Şili'de 11 Eylül darbesinin 50. yılı: Darbe neden uluslararası etki yarattı?
11 Eylül 1973 sabahı, 17 yıl sürecek askeri diktatörlük başladı.
Fernanda Paul | BBC
“Darbe Şili’de, Şişlililerin zararınaydı. Ancak tarihte, o dönem yaşayan her insanı kaçınılmaz olarak etkileyen ve sonsuza kadar hayatlarımızda kalacak bir olay olarak yer almalı.”
Nobel Ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, 50 yıl önce Başkan Salvador Allende’yi düşüren Şili darbesinin uluslararası etkisini bu sözlerle tarif ediyor.
11 Eylül 1973 sabahı, 17 yıl sürecek askeri diktatörlük başladı. Hava Kuvvetleri başkanlık sarayı La Moneda’ya saldırmadan önce tarihi veda konuşmasını yapan Allende teslim olmayı reddetti. Günler sonra BBC’ye konuşan aile doktoru, cesedinin La Moneda’da bulunduğunu söyleyecekti.
Allende’nin yakınındaki siyasetçiler yakalanacak, Şili Stadyumu bir toplama kampı ve işkence merkezine dönüştürülecekti.
Diego Portales Üniversitesi’nden tarihçi Cristian Perez, “Darbe Şili halkını değiştirdi. Onu şüpheci, neo-liberal, öncekinden çok daha muhafazakar hale getirdi” diyor. Fakat darbe yanızca Şili’yi etkilemedi.
Soğuk Savaş’ın ortasında, Eylül 1973’te Augusto Pinochet liderliğinde düzenlenen darbe, dünyada olup bitenden bağımsız değildi.
Bolivya’da Hugo Banzer’in de facto hükümeti vardı, Brezilya’da halihazırda dokuz yıldır askeri rejim devam ediyordu. Uruguay’ı, daha sonra insanlık suçu işlemekten hapse girecek olan Juan Maria Bordaberry yönetiyordu, Arjantin’de silahlı kuvvetler 1976’da iktidara gelecekti.
Peki Şili darbesi neden sembolik bir önem taşıyor?
BBC Mundo, darbenin 50. yılında Şili’de yaşananların uluslararası etki yaratmasının dört nedenini araştırdı.
1. Allende etkisi
Salvador Allende herhangi bir lider değildi.
Tarihte halk oyuyla iktidara gelen ilk Marksistti. Mevcut hukuki çerçevede, sosyalist Şili’yi kurmanın peşindeydi. Bu nedenle hemen uluslararası bir figür haline gelmişti.
Cambridge Üniversitesi’nden Latin Amerika araştırmaları uzmanı David Lehmann, BBC Mundo’ya “Salvador Allende Avrupa ve dünyada büyük sempati uyandırdı. Fidel Castro ya da Che Guevara gibi devrimci bir kahraman değildi. Halkçı da değildi. Konuşan, müzakere eden eski tip bir siyasetçiydi” diyor.
“Peronizm gibi diğer Latin Amerika güçlerinin aksine, Şili Halk Birliği ittifaklarının yankısı ve diğer ülkelerle bağlantıları vardı. Bu nedenle Allende'nin ani ölümü şok etkisi ve büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Onun barışçıl teklifine bu şekilde bir saldırı, o dönem yaşanan zorluklara rağmen, çoğu kişi için şok ediciydi” sözlerini ekliyor.
Essex Üniversitesi’nde siyasi teori üzerine çalışan Camila Vergara, Allende’nin saygı duyulan biri olduğunu belirtiyor:
"Çünkü oyunun kurallarına saygılıydı. Che Guevara ona kitabını ‘Aynı sonuçlara farklı yollarla ulaşmaya çalışan Salvador Allende’ye’ şeklinde imzalamıştı".
Eylül 1972’de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kongresi’nde yaptığı tarihi konuşmada Allende’nin Şili’de yaşananları, ulusal egemenliğe ulus ötesi müdahaleyi ifşa ettiğini, elinin kolunun bağlı olduğunu söylediğini ifade eden Vergara; “Bu, günümüze kadar yankı bulmaya devam eden insani, bilgece ve gerçek bir söylemdir” diyor.
Konuşmasını bitirdiğinde Allende ayakta alkışlanmıştı.
