34. Ulusal Türk Radyoloji Derneği Kongresi
Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof.Dr.Nevra Elmas, radyolojinin, günümüzde herhangi bir sağlık sorunu nedeniyle sağlık merkezine başvuran tüm hastaları dolaylı olarak ilgilendiren bir bilim alanı olduğunu söyledi.
Türk Radyoloji Derneği...
Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof.Dr. Nevra Elmas, radyolojinin, günümüzde herhangi bir sağlık sorunu nedeniyle sağlık merkezine başvuran tüm hastaları dolaylı olarak ilgilendiren bir bilim alanı olduğunu söyledi.
Türk Radyoloji Derneği 34. Ulusal Türk Radyoloji Kongresi Antalya'da devam ediyor. 6 Kasım tarihinde başlayan ve 10 Kasım tarihine kadar devam edecek olan kongrenin basın toplantısında radyoloji alanındaki sıkıntılar, gelişmeler ve tanılar hakkında bilgi verildi.
Türkiye'de prostat kanserinde belirgin artış olduğu, prostat kanserinin erkeklerde akciğer kanserinden sonra ikinci sıraya yerleştiği bildirilirken, Avrupa Ürogenital Radyoloji Derneği Prostat Kanseri Çalışma Grubu Üyesi Doç. Dr. Ahmet Tuncay Turgut, prostat kanseri için dünya ortalamasının yüz binde 28'lerde ve Avrupa ortalaması yüzbinde 60'larda iken, Türkiye ortalamasının yüz binde 37'lerde olduğunu söyledi. Doç.Dr. Turgut, bu bilgiler doğrultusunda Türkiye'de her yıl 14.000 yeni prostat kanseri vakası görüldüğünü açıkladı. Doç.Dr. Turgut, burada önemli bir sorunun batı ülkelerinden kısmen farklı olarak erken tanı oranının hala önemli ölçüde düşük olduğunu ve bu durumun hastalığa yönelik farkındalığın düşük olması ve özellikle kültürel faktörlerle ilişkili olmak üzere, hekime başvurma oranının istenen düzeyde olmaması ile açıklanabileceğini ifade etti. Doç.Dr.Turgut, "Maalesef toplumun geneli herhangi bir yakınması olmaması durumunda kontrol amacıyla doktora başvurmamaktadır" dedi.
RADYASYON NEDİR
Basın toplantısında konuşan Türk Radyoloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof.Dr. M. Halil Öztürk de, gereksiz radyasyonun tehlikelerine dikkat çekti. "Radyasyon nedir? Hangi radyasyonlar zararlıdır?" başlığı altında konuşan Prof.Dr.Öztürk, şunları söyledi: "Radyasyon tanımı, içerisinde görülebilir ışığın da olduğu geniş bir gurup radyasyonlar olan elektromanyetik radyasyonlar başlığı altında toplanmaktadır. Radyasyonu iyonizan olan ve olmayan olarak iki gruba ayırabiliriz. Bu ayrımın nedeni, asıl zararlı olan tipin iyonizan radyasyon olmasıdır. İyonizan olmayan radyasyon içinde radyo dalgaları, mikro dalgalar, kızıl ötesi (infrared) ışınlar ve mor ötesi (ultraviyole) ışınlar yer almaktadır. Başlıca manyetik rezonans görüntülemede kullanılan ve günlük hayatta da cep telefonları başta olmak üzere yaygın olarak kullanılan radyo dalgalarının zararları daha çok ısınmaya yol açarak oluşmakta ve bunların enerjilerin biyolojik zararları hala tartışmalıdır"
Ultrasonun yüksek frekanslı ses enerjisini (ultrases) kullandığını hatırlatan Prof.Dr. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ultrases radyasyon grubuna girmez ve bilinen bir yan etkisi bulunmamaktadır. İyonizan radyasyon grubunda X-ışınları ve gamma ışınları mevcuttur. Bunlar geçtikleri atomların elektronlarını ayırarak iyonizasyona neden olmaktadır. Bunun sonucunda kanser veya genetik hasar gibi biyolojik zarar oluşabilmektedir. İnsanoğlu yeryüzünde yaşadığı sürece iyonizan radyasyona maruz kalmıştır. Günümüzde aldığımız radyasyonun yüzde 48'i doğal kaynaklardan yani topraktan, güneş ve uzaydan gelen kozmik ışınlardan kaynaklanıyor. Yüzde 46'sı tıbbi uygulamalar ve yüzde 6'sı nükleer santral ve nükleer silah denemeleri nedeniyle atmosfere salınmış radyoaktivite gibi insan yapımı sebeplerden kaynaklanmaktadır."
