İlgi Görmek İçin Doğuda mı Yaşamalı
Özlem Ünal, 19'unu Yeni Doldurmuştu. Biraz Daha Para Kazanmak, İyi Modeller Çizmek İçin Fabrikada Gece Yarılarına Kadar Çalışıyordu. Sel Minibüsü Kapladığında, O da Diğerleri Gibi Çaresizdi. Özlem'i Bir Daha Morgda Gören Babası Şöyle İsyan Etti: "Bu da Katliam, Ama Kimse İlgilenmiyor. İlgi Görmek İçin, Doğuda mı Yaşamak Gerekiyor?"
Özlem Ünal, 19’unu yeni doldurmuştu. Biraz daha para kazanmak, iyi modeller çizmek için fabrikada gece yarılarına kadar çalışıyordu. Sel minibüsü kapladığında, o da diğerleri gibi çaresizdi. Özlem’i bir daha morgda gören babası şöyle isyan etti: “Bu da katliam, ama kimse ilgilenmiyor. İlgi görmek için, doğuda mı yaşamak gerekiyor?”
Güldane Çiftçi: İşe girdi, üçüncü günde sel aldı
MODEL çiziyor, stil denemeleri yapıyor, renk alaşımlarıyla uğraşıyor. Ayda 580 lira alıyor, hayali, ilerde iyi bir modacı olmak. 19 yaşını yeni dolduran Özlem Ünal, tekstil fabrikasının model bölümünde çalışıyor. Çalışkan ve yetenekli. Sadece daha fazla para kazanmak değil, aynı zamanda iyi modeller çizmek için de, fabrikada gece yarılarına kadar mesaiye kalıyor. Özlem geçen salı akşamı başı ağrıdığı için erkenden yatıyor. Anası, babası ve dört kardeşi Özlem’i bir daha adli tıp morgunda görüyor. Sel sularına kapılan servis aracında can verenlerden biri de Özlem Ünal.
Ayancık’tan İstanbul’a
Aile Sinop Ayancık’lı. Orada çiftçilikle uğraşırken, baba Hikmet Ünal, kardeşleri de İstanbul’da, 17 yıl önce İstanbul’a göçüyor. Hikmet Ünal:
“Ben aslında mermerciyim. 99 depreminde iş durdu, mermercilik bitti. Biz tekstil işine başladık”.
Yedi kişilik aile, yaşları 14-25 arasında değişen beş çocuk, İnönü Mahallesi’nde, üç odalı bir evde yaşıyor.
Ayakkabıları kapıda çıkartıyoruz, Hürriyet Özel Haber Servisi’nden Mustafa Küçük’le birlikte. Evde komşu kadınlar. Bizim oturduğumuz odada kalorifer ve her ihtimale karşı gaz sobası. Sade bir ev.
Ben soru sordukça, Ünal Ailesi, Mustafa ile beni sanki bağrına basıyor. Yaşadıklarını ayrıntılı anlatmak istiyor. Hikmet Ünal:
“TV’yi açınca, servis arabasını tanıdım, seyrediyorum, yedi kişi öldü, diyorlar. Eyvah, dedim, telefona sarıldım, bizim kıza ulaşamıyorum”.
Aile ile hep birlikte odadayız. Baba, kızının ölümünü anlatıyor, anne ve kardeşler dinliyor, gözyaşları donmuş gibi. Kelimeler kaya parçası gibi. Anne Nezihe Ünal ağlamıyor, derinden iç çekerek, uğunuyor.
Baba Hikmet Ünal’ın ayağı kırık, bir süre önce iş kazası. En büyük ağabey Birol Ünal, o da tekstilci. Öznur meslek lisesine kayıt yaptıracak, ama puanı tutmuyor. Küçük kız Seda altıncı sınıfı okuyacak. Ramazan 650 lira aylıkla Mc Donalds’da kademe kademe ilerliyor.
Adli Tıp denince yıkıldım
Çocuklar ve kırık ayağıyla Hikmet Ünal fabrikaya koşuyor. Feryat, figan Özlem’i arıyorlar. Hikmet Ünal:
“Yanımıza savcı geldi, gidelim, dedi, nereye, Adli Tıbba. Yıkıldım”.
Onlar fabrikada Özlem’i ararken anne Nezihe Ünal TV haberini dinleyince, çığlık çığlığa:
“Gitti, yavrum gitti”.
Adli Tıbba gidiyorlar, Özlem’i teslim alıyorlar.
Cami, belediye başkanı, kaymakam, cenaze töreni ve karakol. Karakolda soruyorlar:
“Davacı mısın?”
Hikmet Ünal:
“Davacıyım, bu ölümü tuhaf karşılıyorum, vahim buluyorum. Servis olayı. Servisi bugün verdik, diyorlar, benim kızım üç yıldır bu servisle gidiyordu, o gün için değil. Her zaman bu servisi kullanıyorlardı”.
Yerinde duramıyor, ayağa kalkıyor, ayağı kırık, sekerek sedirin öte tarafına oturuyor, bu sefer çok başka bir şey söylüyor:
“Doğuda olsaydı, bize ilgi çok başka olurdu. Doğuya yapılan şeylere göre, bize değer verilmediğini görüyorum. Bu da, bir katliam, ama bizimle kimse ilgilenmiyor. İlgi görmek için, Doğuda mı yaşamak gerekiyor?”.