Vergara’ya göre Allende’ye karşı darbe, “dünya çapında işçi hareketinin şiddet yoluyla sona ermesi” olarak algılandı. “Bu Avrupa için son derece cesaret kırıcıydı.”
Tüm bunlara ek olarak, Şili uzun demokrasi geleneği olan bir ülke olarak görülüyordu.
ABD’ye zorluk çıkaran, 1970’te iktidara gelen solcu lider bunun bir kanıtıydı.
Halk Birliği koalisyonunun başındaki Allende; siyasi kutuplaşma ve artan enflasyon gibi zorluklar yaşanan Şili'de, Eylül 1970'te, yüzde 36 oyla ülkenin başına geldi. Bu onun devlet başkanlığı için dördüncü adaylığıydı.
Ülkenin ekonomik yapısını değiştirmeyi planlıyordu. Kurumları kamulaştırmakla işe başladı. Bu Şili'de muhafazakarları korkutmuştu.
Ülkede iş dünyası ile sendikalarda grev ve protestolar öne çıkarken aşırı sağda hükümete karşı sabotaj eylemleri başlatan Patria y Libertad (Vatan ve Özgürlük) cephesi ortaya çıkmıştı.
Diğer ideolojik uçta, Küba devriminden esinlenerek özel toprakları ve fabrikaları işgal eden bir gerilla grubu vardı.
ABD, o zamanki Başkan Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger'ın talebi üzerine, sosyalist hükümetin başarılı bir imaj yansıtmasını ve Soğuk Savaş ortasında diğer ülkelere örnek yaratmasını engellemek için Allende'yi seçilmesinden itibaren boykot etti. Seçimlerde muhalefeti maddi olarak desteklemiş ve ekonomiyi daha da zora sokmak için adımlar atmıştı.
Ekim 1972'de ulaşımı tıkayan ve ekonomik zorlukları daha da artıran ulaşım grevi yeniden başladı. Daha sonra onların, muhafazakar El Mercurio gazetesi gibi Amerikan İstihbarat Servisi CIA’den finansman aldığı öğrenildi.
Bu gibi grevler tek başına iktidarı deviremezdi belki ama ordunun yönetimi ele geçirmesi için baskı oluşturuyordu.
1973 parlamento seçimlerinde Halk Birliği muhaliflerinin kurduğu Demokrasi Konfederasyonu (CODE) zafer kazansa da Allende'yi başkanlıktan indirmeye yetecek bir çoğunluk sağlayamadı.
Ülkede şiddet, grev, darbe girişimleri, ordunun rolü artmıştı. Sokaklardaki siyasi çatışmalarda daha fazla kan dökülüyordu. Birçok kişi Şili'nin iç savaşa doğru gidip gitmediğini sorguluyordu.
2. Tüm dünyada yayımlanan fotoğraflar
11 Eylül 1973’ün bir dönüm noktası olarak görülmesinin sebeplerinden biri de uluslararası basının olaylara geniş çaplı yer vermesi nedeniyle görüntülerin dünya geneline ulaşmasıydı.
Brunel Üniversitesi’nden istihbarat ve güvenlik uzmanı Kristian Gustafson, 2013’te BBC Mundo’ya verdiği röportajda, “Bunu, kökeninden uygulanışına ve sonuçlarına kadar Batı basınında yer alan ilk Latin Amerika darbesi olarak tanımlayabiliriz” demişti.
Latin Amerika uzmanı İngiliz yazar ve gazeteci Michael Reid, “Bunlar çok büyük etki yaratan görüntülerdi” diyor.
“Özellikle Şili Hava Kuvvetleri’nin La Moneda’ya saldırısı... Kendi başkanlık saraylarını bombalıyorlardı.”
Camila Vergara, kitap yakılması ya da insanların belli alanlara toplanması gibi görüntülerin, onlarla “Alman faşist eylemleri” arasında bağlantı kuran Avrupa için daha etkileyici olduğunu söylüyor.
Şili’de uygulanan sansür ve engellerden dolayı bazı şeylerin ülke dışında daha iyi takip edildiğini de ekliyor.
Darbe lideri Pinochet’nin de uluslararası camiada büyük bir etkisi vardı.
Taraftarları onun Şili’yi kurtardığını söylüyordu.