TIPTA ALINAN RADYASYON VÜCUTTA BİRİKİR Mİ?
Prof. Dr.M.Halil Öztürk, radyolojik incelemelerde kullanılan x ışınının aynı elektrik düğmesinin açılması ile ampülün yanması ve düğme kapatıldığında ise sönmesi gibi olduğunu söyledi. Prof. Dr. Halil Öztürk, radyasyon işlemi bittikten sonra bu radyasyonun vücutta birikiminın sözkonusu olmadığını ifade etti. Nükleer tıp uygulamalarında durumun farklı olduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Öztürk, vücuda verilen radyoaktif maddelerin radyasyon yaymaya devam ettiğini, verilen radyasyonun miktarı ve yarılanma ömürlerine göre hastada belirli bir doz ve sürede radyasyon bulunduğunu kaydetti.
RADYASYONUN NE KADARI ZARARLIDIR
Tıpta alınan radyasyonun zararsız olabileceğinin söylenebileceği bir alt sınır bulunmadığını ifade eden Prof.Dr. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Diş röntgeni gibi düşük dozların bile riskinden söz edilebilir. Bununla birlikte alınan radyasyon dozu arttıkça risk de artmaktadır. Toplumda kanser oranının fazla olması nedeniyle radyasyona bağlı kanser oluşma olasılığını belirlemek zordur. İyonizan radyasyona maruz kalınan dönemi takiben geç dönemde de kansere neden olma riski bulunmaktadır"
RADYASYON KULLANIMINDA NELERE DİKKAT EDİLMELİ
Prof.Dr. Öztürk, birçok tıbbi uygulamada hekimi hızlı ve doğru tanıya götüren veya tedaviyi sağlayan radyasyon kaynaklarının bilinçli kullanılması ve radyasyonun risklerinin bilinmesi, tetkiklerin yapılmasında kar zarar dengesinin gözetilmesi açısından çok önemli olduğuna dikkat çekti. Prof.Dr. Öztürk, "Aşırı radyasyon korkusu, radyasyon kaynağının çok gerekli bir aşamada kullanılmamasına ve hastada bir yarar kaybına neden olabilirken, radyasyon riskinin göz ardı edilerek radyasyon kaynaklarının gereğin ötesinde kullanılması da gereksiz doz alınmasına neden olmaktadır" diye konuştu. Prof.Dr.Öztürk, tıbbi uygulamalarda radyasyon dozunun azaltılması için, iyonizan radyasyon içeren tanı ve tedavi yöntemlerinin bilinmesi, gerekliliklerinin tekrar sorgulanması, tıbbi işlemin mümkünse önce iyonizan radyasyon içermeyen yöntemlerle yapılmasının sağlanması gibi tedbirlerin alınması gerektiğini ifade etti. "Bunların sonucunda eğer iyonizan radyasyon içeren cihazların kullanılması gerekliyse mümkün olan en düşük dozun alınması (optimizasyon) hedeflenerek işlem yapılmalıdır" diyen Prof.Dr. Öztürk, buna ALARA (As Low As Reasonably Achievable) prensibi dendiğini söyledi. Sonuç olarak, gelişen teknolojiye paralel olarak insanın birçok teknoloji ürününün zararlı etkileriyle yüzleşmek durumunda olduğunu anlatan
Prof.Dr.Öztürk, sözlerine şöyle devam etti: "Tıbbi uygulamalar nedeniyle alınan iyonizan radyasyon miktarı da önemsenecek düzeyde artmıştır. Bu nedenle her tıbbi uygulamada bilimsel veriler, ulusal ve uluslararası kurallara bağlı olarak oluşturulmuş radyasyondan korunma ilkelerinin (gereklilik, uygulamada etkinlik ve izin verilen doz sınırlarına uyma) titizlik ve özenle uygulanması gerekmektedir."
