Babasıyla birlikte Ayasofya'da uzun yıllar çalışan Doç. Dr. Kaya Üçer, yaşadığı unutulmaz anılarını anlattı Açıklaması
Uzun yıllar Topkapı Sarayı ve Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin restorasyon süreçlerinde yer alan Doç. Dr. Kaya Üçer, Ayasofya'nın cami olmasıyla birlikte gerçek kimliğine kavuştuğunu söyledi.
Uzun yıllar Topkapı Sarayı ve Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin restorasyon süreçlerinde yer alan Doç. Dr. Kaya Üçer, Ayasofya'nın cami olmasıyla birlikte gerçek kimliğine kavuştuğunu söyledi.
Topkapı Sarayı'nda yarım asrı aşkın baş nakkaş olarak çalışan Hamit Üçer'in oğlu ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Meslek Yüksekokulu Mimarlık ve Şehir Planlama Bölümü öğretim görevlisi Üçer, Ayasofya'da babasıyla birlikte yaşadığı, tanıklık ettiği unutulmaz anıları ve onarım sürecinde öğrendiği ilginç noktaları AA muhabirine anlattı.
Üçer, babasının vasıtasıyla kalem işi alanında sanatkarlığa başladığını ve işini çok sevdiğini dile getirerek, babası Hamit Üçer'in bu sanatın öncülerinden olduğunu söyledi.
Henüz küçük yaşlardayken babasıyla Topkapı Sarayı'na gittiğinde, avluda top oynayarak çocukluğunun geçtiğini belirten Üçer, "O sebeple sonrasında içinde büyüdüğümüz bir sanatın uygulamasını yapar olduk. Ben şu an Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Mimari Restorasyon programında Gelenek Türk Sanatları Bölümü'nde kalem işi derslerini veriyorum. Bir baba işi mesleğini yürütmenin ayrıca gururunu da yaşıyorum." dedi.
Kaya Üçer, MSGSÜ'den Geleneksel Türk Sanatları tezhip bölümündeki eğitiminin ardından, babasının yönlendirmesiyle 3 yıl meslekte başkalarının yanında çalıştığını ifade ederek, şöyle devam etti:
"Okulun yaz tatillerinde, babamın yanında çalışmaya başladığımda da ilk işim düşen fırçaları yerden toplamaktı. Aşağıdan boya getirmek, su taşımaktı. İlk başta 'ben hep bu işi mi yapacağım' diyorsun ama sonra anlıyorsun ki, aslında bu usta- çırak ilişkisi eğitimin önemli noktalarından biri. O iskeleye alışman, merdivenden inip çıkışın hepsinin bir tecrübesi gerekiyor. Babam sanatının yanı sıra bize bu tecrübeleri de kazandırdı. İskelede nasıl hareket edileceğini, boyanın nasıl hazırlanacağını bütün bunları el melekesiyle, tecrübeyle kazanmamızı sağladı."
"Türkiye'nin ve dünyanın pek çok kutsal mabedinde çalışma imkanı bulmuş şanslı kişilerdeniz"
Ayasofya'nın müze dönemindeki restorasyonunda da babasıyla birlikte görev aldığını aktaran ve pek çok anıya sahip olduğunu dile getiren Üçer, şunları kaydetti:
"Ayasofya'da 1980'li yıllarda ilk çelik iskele kurulduğunda ben oradaydım. Hatta ben daha öncesinde Ayasofya'nın içinde ahşap iskele kuruluyken de çalıştım. Geriye dönüp baktığımda Ayasofya'nın restorasyon merhalelerinde keyifli noktaların içindeymişim. Babamla Ayasofya'nın içindeki kalem işi çalışmaları sırasında beraber olmak birçok hikayeyi de beraberinde getirdi. Mesela Ayasofya'nın kubbesinde çalışırken akşam mesai yapıyoruz, hafif alacakaranlık ve içerisi oldukça sessiz ve bir ilahi, dua sesi duymaya başladık. İlk önce tek bana mı ses geliyor diye düşündüm. Arkamdaki arkadaş da sesi duydu. Aşağı bakıyoruz, kimse yok. Ayasofya kapalı. Sonra babamın yanına gittik, 'git Sultanahmet Camisi'ne birini yolla, bak bakalım orada dua okuyan biri var mı?' dedi. Yolladık bir elemanı, sonra geldi ve 'evet, haftaya bir Kur'an-ı Kerim okuma yarışması varmış ona hazırlanıyorlar' deyince, babam da 'işte cevabınızı aldınız' dedi. Yani Ayasofya ile Sultanahmet arasında yer altındaki kanallar ile o sesin bize ulaşması pek çok noktaya çekilebilir, ama bizim için o an bir korku unsuruydu."
