Haberler

Ferhat Jak İçöz: Bu dünyada kendimizden başka evimiz yok

Abone Ol

Instagram canlı yayın söyleşilerimi sizlerle paylaşacağımı bir önceki yazımda paylaşmıştım. Klinik Psikolog, Psikoterapist Ferhat Jak İçöz ile "Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği" kitabından yola çıkarak hayata dair bir sohbet gerçekleştirdik.

O kadar değerliydi ki paylaştıkları "söz uçar, yazı kalır" diyerek bu güzel anı yazıya döktük. Sevgili Jak'a ve yayın esnasında bizime olan herkese çok teşekkürler :)

"Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği" varoluşçu psikoterapi ve felsefeyle hataya dair 40 meseleyi ele alıyorsunuz. Kitap kesin çözüm, öneri formül vb içermiyor. "Kendin olmak" nasıl oluyor?

Aslında çok basit, sanırım biz işi olduğundan daha karmaşık hale getiriyoruz. Jean-Paul Sartre'ın çok ünlü bir sözü vardır; varoluş özden önce gelir diye. Burada Sartre'ın özden kast ettiği huylarımız, kişiliğimiz, sevdiklerimiz, tarihçemiz, aslında tüm kurgularımız. Şöyle bir test yapın kendinize; adınız Yeşim olmasaydı yine var olur muydunuz? Gazeteci olmasaydınız yine var olur muydunuz? Anne olmasaydınız, evli olmasaydınız? Evet, farklı biri olurdunuz ama var olurdunuz. Bunlar bizim özümüz, sonradan edindiklerimiz, kurgularımızla bezeli parçacıklar. Aslında var olmak en temeli, en basiti, ama en gizemlisi; hayattaysam, nefes alıyorsam, hala bir insan olarak gelecekte ihtimallerim varsa varım. Kendin olmak meselesini de bu çerçevede ele almak lazım. Zaten kendimim, başka kim olabilirim ki! Çok basit. Ama iş, kendime sahip çıkmadığımda, kendim dediğim, varoluş dediğim ne ise onu sırtlanmadığımda kitleniyor.

Ferhat Jak İçöz: Bu dünyada kendimizden başka evimiz yok

Kendini bilmek kendini tanımak kitabınızda yazdığınız gibi bana göre de ömür boyu süren yolculuk. Sürekli değişiyoruz (en azından kendi adıma söylüyorum) Daha canlı hissetmek için hele ki #evdekalhalimizde şu günlerde ne yapabiliriz?

Kesinlikle katılıyorum, kendini bilmek, kendini tanımak hiç bitmeyecek bir yol. İnsanlar bu tabiri biraz yanlış anlıyorlar. Kendini tanımak, bilmek bir mertebeymiş gibi. Sanki dünyada kendini tanıyan bilen aşmışlar ve bunu yapamamış şuursuzlar varmış gibi. Hiç de öyle değil. Aslında yaşadığımız her anda iki seçenek var karşımızda; yaşadığımızı kendimize dair bir şeyleri görmek üzere kullanmak, onun üzerine düşünmek veya öylemesine geldiği gibi yaşayıp geçmek. Canlı hissetmek için gerçekten kendinize yakın hissettiklerinizi yapın. Büyük küçük, sıradan ulvi diye ayırmadan. Temizlik olur, spor olur, muhabbet olur, uzun zamandır istediğiniz ağır eserleri okumak olur, yemek yapmak olur. Sizleri ne çekiyor, nelerden uzak durmak istiyorsunuz, kendinizi tanımak için muhteşem bir fırsat (hoş, bu fırsat hayatta olduğumuz sürece hiç bitmiyor zaten!).

Hayatın değerini biliyorduk şimdi daha çok biliyoruz. Şu an ne oldu da daha kıymetli geliyor? Daha çok mu kıymet biliyoruz?

İngilizce'de çok güzel bir tabir vardır; "taken for granted". Ya bu zaten benim hakkım deyip, zaten var deyip, o şeyin varlığının ne büyük bir mucize, fırsat, emek olduğunu görmezden gelmek. Sanırım hayatta olmak, en çantada keklik, en zaten var diye baktığımız şeylerden biri. Oysa ki hayatta olmamız gerçekten ne çok faktöre, şansa, kadere, çabaya bağlı! Sanırım bu günlerde bunu çok yoğun bir şekilde görmeye başladık. Hayatta olmak zaten hakkımız değil, gerçekten bir ayrıcalık. Her an bitebilecek bir ayrıcalık. Ne kadar yüklü, zor olsa da bir ayrıcalık.

