Görüş - Türkiye-Batı İlişkilerinde Krize mi Gidiyoruz?
15 Temmuz darbe girişimden başlayarak, zaten ciddi güven sorunu yaşayan Türkiye-Batı ilişkilerinin giderek daha da sorunlu, güvensiz, kırılgan hale geldiğini gözlemliyoruz.
FUAT KEYMAN - 15 Temmuz darbe girişimden başlayarak, zaten ciddi güven sorunu yaşayan Türkiye-Batı ilişkilerinin giderek daha da sorunlu, güvensiz, kırılgan hale geldiğini gözlemliyoruz. (Bu noktada, Batı derken, AB-Avrupa-Amerika'yı kastettiğimizi söyleyelim.)
Batı'nın 15 Temmuz darbe girişimine hızlı, net ve Türkiye'nin yanında yer alan yanıt ya da tepki vermemesi, Türkiye'de, sadece karar vericiler düzeyinde değil, toplumun her kesiminde kızgınlık ve hayal kırıklığı yaratmıştı. 2016'ın sonlarına geldiğimiz bugünlerde, Türkiye'de Batı'ya karşı güvensizlik, hayal kırıklığı ve kızgınlık daha da derinleşiyor ve yüksek sesle dile getiriliyor.
Sn. Cumhurbaşkanı, Sn. Başbakan, Sn. Dışişleri Bakanı, Sn. Avrupa Birliği Bakanı/AB Baş Müzakerecisi başta olmak üzere, AK Parti Hükümeti ve devlet yetkililerinden 2016 yılı sonunda ve 2017 yılı başında, Türkiye-Batı ilişkilerinde ciddi kararların alınacağına dönük beyanatları son günlerde sıklıkla duyuyoruz.
Bu beyanatları kısaca sıralayalım:
Bir, Ankara'da karar vericiler, Batı'nın, sadece 15 Temmuz darbe girişimine değil, Türkiye'ye ciddi güvenlik riski oluşturan teröre karşı da net ve Türkiye'nin yanında tavır almadığından şikayetçiler;
İki, Vize Serbestisinde eğer AB Türkiye için olumlu kararı bu yıl sonunda, yani Avrupa Konseyi'nin aralık sonunda yapacağı toplantısında almazsa, Ankara, bu sürecin kendisi için biteceğini açık olarak dile getiriyor;
Üç, Türkiye'nin teröre karşı mücadelesi üzerine AB ve Avrupa ülkelerinden gelen muğlak ve Türkiye'yi anlamayan, onun yanında yer almayan tavır, Ankara'nın, 2017 başında, Brexit, yani İngiltere'nin AB üyeliğinden çıkışına benzer bir "AB ile devam mı yoksa tamam mı" temelli referanduma gitme isteğini arttırıyor;
Dört, Cumburbaşkanı Erdoğan'ın, Özbekistan ziyareti dönüşünde, "Şanghay 5'lisi içerisinde Türkiye niye olmasın?" ve "böyle bir ittifakta yer almak Türkiye'nin hareket alanını rahatlatır" açıklamasını yapması ve bu açıklamayı daha önce de dile getirmiş olması, Türkiye'nin Batı-dışı ittifaklar içinde olabileceği düşüncesinin ciddiyetini ortaya koydu.
Beş, Trump'ın yeni Amerikan Başkanı olması Ankara tarafından olumlu karşılandı. Ankara, Trump'ı ilk tebrik eden merkezlerden biri oldu. Buna rağmen, Türkiye-ABD arasında, son dönemde, PKK-PYD-YPG'ye bakışta ortaya çıkan farklılaşmanın yeni dönemde devam edeceği düşüncesinin de Ankara'da karar vericilerin kafalarının bir yerinde olduğunu not edelim.
Tüm bu noktalar bizi, Türkiye-AB ilişkilerinden başlayarak, Türkiye-Batı ilişkilerinin 2016 Aralık ayından başlayarak, 2017 başında ciddi bir krize mi gireceği sorusunu sormaya zorluyor.