Bir CHP milletvekili ile Emek Partisinde birisi eve başsağlığına geliyor, bir de Büyükşehir Belediyesinden telefon, hepsi bu.
Bayramdan sonra Ünal Ailesi Özlem’in hakkını aramak için yollara düşecek.
Bazı bölgeler yedi gündür elektriksiz
SELDE hayatlarını kaybedenlerle ilgili değil. Şimdi sele kapılan çevre ile ilgili bir gözlem.
Sel 9 Eylül çarşamba, dün itibariyle yedi gün önce, İstanbul’u vuruyor. Özellikle belli bir semti, belli mahalleleri. TIR Garajı, Ayamama Deresi derken, otuz insan hayatını kaybediyor.
İnönü Mahallesi ile selin vurduğu çevreyi üç gündür dolaşıyorum. İki ayrı gözlemim var:
1- O insanlara ilgi yok denecek kadar az. Kaderlerine terkedilmiş duygusu insanlarda çok ağır basıyor. Bu durum onların ağrına gidiyor.
2- Aradan yedi gün geçiyor, bazı yerlerde hala elektrik yok ve hala telefonlar çalışmıyor. Ev ya da işyeri telefonları hala devre dışı.
Sel felaketi aradan bir hafta geçtikten sonra, başka biçimde sürüyor.
Vilayet, belediye, elektrik, telefon idareleri duyuyor musunuz?
Hemşire olacaktı, kazandı parasızlıktan gidemedi
BAŞ ağrısından olacak, başına tülbent bağlamış. İki katlı gecekondunun 60 metrekarelik giriş katı. Anne Meryem Karataş kapının önünde, sokakta oturuyor, durmadan bağırıyor, durmadan. Ne söylediğini anlamaya çalışıyorum:
“Gidin ha buradan gidin.”
Sokakta yedi sekiz kadın ve erkek var, hep birlikte sokağa yayılan minderlere oturuyoruz. Bircan Karataş 21 yaşında. 17-18 yaşlarında üç kardeşi daha var. Altı kişi, Baba Öztürk Karataş, “Ha bu mavili evde kalıyoruz” diyor, o 60 metrekarelik evi gösteriyor, ayda 150 lira kira ödüyor, ekliyor: “Benim hayatım neydi ki, neyi anlatacağım, şimdi yalan yanlış olur, giden getti, geri gelmez”.
Bircan hemşire olmak istiyor, okulu da kazanıyor. Baba Karataş: “Para yokti, gönderemedik, dört yıldır bu fabrikada çalişiyordi, eskeri ücretten”.
Öztürk Karataş, kendine göre anlatmaya başlayınca, anne Meryem Karataş tavır değiştiriyor, biraz önce herkesi sokaktan kovmak isteyen Meryem şimdi: “Gel, buyur gardeş, gel evime buyur”. Ve anlatıyor:
“Camide hatimdeydik, sel olmişti, gettük, kimseyi almadilar, millet yıkilmişti, anlamadik, beni götürdiler, gettüm, arabayi gördim, suyun içinde”. Annesinin ağzından Bircan’ın hayata veda etmesi.
Bir o bir baba çalışıyordu
Dört çocuklu ailede babası ile birlikte sadece Bircan çalışıyor. Babası özürlü, tek gözü görmüyor. TIR garajında çalışıyor:
“İş Kurumundan getmişim, özürliyim, eskeri ücretten. Meydancıyim, yani temizlik, çöp filan. Benim de iş yerimi sel aldi, eve geldim, baktim, bizim kız ölmiş”. Babasının ağzından Bircan’ın hayata veda etmesi.
Diğer ailelere göre, Öztürk Karataş farklı konuşuyor: “Karakola filan ifadeye getmedim, ne işimiz var, hele de adamlarla filan biz mahkemelik olmadik”. Fabrikadan davacı olmayacak, anlamında. Hayatlar orada bu kadar sade.
2 gün önce taşınmıştı
HER türlü habere göre, “sele kapılan minibüsten yaralı olarak” kurtuluyor. Fabrika yöneticilerine göre ise, “minibüste yoktu, Fikriye binaya girerken sele kapıldı”.
Fikriye Öztürk, üç yıldır bu tekstil fabrikasında çalışıyor. Askerlik yapmış oğlu ve 19 yaşında bir kızı var. Eşi inşaat işlerinde çalışıyor.
Minibüste yedi kişi hayatını kaybediyor. Sekizinci kişi Fikriye Öztürk, yaralı olarak hastaneye kaldırılıyor, selden dört gün sonra hayata veda ediyor.
Hepsi birbirini tanıyor
Servis minibüsü, İnönü Mahallesi’nde üç sokak aşağıda, iki sokak üstte aynı çevrede oturan insanları taşıyor. Çoğunluk birbirini tanıyor.
Fikriye Öztürk eşi ve iki çocuğu ile birlikte İnönü Mahallesinde Erdem Sitesinde oturuyor.
Biz gittiğimizde, evde kimse yok. Çünkü, ailesi Amasya’da. Fikriye’yi o gün toprağa vermek için, Amasya’nın Yerkozlu Köyü’ne gidiyor.
Sitedeki komşuları da, aile hakında çok fazla bir şey bilmiyor. Tek bilinen, “o eve iki gün önce taşındıkları”.
İki gün önce başlayan yeni hayat, iki gün sonra sele kapılıyor ve son buluyor.
YARIN: Nebahat Salkım Nuriye Can, Altun Yüksek ve fabrika