Cumartesi Annesi Hanife Yıldız: Anneler Günü'nün Benim İçin Bir Anlamı Kalmadı, Anneliğim Elimden Alındı
Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini öğrenmek ve faillerin yargılanması için adalet talebiyle 998'inci kez Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldi. Bu hafta açıklamasında gözaltında kaybedilen Halil Alpsoy ve Kasım Alpsoy’un akıbetini soran Cumartesi Anneleri, Anneler Günü’nü hatırlatarak, "Bizi unutmayın" dedi. 29 yıldır gözaltında kaybolan oğlunu bulmak için mücadele eden Cumartesi Annesi Hanife Yıldız, "Yarın Anneler Günü evladımı kaybetmekle birlikte anneliğimi de ben kaybettim. Hiç bir anne evlatsız bırakılmasın. Ömrümün çoğu oğlumu aramakla geçti. Bundan sonra ne kadar yaşarım ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Herkes evladına baktığı zaman bir de bizi hatırlasın. Çocuklarıyla oturup yemek yediklerinde zaman bizi hatırlasınlar. Ben bu ülkede 20 yıl çalıştım. Bastığımız her taşta benimde emeğim var ama çocuğuma bir mezar hakkı verilmedi. Anneliğimde elimden alındı, çocuğum elimden alındı" dedi.
HABER: EDDA SÖNMEZ / KAMERA : MEHMET ÇALPAR
(İSTANBUL) - Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetini öğrenmek ve faillerin yargılanması için adalet talebiyle 998'inci kez Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldi. Bu hafta açıklamasında gözaltında kaybedilen Halil Alpsoy ve Kasım Alpsoy'un akıbetini soran Cumartesi Anneleri, Anneler Günü'nü hatırlatarak, "Bizi unutmayın" dedi. 29 yıldır gözaltında kaybolan oğlunu bulmak için mücadele eden Cumartesi Annesi Hanife Yıldız, "Yarın Anneler Günü evladımı kaybetmekle birlikte anneliğimi de ben kaybettim. Hiç bir anne evlatsız bırakılmasın. Ömrümün çoğu oğlumu aramakla geçti. Bundan sonra ne kadar yaşarım ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Herkes evladına baktığı zaman bir de bizi hatırlasın. Çocuklarıyla oturup yemek yediklerinde zaman bizi hatırlasınlar. Ben bu ülkede 20 yıl çalıştım. Bastığımız her taşta benimde emeğim var ama çocuğuma bir mezar hakkı verilmedi. Anneliğimde elimden alındı, çocuğum elimden alındı" dedi.
Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini soran ve faillerin yargılanması talebiyle İstanbul-Beyoğlu'nda 1995'ten bu yana eylem yapan Cumartesi Anneleri, bugün Galatasaray Meydanı'na karanfil bırakarak açıklamalarını okudu. Cumartesi Anneleri bu hafta, Halil Alpsoy ve Kasım Alpsoy için adalet istedi.