Kaygılı bir bekleyiş içindeyiz. Siz "Varoluşçu felsefeye göre kaygı, canlı olmanın duygusu, deneyimidir." diyorsunuz. Gerçekten şu an sağlıklıyız ki kaygı duyuyoruz. Kaygıdan kurtulmak isteyenlerde olabilir ne yapmalılar, nasıl kurtulurlar?

Varoluşçuların bahsettiği kaygı ile gündelik hayatta kullandığımız kaygıyı birbirinden ayırmakta fayda var. Aslında gündelik hayatta kaygı yaşamayız, bu aralar çok moda bir tabir olduğu için her şeye kaygı der olduk. Aslında orada başka bir duygu var. "Karantina çıkınca ekonomi ne olacak, işim olacak mı, çok kaygılıyım" dediğimizde aslında "işsiz kalmaktan çok korkuyorum" demeye çalışıyoruz. Ve ne kadar gerçek bir korku, öyle değil mi! O yüzden kaygıdan kurtulmak isteyenlere önerim kaygı dedikleri duygunun ne olduğunu keşfetmeye çalışsınlar. Duygularımız bize bir mesaj vermek için oradadır. Onu duymak çok değerli. İşimi kaybetmekten korkuyorsam işim benim için çok değerli demektir. Karantina uzadı diye sinirleniyorsam özgürlüğüm benim için pek kıymetliymiş meğer gibi.

Sürekli evin içinde aynı döngüyü yaşıyoruz. Aslında gerçek hayatta döngüler yaşıyoruz her zaman yaptıklarımız var en azından yemek içmek vb Neden şimdi daha çok bu duyguyu duyuyoruz?

Ne garip, aslında hayat hep döngülerden oluşuyordu. Aslında her gün aynı şeyi yapıyoruz. Nietzsche bu konuda bizi en net uyaran isim, döngülerin dışı diye bir şey yok. İnsan olmak demek döngüleri tekrar etmek demek. Ve ne kadar da çok döngümüz var bir yandan! Sanırım dışarıdan gelen uyaran sayısı azalınca, dikkatimizi dağıtacaklar azaldıkça kendimizle ve nasıl bir hayat kurduğumuzla daha birebir, daha direkt baş başa kaldık. Sanırım bu yüzden böyle hissediyoruz. Keşke kendimize öyle döngüler yaratsak ki tekrar etmekten hiç sıkılmasak…

Bunlar bitince bunları unutacağız, bitecek normal yaşama geri döneceğiz. Kişisel olarak aynı ben olmayacağımı düşünüyorum. Öğrendiklerimizi unutmamak için ne yapmalıyız?

Unutmak veya hatırlamaya çok önem veriyoruz. Bence unutmamız veya hatırlamamız çok da önemli değil. İnsan sadece bilişsel seviyede, hafızasıyla işlemez. Bilinçdışı, sedimentasyon diye bir şey var. Neyse, çok teknik bir yerlere girmeden şöyle cevap vereyim; unutun veya hatırlayın, bu süreç hepimizi bir şekilde etkiliyor, dönüştürüyor, şekillendiriyor. Her birimizi de farklı şekillerde. Dönüşmek kelimesinin genelde olumlu çağrışımları oluyor, ama bahsettiğim dönüşüm hiç de olumlu olmak zorunda değil. İyi veya kötünün, olumlu ya da olumsuzun ötesinde değişiyoruz. Anlayalım, kavramaya çalışalım, bu sürecin gör dediklerini görelim, sahip çıkalım ve sonra kendimizi hayat akışına bırakmaya devam edelim…

İlişkiler olmadan hayatta kalamayız. İlişkiler denince hemen kadın ve erkek ilişkileri geliyor. Oysa çevre, hayvanlar ve dünya ile de bir ilişki kurma zamanımız gelmedi mi?