SAĞLIK SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN GÖRÜNTÜLEME HİZMETLERİNE YANSIMALARI
Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof.Dr. Nevra Elmas, 'Sağlık Sistemindeki Değişikliklerin Görüntüleme Hizmetlerine Yansımaları ve Görüntülemenin Kötüye Kullanımının Toplum Sağlığına Etkileri' konusunda bilgi verdi. Radyoloji alanında sorunlardan birinin sağlıkta dönüşüm modelinin radyoloji alanına yansıyan olumsuz etkileri olduğunu ifade eden Prof.Dr. Nevra Elmas, radyolojinin günümüzde herhangi bir sağlık sorunu nedeniyle sağlık merkezine başvuran tüm hastaları dolaylı olarak ilgilendiren bir bilim alanı olduğunu, hiçbir hastalık tanısının radyolojik inceleme olmaksızın konulamaz duruma geldiğinin altını çizdi. Prof.Dr.Elmas, "Radyoloji parkları klasik röntgen görüntüleri, ultrason, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme yöntemleriyle zenginleştirilmiş ve kuşkulu hastalık tanısı için tercih edilmesi gereken cihazın kararında klinik hekimler zorlanmaktadır. Bu modaliteler arasında klasik röntgen ve bilgisayarlı tomografi çalışma prensiplerinde X ışını gerektirdiğinden özellikle çocuk hasta grubunda radyasyonun sakıncalı etkileri gözönüne alınarak çok hassas olunması gerekmektedir. Ultrason ve manyetik görüntüleme yönteminde herhangi bir zarar verici etken söz konusu değildir. Ancak, cihazların mali portreleri ve inceleme süreleri gözlendiğinde manyetik rezonansın daha seçici durumlarda kullanılma gerekliliği söz konusudur" dedi.
Radyoloji alanında Türkiye'de de kullanılan cihazların, yurt dışındaki tetkik ücretleri gözden geçirildiğinde bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans için en düşük rakamların Avrupa'da 250 euro, Amerika'da 1000 dolardan başladığını hatırlatan Prof.Dr. Elmas, "Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığının biçtiği değer bilgisayarlı tomografi için 59 TL, manyetik rezonans için 71.5 TL olarak kararlaştırılmıştır" diye konuştu. Bunun sonucu olarak kamu ve üniversite hastanelerinin istenilen fazla sayıdaki incelemeler nedeniyle talepleri karşılayamayacak konuma geldiğini belirten Elmas, şunları söyledi: "Taleplerin bu denli artışı sonucu dışarıdan hizmet satın alımı firmaları sahnede rol almaya başlamışlardır. Zaman içinde hizmet satan firmalar hipertrofiye olurken, kamu kurumlarımda çalışmakta olan meslektaşlarımız inaktif hale getirilmeye başlanmıştır. Zamanın ilerlemesi ile mağduriyetleri daha da artmaktadır. Günde cihaz başına düşen hasta sayısının artışı ve özel hizmet sektöründe inceleme ücretlerinin maliyetin altına düşürülmesi kaliteli hizmet sınırlarını zorladığından, tanısal yeterlilikten yoksun incelemeler tekrarlanmak zorunda kalmaktadır. Bu da hastaların aldıkları radyasyon ile kontrast madde miktarını artırdığından uzun veya kısa vadeli yaşam tehdidine kadar gidebilen yan etkiler oluşturmaktadır"
DEĞERİNİN ALTINDA İNCELEME YÖNTEMLERİ SAĞLIĞI TEHDİT EDİYOR
Sağlıkta dönüşüm çerçevesinde değerinin altında sağlanan inceleme yöntemleriyle insan sağlığının tehdit altında olduğuna dikkat çeken Prof.Dr.Nevra Elmas, sonuç olarak radyolojik incelemeye ulaşımın hasta açısından son derece kolaylaşırken, düşük fiyat politikasıyla kaliteden ödün verilmiş incelemeler nedeniyle hastanın sağlığına kavuşamadığını söyledi. Prof.Dr. Elmas, "Amaçlarımızdan birinin toplum sağlığını korumak, radyolojik kaliteyi topluma kazandırmak, mükerrer incelemelerin önüne geçmek olduğundan Türk Radyoloji Derneği tarafından hazırlanmış bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans ve mammografi inceleme standartları Sağlık Bakanlığı ile işbirliği çerçevesinde bakanlık ve dernek üyelerinden oluşturulmuş Standartlar Komisyonunca denetleme sürecine alınmıştır. Amaç ülke genelinde radyolojik kalitenin sağlanması ve hastalarımızın en kısa yoldan kaliteli incelemeler ile en doğru tanıyı alabilmesidir" şeklinde konuştu.