"YARIN, CUMARTESİ ANNELERİ'NE KARŞI DUYARSIZLIĞINIZIN SON GÜNÜ OLSUN"
Yapılan açıklamada, "Yarın Anneler Günü. Yarın Anneler Günü'nü kutlarken Cumartesi Annelerini unutmayın… Bir yandan evlatlarının mezarlarına ulaşmak için ömürlerini tüketirken bir yandan da evlatları her an gelecekmiş gibi giysilerini ütülü, hemen uzanacaklarmış gibi yataklarını temiz tutan anneleri hatırlayın… Evlatlarının 50 yıl, 40 yıl, 30 yıl önce olduğu gibi anahtarlarıyla kapıyı açıp 'anne ben geldim' diyen seslerini duymayı umut etmekten hiç vazgeçmeyen anneleri hatırlayın… Yarın, Cumartesi Anneleri'ne karşı duyarsızlığınızın son günü olsun…" denildi. Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
Bu haftaki basın metnini İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, okudu. Arcan şunları söyledi:
"ÇOCUKLUKTAN KALMA İZDEN TEŞHİS EDİLDİ"
"998. haftamızda yine kayıplarımızla buluşma mekanımız olan Galatasaray Meydanı polis bariyerleri ile kapatılmış durumda. Kayıplarımızın fotoğrafları ve onların mezarlarına bırakamadığımız karanfillerimizle polis bariyerlerinin önündeyiz. 998. haftamızda bizi Galatasaray'a çıkmak zorunda bırakan inkar ve cezasızlık politikalarının bir örneği olarak Halil ve Kasım Alpsoy dosyalarını kamuoyu ile paylaşıyoruz. 37 yaşındaki Halil Alpsoy, 12 Mayıs 1994 gecesi eşi ve 40 günlük bebeğiyle birlikte akraba ziyaretinden dönüyordu. İstanbul Kanarya'daki evinin önünde bekleyen polisler tarafından gözaltına alındı. Eşi itiraz edip bağırıp yardım istediğinde, kimliklerini gösteren polisler, "Merak etme. Karakola kadar götürüyoruz. Yarım saat sonra gelir" dediler. Beyaz Toros araçla götürülen Halil Alpsoy bir daha evine dönemedi. 18 gün sonra, işkenceden tanınmaz hale gelmiş bedeni, İstanbul'a 530 km uzaklıktaki Kırıkkale'de ormanlık bir alanda bulundu. Üzerinde kimliğini belirlemeye yarayacak hiçbir şey yoktu. Halil'in gözaltındayken ceketinin astarına gizlice yazdığı anlaşılan evinin telefon numarası, onun cansız bedeninin bulunmasını sağlamıştı. Kardeşleri, tanınmaz hale gelmiş Halil'i, elindeki çocukluktan kalma izden teşhis edebildi.
"DEVLETİN EVRENSEL HUKUK NORMLARI İÇİNDE HAREKET ETMEK ZORUNDA OLDUĞUNU HATIRLATMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ"
Halil Alpsoy'un gözaltına alınmasından bir hafta sonra, 18 Mayıs 1994 günü sabaha karşı polisler, amcasının oğlu Kasım Alpsoy'un Adana'daki evine baskın yaptı. Uzun menzilli silah taşıyan çelik yelekli, maskeli polisler, 30 yaşındaki Kasım Alpsoy'u gözaltına aldı. Seyhan İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürülen Alpsoy, burada içinde istihbaratçıların da bulunduğu bir ekip tarafından sorgulandı. Gözaltına alındığı günün akşamı Kasım Alpsoy'u serbest bırakıp kimliğine el koydular. "Yarın gel. Kimliğini al!" dediler. Eve döndüğünde işkenceden perişan haldeydi. Ertesi gün, kimliğini almak üzere bir akrabasıyla birlikte Seyhan İlçe Jandarma Komutanlığı'na gitti. Akrabası tüm gün kapıda bekledi, ancak Kasım Alpsoy girdiği o binadan bir daha çıkamadı. Ailelerinin tüm girişimlerine rağmen, 30 yıldır devletin yetkili makamları onların akıbetlerini açığa çıkaracak, sorumluları tespit ederek, cezalandırılmalarını sağlayacak araştırma ve soruşturmalar yapmadı. Bugün bir kez daha adli makamları, Halil ve Kasım Alpsoy'un gözaltında kaybedilmesi ile ilgili olarak adil, tarafsız ve etkin bir soruşturma başlatmak için göreve çağırıyoruz. Kaç yıl geçerse geçsin Halil ve Kasım Alpsoy için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz"
"HİÇ BİR ANNE EVLATSIZ KALMASIN"
23 Şubat 1995 tarihinde kendi elleriyle polise teslim ettiği ancak bir daha haber alamadığı oğlu Murat Yıldız'ın akıbetini öğrenmek için 29 yıldır mücadele eden Cumartesi Annesi Hanife Yıldız, ANKA Haber Ajansı'na şunları anlattı:
"29 yıl oldu, düşünün çeyrek asır oldu. Evladımı kaybettikleri yetmediği gibi bir de bunun zulmünü yaşıyorsunuz. Yarın Anneler Günü evladımı kaybetmekle birlikte anneliğimi de ben kaybettim. Çünkü tek evladımdı. Tek dayanağım. Onunla birlikte tek başına yaşadık. Her şeye göğüs gerdik 19 yaşına kadar. Ne yazık ki onun cahilliğinden, benim cahilliğimden evladımı kendim devlete güvenerek 'yanlış bir şey yaptı' diye götürdüm. 'Sen bunu yapamazsın bizim devlete karşı gelecek gücümüz mü var' diye götürdüm. Ama ne yazık ki 23 Şubat 1995 itibaren bu acıyla, evlat hasretiyle yaşıyorum. Kendi annemi çok önceden kaybettim. Annemin mezarı köyde. Annemin mezarına gidemiyorum. Benim oğlum da kaybedildi. Oğlumda benim Anneler Günümü kutlamıyor. Ben yine de evlatlarıyla yaşayan tüm annelerin Anneler Günü'nü kutlarım. Hiç bir anne evlatsız bırakılmasın.