Türkiye-AB ilişkilerinde 1997-1999 döneminde de "donma" yaşamıştık. İlişkiler 1997'de dondurulmuştu. 1999 Aralık ayında, Türkiye'ye "aday ülke" statüsü verilene kadar ilişkileri dondurma süreci devam etmişti.
Şu noktanın altını çizelim: Eğer 2017 başında Türkiye, AB ile tamam mı devam mı noktasına gelirse, bu, 1997-1999 arasında ilişkilerin dondurulmasından çok daha radikal nitelikte olacaktır. Türkiye, 60 yıllık Avrupa entegrasyonu sürecini bitirmiş olacak, ve büyük olasılıkla, Batı'dan kopuş sürecine girmiş olacaktır.
Türkiye'nin, küresel dünyadaki "bölgesel güç ve kilit ülke" konumu, Türkiye'nin AB ile devam mı tamam mı kararının, sadece Türkiye ve AB'yi ilgilendiren bir karar değil; fakat, bölgesel ve küresel ölçeklerde de çok önemli sonuçları, yansımaları ve etkileri olacak bir karar olacağını ortaya çıkartmaktadır. Bu bağlamda, sadece tarafları değil, bölgesel-küresel güç ilişkilerini de etkileyecek bir krizin eşiğinde olduğumuzu söylememiz gerekiyor.
Ankara, son dönemde giderek artarak ve güçlü sesle dillendirdiği Batı eleştirisinde ve bu ilişkinin geleceği hakkında karar verme zamanının geldiği noktasında haklı sebeplere sahiptir.
Bu sebepleri biliyoruz:
Bir, Türkiye devletini işgal yoluyla ele geçirmeyi ve yönetimine el koymayı amaçlayan FETÖ-PDY'nin 15 Temmuz'da yaptığı darbe girişimi;
İki, Türkiye'nın ülke bütünlüğüne ciddi güvenlik riski oluşturan PKK'nın, gerek yurt içinde yaptığı terör saldırıları ve kent savaşları, gerekse de PYD-YPG kimliğinde, sınırlarımızda ve Suriye'de "kanton devlet" türü devlet inşasını amaçlayan stratejik eymeleri;
Üç, DEAŞ'ın Türkiye'ye karşı gerçekleştirdiği terör saldırıları;
Dört, Suriye ve Irak'ta yaşanan "çökmüş devlet" sorunları, diğer bir deyişle, bu ülkelerin de devletin iç işlerini düzen içinde tutma ve sınır güvenliğini sağlama kapasitelerini kaybetmiş durumda olması; ve
Beş, "koşulsuz miafirperverlik" ilkesi içinde ülkemize kabul edilen mültecilerin sayısının 3.2 milyona ulaşması, bu sayının, Ürdün ve Lübnan eklendiği zaman, 6 milyonu aşması ve yaşanılan savaşlar nedeniyle de bu sayının sürekli artma olasılığının yüksek olması.
Aslında, bu sebeblerden çoğu, mülteci krizi, DEAŞ krizi, Suriye ve Irak'ta çökmüş devlet sorunu, doğrudan Türkiye ve Avrupa'yı ilgilendiriyor ve Türkiye-AB/Avrupa arasında işbirliğini ve birlikte çalışmayı gerekli kılıyor.
Böyle bir gerekliliğin olduğu bir zamanda, nasıl ve niçin Türkiye-AB ilişkilerinde ve Türkiye-Batı ilişkilerinde bir kriz olasılığından söz edebiliyoruz?
Bu noktada, anahtar, 'varlıksal (existantial) tehdit' kavramı.