"Ayasofya gerçek kimliğine kavuştu"
Üçer, Ayasofya'nın camiye dönüşmesinin mutluluk verici olduğunu söyleyerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Biz Türkiye'nin ve dünyanın pek çok kutsal mabedinde çalışma imkanı bulmuş şanslı kişilerdeniz. Babamın 1960'lı yıllarda Mescid-i Aksa'da yaptığı onarımlar da var. Süleymaniye Camisi'nde yaptığımız çalışmalar da. Ama bunlardan en önemlisi tabii ki Ayasofya. Yıllarca Ayasofya müzeydi. Ama Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmesiyle birlikte aslında fethin mührü Ayasofya'nın cami olmasıydı. Burası gerçekten cami olarak kullanılmalıydı. Uzun zaman bunun için bekledik. Çünkü Floransa'da Katedrale gittiğim zaman bizi ön kapıdan alıyorlar, hatta para da alıyorlar ama cemaat yan kapıdan girerek dini ibadetlerini yerine getiriyor. Siz turist olarak orayı ziyaret edebiliyorsunuz. Biz niye Ayasofya'yı böyle yapmayalım ki? Allah'tan oldu. Şimdi turistler de giriyor, kullanıyor. Onlar için güzel bir yanı da var, ücret ödemiyorlar artık. Böyle bir kutsal mabedin bizler tarafından kullanılamıyor olması dini açıdan bir boşluktu ve o boşluk da giderildi. Bundan sonra da inşallah bu şekilde kullanılmaya devam eder. Bence şu an Ayasofya gerçek kimliğine kavuştu."
"Bu tür yapılarda elinizin hep üzerinde olması gerekiyor"
Ayasofya'nın kutsal bir mabet olmasının yanı sıra hacmiyle, içerisindeki mozaiklerin özellikleriyle bir sanat eseri olduğunu vurgulayan Üçer, "Ayasofya, bu kadar yıl, uzun süre ayakta kalan bir yapı. İstanbul'un depremleri çok meşhur. Yani bu kadar depremi olan, badire atlatan İstanbul'da bu tür mekanların ayakta kalıyor olmasının tabii ki yapılan destekleme çalışmaları, restorasyonlarla da bağlantısı önemlidir. Ayasofya'nın ben kaç restorasyon geçirdiğini hatırlamıyorum. Kendimi bildim bileli Ayasofya hep restorasyonda. Ama bu tür yapılarda elinizin hep üzerinde olması gerekiyor. Ayrıca bu işler tabii Indiana Jones filmleri gibi. Her yaptığınız restorasyonda yeni bir macerayla karşılaşıyorsunuz." dedi.
Doç. Dr. Kaya Üçer, Ayasofya'da uzun yıllar farklı restorasyon teknikleri kullandığına işaret ederek, şu bilgileri verdi:
"O tekniklerden birisi de sıvalarla ilgili bir uygulama. 1980'li yıllarda yaptığımız restorasyonda bilim heyetimiz hazırlanan horasan sıvanın içerisinde geleneksele uygun olarak yumurta akının kullanılmasını istedi ve hazırlanan harcın içine yumurtanın akı belirlenen oranda ilave ediliyordu. Şimdi yumurta akını kullanıyorsunuz ama sarısı da elinizde kalıyordu. Burada bir, iki kahvaltı derken bütün personele kalan yumurtalar dağıtıldı. Öğlen de kullanıldı, yenildi. Baktık sadece yumurta olmuyor, menemen olmaya başladı. Menemenden sonra da yumurtalı çiğ köfte yapma durumuna kadar geldi. Fakat bir yerden sonra personelimizde yumurta alerji yaptı ve yumurta vermeyi kestik. Bundan sonra kalan yumurta sarıları Çocuk Esirgeme Kurumuna verildi. Bizim için de böyle hoş bir anı olarak, yumurtanın akını sıva harcında kullanmak ve sonuçlarını görmek enteresan bir tecrübeydi."