RADYASYON PERSONELİ ÇALIŞMA KOŞULLARI VE NÖBET
Çalışan sağlığı ile ilgili olarak ise radyologların meslek riski nedeni ile yasal olarak çalışma saatlerinin haftada 35 saat, günde 7 saat olduğunu da hatırlatan Prof.Dr.Elmas, gece nöbeti için geçen sürenin haftalık 35 saatten düşülmesi gerekliliği Sağlık Bakanlığı yönetmeliğinde yayınlandığını, durum böyle iken, tek radyologlu bazı merkezlerde başhekim yetkisi ile radyologlar her akşam icapcı nöbete zorlandığını ve sabahı bekleyebilecek bir hasta için bile radyolog yatağından kaldırıldığını söyledi.
Prof.Dr. Elmas, bu uygulamanın altında yatan en önemli nedeni şöyle anlattı: "2002 ile 2010 yılları arasındaki radyolog kontenjanlarında yüzde 50'lere ulaşan azaltma yatmaktadır. Bu şekilde kadro sayısı düşürülürken, yine aynı yıllara ait istatistikler, BT ve MR taleplerinde yüzde 300-yüzde 700 oranında artışı göstermektedir. Uzman radyolog dağılımı ise özel sektörde gittikçe artan bir ivme kazanırken, kamu kurumlarında sayı azalmaktadır. Sonuç olarak kaliteden ödün verilerek elde olunan incelemelere çözüm olarak Sağlık Bakanlığı ile işbirliği çerçevesinde standartlar komitesi oluşturulmuştur ve bu komite elde olunan görüntüleri denetleme yetkisine sahip olacaktır. Bu şekilde kaliteli bir inceleme sağlanırken, kaliteli bir incelemenin gerektirdiği fiyat standartları da tekrar masaya yatırılabilir."
HER YIL 36 ERKEKTEN BİRİ PROSTAT KANSERİNE YENİK DÜŞÜYOR
Manyetik rezonans görüntüleme ve multiparametrik manyetik rezonans teknolojisinde son dönemde kaydedilen gelişmeler sayesinde prostat kanserinin kolaylıkla tespit edilebildiğini ve tümörün davranış özelliklerinin belirlenebilidiğini ifade eden Avrupa Ürogenital Radyoloji Derneği Prostat Kanseri Çalışma Grubu Üyesi Doç. Dr. Ahmet Tuncay Turgut ise prostat kanseri görülme sıklığı ve prostat kanserinin toplum sağlığı açısından taşıdığı örem konusunda bilgi verdi. Doç.Dr. Turgut, tapılan araştırmalarda, gelişen hayat standartları sayesinde yaşam beklentisinin artmasına paralel olarak özellikle 65 yaş üzerinde olmak üzere kanser vakalarında önümüzdeki otuz yıl içinde 3 kat artış meydana geleceğinin hesaplandığını söyledi. Bu durumun ağırlıklı olarak bir ileri yaş hastalığı olan prostat kanseri için de geçerli olduğunu anlatan Turgut, sözlerine şöyle devam etti: "Prostat kanseri genel olarak orta yaşı geçmiş erkeklerde en sık tanı konan kanser olup tüm kanser vakalarının yüzde 11'inden ve kanserden ölümlerin yüzde 9'undan sorumludur. Çok çarpıcı bir veriyle devam etmek gerekirse, yapılan araştırmalar her 6 erkekten birinin yaşamı boyunca prostat kanserine yakalanacağını göstermiştir. Prostat kanseri tüm dünyada erkeklerde kansere bağlı ölüm nedenleri arasında akciğer kanserinden sonra ikinci durumdadır. Bu çerçevede her 36 erkekten birinin prostat kanseri nedeniyle hayatını kaybettiği düşünülmektedir. Tüm dünyada yılda 900 000 hasta prostat kanseri tanısı alırken, her yıl 258 000 hasta prostat kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Benzer şekilde ABD'de 2012 için öngörülen yeni olgu sayısı 241 740, ölüm sayısı ile 28 170'dir. Mevcut artış trendinin devam etmesi durumunda 2030 yılında dünyada her yıl 1,7 milyon yeni olgu ve 500 000 ölüm görüleceği düşünülmektedir."