Son dönemde hem Brüksel, Berlin, Londra, Washington v.b Batı'nın kilit merkezlerine yaptığım ziyaretlerde, hem de ülke içinde üst düzey karar vericilerle yaptığım sohbetlerde aldığım notlardan giderek, varlıksal tehdit kavramının önemini ve krize yol açma etkisini açıklamaya çalışayım. Bu notlar temelinde ilk önce Türkiye ve Batı arasında 15 Temmuz darbe girişimi üzerine ortaya çıkan ortak noktaları sıralayalım:
Bir, Batı, 15 Temmuz'u, kabul edilemez ve şok edici bir darbe girişimi olarak görüyor;
İki, Batı, 15 Temmuz'a yanıt vermek için geç kaldığı ve net tavır takınmadığı öz eleştirisini de yapıyor;
Üç, Batı, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimine karşı, Türkiye'nin sert tedbirler almasını da anladığını ve desteklediğini söylüyor.
Dört, Batı, darbe girişimi sonrası yaşanan büyük sayıdaki tutuklama, işten çıkarma, açığa alma ve yurt dışına çıkışları yasaklama sürecine eleştirel bakıyor, fakat bu eleştiri, Türkiye-Batı konuşmasını ya da diyaloğunu engelleyici bir düzeyde değil.
Fakat Türkiye-AB ilişkilerinde ve genelde Türkiye-Batı ilişkilerinde kriz nedeni olabilecek asıl gelişme, Türkiye ile Batı arasında, Türkiye'ye yönelik saldırıların ve güvenlik risklerinin algılanmasıyla ilgili. Algı düzeyinde, ortak nokta değil, zıt ve gerilim üreten bir farklılaşma var.
Türkiye, özellikle, FETÖ-PDY'nin darbe girişimi ve PKK saldırılarını ve de DEAŞ terörünü, "Türkiye'nin varlığına tehdit" yani, "Türkiye devletinin ve ülke bütünlüğünün varlığına ve geleceğine tehdit" olarak görüyor.
Türkiye'nin sorunlara ve gelişmelere bakışında, varlıksal olan siyasal olandan önce geliyor.
Buna karşılık, AB, Avrupa ülkeleri, ve Amerika, Türkiye'nin varlığına ve geleceğine tehdit olarak gördüğü bu güvenlik riskleri noktasında, Türkiye'ye gerekli anlayışı, iş birliğini ve desteği vermiyorlar. Türkiye'nin varlığına tehdit olan bu örgütlerle Batı ilişkiye giriyor, bu örgütlere karşı Türkiye'nin yanında net olarak yer almıyor, bu örgütlerle mücadelesinde Türkiye'ye gerekli desteği vermiyor.
En azından Ankara'nın ruh hali ve algısı bu şekilde gelişmiş durumda.
Ankara, Türkiye'nin varlığıyla ilgili çok zor bir dönemden geçerken Batı'nın kendisine dost ve ortak olarak yaklaşmadığını düşünüyor.
Türkiye'nin varlıksal tehdit algısı Batı tarafından anlaşılmadıkça, Türkiye-Batı arasındaki çatlak ve sağırlar diyaloğu büyüyecek gibi görünüyor.
Türkiye-Batı arasında algı düzeyinde yaşanan bu makas açıldıkça, krize savrulma olasılığı da o kadar artacaktır.
Bu nedenle de 2016 Aralık ayında, Vize Serbestisi anlaşmasında alınacak karar ve terör konusunda gösterilecek tavır, Türkiye-AB ve Türkiye-Batı ilişkilerine 2017'ye nasıl girileceğini belirleyecektir: kriz mi, diyaloğa devam mı?
Ankara Anlaşması'ndan yaklaşık 60 yıl sonra taraflar, boşanma mı, devam mı temelinde karar aşamasına hızla yaklaşıyorlar. Umarız, aklı selim sahibi düşünce kısa dönemli çıkarların öncesinde olur ve alınacak kararı şekillendirir.
Prof. Dr. Fuat Keyman. İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü ve Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.
"Görüş" başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.