Dünyada insani suçun ikonlarından biri haline gelen Pinochet, toplamda 17 yıl iktidardaydı.
2013’te BBC Mundo’ya konuşan Oxford Üniversitesi’nden Latin Amerika siyaseti üzerine çalışan Alan Angell, Pinochet'nin koyu renkli gözlüklerinin sembolik bir anlam kazandığını söylüyor ve ekliyor:
“Şili ordusunun gaddarlığı daha etkiliydi. Şüphelileri daha hassas bir şekilde hedef aldılar. Çok daha fazla bilgiye sahiplerdi. Ve daha az muhalefet vardı.”
Hakikat ve uzlaşma komisyonuna göre, Şili’de siyasi infaz, kaybedilme, hapis ve işkence kurbanlarının sayısı 40 bin 175’ti.
3. İnsan haklarında dönüm noktası
David Lehmann, Şili’de yaşananların ardından insan haklarıyla ilgili çalışmaların yalnızca Latin Amerika’da değil tüm dünyada profesyonelleştiğini söylüyor:
“Büyük bir dayanışma vardı. Askeri rejimlere sahip olan Arjantin veya Brezilya'nın aksine, zulüm görenlere yönelik destek örgütleri gelişti. Şili sorunu üzerinde pek çok uluslararası aktivist ortaya çıktı çünkü Şili, yankı uyandıran ve ilgi çeken bir ülkeydi”.
Lahmann, İngiltere’de de öğretim üyeleri ve öğrencilerin kurtarılması için yardım programı oluşturulduğunu, bunun diğer ülkelerde de yapıldığını ekliyor.
“Hükümetler, resmi olarak yardım edebilmek için diplomatik temsilciliklerini açtı. Sığınma talepleri tanındı. İsveç ve Fransız büyükelçilikleri mülteci doluydu” diyor.
Vergara, “Şili'deki darbe, insan haklarının, istismar veya işkenceyi kapsayan fiziksel bütünlüğe daha fazla odaklanmasının başlangıcıdır” diyor.
Michael Reid, Pinochet’nin 1998’de Londra’da yakalanmasının da, insanlık suçlarına karşı evrensel yargı sistemi açısından bir dönüm noktası olduğunu ifade ediyor.
4. Diaspora
Pinochet diktatörlüğü sırasındaki siyasi sürgün, Şili tarihinin en büyük göç hareketini temsil ediyor.
Bu dönemde 200 binden fazla kişi ülkeyi terk etmeye zorlanmıştı.
Arjantin, Meksika, Küba, İtalya, İsveç, Almanya gibi ülkelere doğru yaşanan kitlesel göç nedeniyle, askeri rejim boyunca yaşananlardan pek çok yabancı da etkilendi.
Michael Reid, “Çok sayıda göçmen siyaset ve ekonomi alanlarında eğitimliydi. Bu nedenle Latin Amerika ve Avrupa soluna kolayca dahil oldular” diyor.
Şili, bu kişilerin yaşamak için gittiği yerlerde önemli izler bıraktı. Bunlardan biri de müzikti.
Vergara, “Göçenlerin çoğu sıradan şarkıcılar değildi. Halkın özgürleşmesi için hayatını feda edebilecek aktivistlerdi” diyor ve zamanla yabancıların karşılaştıkları zorlukları, şarkıları, protesto marşlarını paylaştığı bir dayanışma ağı oluştuğunu ekliyor.
1960’larda ortaya çıkan La Nueva Cancion Chilena hareketine dahil çok sayıda sanatçı, diktatörlükten etkilendi. Bunlar arasında, bugün onun ismini alan eski Şili Stadyumu’nda işkence gören ve öldürülen Victor Jara da var.
Onun eserleri uluslararası protesto şarkılarına dönüştü.
Hayatta kalmayı başaran diğer müzisyenler onun şarkılarını gittikleri ülkelere taşıdı. Inti Illimi, İtalya’da Şili ateşini canlı tuttu, Patricio Manns ise Fransa ve Küba’da.
Quilapayun grubu aynı ülkede doğmuştu. Onun “El pueblo unido, jamás será vencido” (Birleşmiş bir halk asla yenilmez!) sloganı hafızalara kazındı, bugün bile dünyanın pek çok yerinde, sokaklarda tekrar ediliyor. Farklı dillerde…