"ANNELİĞİMİ KAYBETTİM"
Anneler Günü'nün benim için bir anlamı kalmadı. Çünkü ben anneliğimi de kaybettim. Bir annenin gününün anlamlı olması için ya evinde çocuğun olacak ya da torunların olacak, gelecekler Anneler Günü'nü kutlayacak, benim için öyle bir anlamı olur. Düşünün bir baykuş nasıl bir viranede oturuyor kendi kendine düşünüyor. Ben her bayram, her yılbaşı, her anneler gününde oturup düşünüyorum. Oğlumun sesi kulağımda çınlıyor ama kendisi yok. Bu kadar zulüm yeter diyoruz. Mesela bugün hayatını kaybeden annelerin fotoğraflarını elimizde tuttuk. Bu anneler evlatlarının akıbetini öğrenmeden, adalete ulaşmadan bir mezarı olmadan aramızdan ayrıldı gittiler. Ben de o anneler gibi olacağım diye düşünüyorum. O da ayrı bir üzüntü insana veriyor. Başkalarını anlatıyor torunlarım var diye. Benim yok. Oğlumun yerini tutacak, onun kokusunu bana tattıracak oda yok.
"ÇOCUKLARIYLA OTURUP YEMEK YEDİKLERİNDE BİZİ HATIRLASINLAR"
Artık bunu duymaları lazım. Bugün gerçekten hiç mi utanmadılar. O anneler evlatlarını aradılar ne adalete erişebildiler, ne akibetlerini öğrenebildiler onlar o acıyla hala mezarlarında rahat uyuyamıyorlar. Hepimiz acı içindeyiz. Herkes elini vicdanına koysun. Hem alanımız açılsın (Galatasaray Meydanı) hem çocuklarımız akibetini hem de adalet yerini bulsun diye uğraşıyoruz. Devlet diyor ki yumuşayalım. Yumuşamaları için önce o bariyerlerin kaldırılması lazım. En ağır acı evlat acısı, bunun yanına bir de kayıp acısı. İki acının ağırlığının yükünü yıllardır taşıyorum. Şunun şurasında ömrüme ne kaldı. Ömrümün çoğu oğlumu aramakla geçti. Bundan sonra ne kadar yaşarım ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Herkes evladına baktığı zaman bir de bizi hatırlasın. Çocuklarıyla oturup yemek yediklerinde zaman bizi hatırlasınlar.
"MEZARDA DA OLSA GİDİP OĞLUMLA KONUŞMAK HELALLEŞMEK İSTİYORUM"
Ben her yemeğe oturduğumda her lokmam boğazıma diziliyor. Biliyorsun inanamıyorsun. Acaba aç mı. Ben yolda biri para istediğinde ona dikkat ediyorum belki benim oğlumdur diye düşünüyorum. Bu çok ağır bir acı. Hiç bir anne kendisinden önce kızın veya oğlunun evladının mezarını görmek istemez. Buna bile razı olduk. Onu bile vermediler. Ben bu ülkede 20 yıl (fabrika işçisi olarak) çalıştım. Bastığımız her taşta benim de emeğim var ama çocuğuma bir mezar hakkı verilmedi. Anneliğim de elimden alındı, çocuğum elimden alındı. Ben oğlumun akıbetini öğrenmek ve annelik hakkımı mezarda da olsa gidip oğlumla konuşmak onunla helalleşmek istiyorum"