"Ayasofya'nın kubbesinin merkezine bile dokunmak ayrı bir keyif"
Ayasofya'nın en kapsamlı restorasyonunu 1847- 1850 yılları arasında geçirdiğini belirten Üçer, "İtalyan mimar Fossati, burada büyük uygulamalar yapıyor. Onun buradaki bazı uygulamaları da çok meşhurdur. Fossati, yanında çalışan bir sanatkara kubbeden dökülen mozaiklerle Sultan Abdülmecid tuğrasını yaptırtıyor ve o tuğra bugün Ayasofya'nın girişinde sergilenmekte. O dönemde restorasyon sonrası yapılan açılışta muhtemelen padişaha bir jest olarak bu eser sunuldu." şeklinde konuştu.
Üçer, Ayasofya'nın kubbesinin çeşitli özelliklere sahip olduğuna da dikkati çekerek, şunları anlattı:
"Ayasofya'nın bir restorasyonu sırasında kubbede çalışırken 2, 3 ay sonra baktık ki personel pat, pat diye düşüyor ve denge kaybı görülmeye başlandı. Doktora götürdük çalışanları ve doktor Ayasofya'da teneffüs edilen havadan örnek alınması gerektiğini söyledi. Baktılar ve sonuç olarak anlaşıldık ki, aşağıda oluşan sıcak hava yukarıda toplanıyor ve biz nefes aldığımızda yukarda bir süre sonra orta kulakta denge kaybına sebep oluyordu. Personel bu yüzden pat pat diye düşüyordu. Sonra o personelleri orada çalıştırmamaya başladık ama çözüme şöyle ulaştık. Bir gün babam kubbeye çıktığında 'niye burası bu kadar havasız, buranın havalandırması olması lazım.' dedi. Sonra 'bak burada kol girecek kadar delikler var aslında bunlar hava delikleri, buradan hava gidip gelmiyor. Demek ki yukarıda kurşun kaplarken bu hava deliklerini kapatmışlar.' dedi. Kurşun ustası o delikleri açtığı anda kubbenin havası değişti. Kolunuzu uzattığınızda yukarı doğru elinizin çekildiğini hissedebilecek kadar iyi bir havalandırma sistemini olduğunu anladık. Kubbede bu durum düzetildikten sonra çalışanlarda bu hastalık kesildi."
"Restorasyon alanında derin bir tecrübeye sahibiz"
Ayasofya'nın kubbesinde örümcek ağı olmaması adına bir dönem konulan deve kuşu yumurtalarını da restorasyon sürecine başlamadan eşi Münevver Üçer'le birlikte indirdiklerini dile getiren Kaya Üçer, "Ayasofya'nın kubbesinin merkezine bile dokunmak ayrı bir keyif. Kaldı ki yüzyıllara tanıklık etmiş o yumurtaları oradan almak da ayrı bir keyifti. Yaşadığımız tatlı anılardan birisi." ifadelerini kullandı.
Üçer, Türkiye'nin şu anda restorasyon alanında belli bir noktaya geldiğine ve oldukça ilerleme kaydettiğine dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Şu anda Ayasofya içerisine girdiğimizde uzun yıllardır süregelen iskelenin orada olmadığını görebiliyoruz. Artık sadece gerekli olan zamanlarda gerekli müdahaleler için kuruluyor. Biz bu kadar tarihi esere sahip bir ülke olarak dünyaya tarihi eser restorasyonu da satıyor olmalıyız. Yani kendi yerel restorasyon mantığımızı oluşturup, yerel restorasyon malzemelerimizi kullanıp çevre ülkelere de bunu pazarlıyor olabilmemiz lazım. Çünkü biz gerçekten derin bir tecrübeye sahibiz. Bu tecrübeyi eğitimimizin yanı sıra bilfiil uygulayarak edinmiş bir topluluğuz. Hızla da gelişmekte olan bir sektör aslında bizde restorasyon ve Ayasofya'nın restorasyonları da bu bağlamda eğitici, öğretici restorasyonlardandı. Tabii ki gençlerin son 30 yıldır bu konuya ilgisinin artması, bizlerin de bu konularda kendimizi ilerletmesi kalem işi sanatının da belli bir noktaya ulaşmasını sağladı."