk, 30 yıldan uzun süredir Türkiye'nin gündeminde olan müsilaj sorunun daha önce Kuzey Denizi'nde benzer sorunlarla karşılaşan Danimarka ve Hollanda gibi ülkeler tarafından çözülebildiğini hatırlatıyor.
Danimarka Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan bir rapora göre ülkede, 1980'lere kadar atık suların deniz yaşamını beslediği düşünülüyordu.
1986 yılında doğudaki Kattegat denizinde Norveç yengeçlerinin oksijensizlik yüzünden ölümüyle başlayan kamuoyu tartışmaları, bunun yanlış olduğunu ispatladı.
1987'de Parlamento'da hazırlanan eylem planında sulardaki fosfor ve azot oranlarının 3-6 yıl içinde en az yüzde 50 azaltılması planlandı.
Atık suların ileri biyolojik arıtma tesisleriyle arıtımı, azot ve fosfor gideriminin yapılmasıyla hedeflenen oranlara 1990'ların ortalarında ulaşıldı. Rapora göre 1989'dan önce bu tesislerin oranı yüzde 0,5'ken 2005'te yüzde 91'i geçti.
Endüstriyel atık sularının çoğunun belediyelere ait arıtma tesislerine deşarj yapması sağlandı.
Bu dönemde yapılan izleme ve denetim çalışmalarında tarım için hedeflenen azot emisyonları azaltım oranlarının yetersiz olduğu bulundu ve 1998-2003 yıllarını kapsayan yeni bir plan hayata geçirildi.
Tüm bu süreç boyunca somut hedefler konduğu ve bunların yakından takip edildiği not ediliyor.
Danimarka, su ekosistemleri için daha ileri adımlar atması gerektiğini kabul ediyor ancak alınan önlemlerle sularındaki azot ve besleyici yükünün son 20-30 yılda alınan önlemli ölçüde azaldığını not ediyor.