"Çaresizlik Kar Topundan Çığa Dönüştü"
Fen Edebiyat Fakülteleri, verdikleri üst düzey eğitime rağmen piyasada üvey evlat muamelesi görmekten şikayetçi.
Bir çok üniversitenin bünyesinde kurulmuş olan ve asıl amacı bilim insanı yetiştirmek olan Fen Edebiyat Fakülteleri adeta üvey evlat muamelesi görmekten şikayetçi.
Bu konuda bir açıklama yapan Yard.Doç.Dr. Bülent Yılmaz yaşanan sıkıntıları dile getirdi.
İşte hayatının 23 yılını bu işe vermiş bir hocanın sözleri:
"23 yıldır Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesiyim ve gözlemlerim neticesinde üzülerek söylemeliyim ki öğrencilerimin mesleki anlamda hissettikleri çaresizlik son birkaç senedir kartopundan çığa dönüşmüş durumda.
Devlet kapısı KPSS'yi tek çıkış noktası olarak görmeleri de durumun vehametini gözler önüne seriyor. Aldıkları kapsamlı ve yoğun eğitime rağmen -mevcut piyasa koşulları yüzünden- kendilerini yetersiz hisseden gençlerden bahsediyorum, bizim çocuklarımızdan. 17 Ekim'de fakültemiz bünyesinde gerçekleştirdiğim 'Kariyer Eğitimi' başlıklı seminerde katılımcıların, yani Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerinin gözlerinde gördüğüm umut dolu bakışları farketmemek imkansızdı. Fakat en az umut kadar önemli, hayalleri hayata geçirmenin olmazsa olmazlarından cesaret, heyecan ve kararlılığı aynı gözlerden okuyamadım maalesef.
23 yılını akademisyenliğe adamış bir adam neden onca seneden sonra kendine böyle durumları dert eder, niye kariyerkonusunda öğrencilerini bilinçlendirme çabası içine girer diye sorabilirsiniz. Haklısınız da, kendi adıma bu kadar geç kaldığım için affınıza sığınıyorum. Benim için dönüm noktası, eski bir öğrencimle yaptığım telefon görüşmesinde 'Neler yapıyorsun anlat bakalım.' soruma 'Ne yapayım hocam, memur oldum evrak taşıyorum. İmzalamıyorum, sadece taşıyorum.' cevabıdır. Buna benzer çok fazla tatsız hikaye var hatıralarımda, ama bu duruma sadece üzülmemin çevremdekilere bir faydası yok. Bir yerden başlamak gerekiyordu, ben de çalışma arkadaşlarımın ve öğrencilerimin desteğiyle böyle bir işe kalkıştım.
Senelerdir aşılamayan bu problemde kabahatli aramaya kalkarsak çok sorumlu buluruz. Fakat bana göre en önemli suçlu fakültelerimizi yanlış bir yere koyan toplum zihniyetidir. Daha doğrusu konuya hakim olmayan çoğunluğun Fen-Edebiyat fakültelerine karşı takındığı kıymet bilmez tutumdur. Fevkalade donanımlı bir şekilde diplomasını eline alan gençlere mesleksizmiş gibi davranılması, onlara hiç bir işin altından kalkamaz mış gibi yersiz ve haksız bir ön yargıyla yaklaşılması kabul edilemez. Örneğin İşletme bölümü mezunu bir gencin, özel sektördeki herhangi bir iş görüşmesinde Matematik bölümü mezunu bir gençten bir adım önde olmadığını kim söyleyebilir? Netice itibariyle bakıldığı zaman iki bölümün de ismi bir mesleği karşılamıyor, eğitimleri de spesifik olarak bir alan üzerinde yoğunlaşmıyor. Ama işte yaygın olan ön yargı, 'Matematik' mezununu 1-0 geride başlatıyor hayata.
Y.Ö.K.'ün Fen-Edebiyat fakülteleri konusunda yıllardır süregelen kafa karışıklığı da bütün bu ön yargıların üzerine tuz biber oldu kuşkusuz. Bu kargaşa, fakülte yönetiminin ve öğretim üyelerinin de net bir tavır takınarak öğrencilerini doğru yönlendirmelerine mani oldu. Sonunda ne oldu, iş aramaktan yorulan genç beyinler evrak taşımaya başladı. Sosyal Bilimler Bölümleri'nin durumu çok daha zor. Mesela, Sosyoloji kadar önemli bir bölümü okuyan öğrencinin geleceği hakkında endişeleri olması sebebiyle akademisyen olması kadar tatsız bir durum olabilir mi? Maalesef şartlar, akademisyenlik gibi -bana göre kutsal bir görev- önemli bir mesleğin de sorunsuz ve garanti bir 'ekmek kapısı!' olarak görülmesine sebep oldu.
Esasında içerik olarak bakıldığında Fen-Edebiyat fakültesinin bünyesinde yer alan bölümler, öğrencilerini piyasa şartlarına fazlasıyla hazır olarak yetiştiriyor. Zaten uzmanlık alanlarında bu kadar detaylı ve yoğun bir eğitimden geçen gençlerin, özel sektörde karşılaşacağı sorunlarla başedemeyeceğini iddia etmek çok komik olurdu. Ama her meslekte karşılaşılan "Burada işler senin okulda gördüğün derslere benzemez." basitliği, bugün Fen-Edebiyat öğrencilerinin kabusu olmuş durumda.
Bunca gözlem ve tespitten sonra, dışarıdaki yanlışlıkları bir kenara bırakacak olursak, bir akademisyen olarak neler yapmalıyız sorusunu kendimce cevaplamaya çalışacağım. Öncelikle fakülte bünyesindeki temel zorunlu kredi sayılarının kesinlikle azaltılması gerekiyor. Bu yoğun müfredat, akademisyenlik hedefini benimseyen öğrenciler için çok gerekli olabilir, fakat hayatına üniversitede devam etmeyecek büyük çoğunluğu da düşünerek hareket etmek zorundayız. Bu yüzden programlara, sosyal hayata yönelik, öğrencilerin üniversite dışındaki dünyanın farkında olmasını sağlayacak seçmeli dersler koymalıyız. Yanlış anlaşılmasın, bu dersler akademisyen olmak isteyen öğrenciler açısından da çok ciddi önem taşıyor. Hem vizyonlarını genişletmeleri, hem de gelecekte öğrencilerini doğru yönlendirebilmeleri için en az uzmanlık alanları kadar, sosyal konularla da içiçe olmak zorundalar. Öğrencilerin piyasaya karşı öz güvenlerini kazanmalarını sağlayacak, ayaklarını yere sağlam bastıracak, onlara en çok gereken cesaret, heyecan ve kararlılığıkazandıracak dersleri mutlaka programlara eklemeliyiz.
Üniversiteye girdiği ilk andan itibaren dış dünyanın gerçekleriyle içiçe bir eğitimden geçen öğrencilerin, kendi geleceklerine olan inançlarının kuvvetleneceğine inanıyorum. Ayrıca bu revizyonla birlikte, yukarıdaki satırlarda bahsettiğim bütün olumsuzlukların çürüyeceğini biliyorum. Genel olarak sistemin düzelmesi için bu revizyon tek başına tabi ki yeterli olmayacaktır. Fakat unutmayın; ilk adım olmadan hedefinize ulaşamazsınız."