İlişkiler olmadan hayatta kalamayızdan öte, ilişkilerden bahsetmezsek bir kendilikten, bir benden bahsetmek mümkün olmaz. İlişkiler tam da bizi şekillendiren. Ve evet, çok fazla belli "ilişkilere" odaklandık son birkaç on yıldır. Yakın ilişkiler, patron-çalışan ilişkiler, müşteri-satıcı ilişkileri… Bunların hepsinde ortak sorun çok sonuç odaklı bir odaklanma hali olması. Hayallerinizdeki partneri nasıl bulursunuz, nasıl daha çok para kazanırsınız, nasıl daha hızlı yükselirsiniz vesaire vesaire. Evet, gerçek dünyada bütün bunların bir yandan karşılıkları var, ama bir yandan da ne kadar kurgusal… Varoluşçuluğun ana iddiası bütün ıstırabımızın kendimizden, ötekinden, hayvanlardan, bize ev sahipliği yapan bu devasa ekolojik sistemden yabancılaşmamızdan kaynaklandığıdır. Bu açıdan bakınca gerçekten gözümüzü açıp parçası olduğumuz dünyanın karşımıza çıkan tüm unsurlarıyla manidar ilişkiler kurmak artık şart oldu. Bu, hem bizi kendimize taşıyacak hem de dünyayı daha yaşanır kılacaktır.

Mutlu olmak zorunda mıyız? Neden mutluluğa bu kadar takılmış durumdayız? Duygular, anlar, anılar da mutluluk vermez mi?

Hiç de mutlu olmak zorunda değiliz. Hatta bahsimi büyüteyim; hiçbir duyguyu yaşamak zorunda değiliz. Maalesef duygularla ilgili o kadar yalan yanlış eğitiliyoruz ki! Duygular bize nasıl bir dünyada yaşadığımıza, kendimize nasıl bir hayat kurduğumuza dair emarelerdir, işaretlerdir, mesajlardır. Duygular spontane ortaya çıkar, bir mesaj vermeye çalışır. Duyun diye. Ama biz ne yapıyoruz. Duygularımızı manipüle etmeye çalışıyoruz. Dönüp dolaşıp vardığımız yer yine kendimizden çok derin bir şekilde yabancılaşma. Bir önerim olacak; duygularınızdan nasıl bahsettiğinize dikkat edin. Ne zaman onlardan fazla, az, olmalıydı, olmamalıydı gibi cümleler kurarsanız, işte tam olarak kendinizden yabancılaştığınız anları yakalamış olursunuz.

Siz bugünleri nasıl geçiriyorsunuz?

Evde ve kendime tekrar etmem istediğim rutinler yaratarak.Tüm çalışmalarım, seanslarım, eğitimlerim online'a taşındı. Bilgisayar başında çok zaman geçiriyorum. Düzenli yoga pratiğimi yapıyorum, köpeklerimle bol bol zaman geçiriyorum, yemek, temizlik, bol bol okuma, bol bol Netflix. Sorumluluklarımı yerine getirdikten sonra kendime kulak vermeye çalışıyorum.

Son olarak anda kalmayı konuşabilir miyiz?

Ah, en favori konum! Ne kadar yanlış anladık şu anda kalma işini. Çoğu yerde iddia edilenin aksine aslında her an andayız. Daha zaman makinesi keşfedilmedi. Geçmişe veya geleceğe gidemem. Anda kalmak bence anda spontane bir şekilde ne deneyimliyorsak onları üzerine düşünebilmekle ilgilidir. Şu anda geçmişime dair bir yere gittiysem, aslında bu tam da o anıma dair bir şey anlatıyordur. Keza bu anda gelecekle ilgili bir hayal kuruyorsam, yine bu o anıma dair bana bir şeyler göstermeye çalışıyordur. Keşke bunları daha sıkı duymaya çalışsak, kendimizi oraya buraya çekiştirmek yerine.

Ferhat Jak İçöz: Bu dünyada kendimizden başka evimiz yok

Ferhat Jak İçöz kimdir?

Ferhat Jak İçöz;klinik psikolog ve varoluşçu psikoterapisttir. Psikanaliz, Gestalt terapisi, psikodrama, logoterapi, hatta yoga gibi farklı ekol ve disiplinlerde aldığı eğitimlerden sonra varoluşçu psikoterapiler alanında doktorasını tamamlamıştır. Psikoterapistliğin yanı sıra eğitmenlik, yazarlık, çevirmenlik, editörlük, süpervizörlük yapmakta ve öğretim görevlisi olarak dersler vermektedir. Terapi ve eğitim çalışmalarını kurucusu olduğu ve İstanbul'da bulunan Varoluşçu Akademi bünyesinde sürdürmektedir.

Kaynak: Haberler.com / Güncel

Jean Paul Sartre Haberler

Bakmadan Geçme

1000
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title