Görüntüleme teknolojisindeki baş döndürücü hızdaki gelişmeler sayesinde, kanserli hastaya yaklaşımda radyolojik değerlendirmenin çok temel bir konuma geldiğinin altını çizen Turgut, görüntüleme sayesinde elde edilen tümöre ait yapısal, metabolik ve fonksiyonel bilgilerin, uygulanacak tedavi yaklaşımını doğrudan belirler hale geldiğini söyledi.
Radyoloji alanında son dönemde kansere yaklaşımı önemli ölçüde değiştiren gelişmelerin başında PET-BT, MR-PET, prostat kanseri tanısında kullanılan MR-TRUS füzyon tekniğinde olduğu gibi hibrid görüntüleme teknikleri geldiğini ifade eden Doç.Dr.Turgut, sözlerini şöyle sürdürdü. "Bu sayede farklı modalitelerle elde edilen ve kanserin evrelemesinde ve tedavinin planlanmasında tamamlayıcı role sahip bilgilerin daha etkin ve sinerjistik olarak kullanımı mümkün hale gelmiştir.Yine tümörü daha erken evrede gösterebilen teknikler sayesinde uygulanan tedavilerin etkinliği artmış ve kanser sonrası sağ kalım oranlarında önemli artış kaydedilmiştir. Daha da önemlisi, kanserli dokunun ve vücuttaki yerleşiminin erken dönemde ve doğru olarak gösterilebilmesi sayesinde büyük ameliyatlarda olduğu gibi komplikasyon oranlarının yüksek olduğu tedavi yöntemlerinin yerini giderek artan oranda uygulanan görüntüleme eşliğinde uygulanan ve hasta konforunun ön planda tutulduğu minimal invazif tedavi teknikleri almaktadır."
TÜRKİYE'DE DURUM
Doç.Dr. Turgut, Türkiye'de meme kanseri, rahim ağzı kanseri ve kalın barsak kanserine yönelik Sağlık Bakanlığı tarafından toplum tabanlı tarama programları uygulandığını ve bu konuya ilişkin çalışmalarda Sağlık Bakanlığı'na bağlı olarak faaliyet gösteren ve hemen her ilde bulunan KETEM (Kanser Tarama ve Eğitim Merkezi) Merkezleri tarafından yürütüldüğünü ve kanser taramasına yönelik farkındalığın artırılmasına çalışıldığını kaydetti. Doç.Dr. Turgut, "Ayrıca, Toplum Sağlığı Merkezlerinde aile hekimleri tarafından da gerekli bilgilendirme yapılmaktadır" dedi. Buna rağmen kanser taramaları konusundaki farkındalığın orta düzeyde olduğunu belirten Doç.Dr. Turgut, sözlerini şöyle tamamladı: "Kanser tanısı ve tedavisine yönelik olarak tıbbi cihazlar bakımından iyi durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Ülkemizdeki kamuya ait veya özel pek çok sağlık kuruluşunda bu konuda yeterli donanımın bulunmaktadır. Bu konuda insan gücü eğitimine yönelik çalışmalarımız Tük Radyoloji Derneği tarafından şu anda gerçekleştirilmekte olan kongremizde olduğu gibi çeşitli platformlarda etkin bir biçimde sürdürülmektedir. Ek olarak kanser konusunda toplumsal duyarlılığın artırılmasının kansere karşı verdiğimiz savaşın kazanılmasında büyük önem taşıdığı açıktır." - ANTALYA