İmtiyazlı Ortaklık'tan Stratejik Ortaklık'a
TÜRKİYE 31 Temmuz 1959'da AET'ye üyelik başvurusunda bulundu.
TÜRKİYE 31 Temmuz 1959'da AET'ye üyelik başvurusunda bulundu.
Yani yaklaşık 60 yıl önce. Türkiye ile AET arasında 12 Eylül 1963'te 'Ankara Sözleşmesi' imzalandı ve ilk somut adım atıldı.
'Ortaklık Anlaşması' olarak nitelenen Ankara Sözleşmesi'nin imza töreninde bir konuşma yapan dönemin Alman Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) AET Komiseri Walter Peter Hallstein, "Bu ilk adımdır. Bir gün son adım da atılmalı. Türkiye, bu topluluğun tüm haklarına sahip eşit üyesi olmalı" dedi.
****
Evet, aradan 55 yılı aşkın süre geçti.
Bu süre içinde AB'nin üye sayısı 28'e ulaştı. Türkiye ise hala AB kapılarında beklemekte.
Daha doğrusu bekletilmekte. Hallstein'ın 'eşit üye' söylemi de çoktan unutulmuş gibi.
Türkiye ile AB arasında tam üyelik müzakerelerinin başlatılıp başlatılmaması tartışmalarının yoğunlaştığı 2000'li yılların ilk yarısında, CDU ile 'kardeş parti' konumundaki Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU), tam üyelik yerine Türkiye'ye 'İmtiyazlı Ortaklık' verilmesini gündeme getirdi. 2004 yılında muhalefette olan CDU Genel Başkanı Angela Merkel, 'İmtiyazlı Ortaklık' önerisini sonuna kadar savundu. Hatta 2005'te yapılan erken genel seçim programına bile aldı. Ancak dönemin Sosyal Demokrat Partili (SPD) Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in ağırlığını koyması ile 3 Ekim 2005'te müzakereler başladı.
Her ne kadar Schröder'den görevi aynı yıl devralan Başbakan Angela Merkel, 'İmtiyazlı Ortaklık' söylemini iktidara gelince ağzına almasa da CDU ve CSU, Türkiye'nin AB'de 'tam üye' olarak yerini almasına hiçbir zaman sıcak bakmadı.
****
Özellikle de son yıllarda "Türkiye, AB'nin değerlerinden her geçen gün uzaklaşmakta. O yüzden Türkiye ile AB arasında sürdürülen müzakereler derhal durdurulmalı" diyen CDU ve CSU'lu politikacıların sayısı iyice arttı. Hür Demokrat Parti'den (FDP), Yeşiller'den ve Sol Parti'den de benzer çatlak sesler yükselmeye başladı. Geçen yılki genel seçimlerden 'üçüncü büyük güç' olarak çıkan sağ popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) ise Türkiye'yi de, Türkleri de AB'de zaten görmek istemiyor. Tabii yalnız Almanya'da değil, başka birçok AB ülkesinde de Türkiye'nin tam üyeliğine karşı çıkanlar çoğalmakta. Yeni alternatif aralayanlar bile. Nitekim Avusturya, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşı çıkarken Ankara ile 'Komşuluk Sözleşmesi' imzalanmasını öneriyor. Avrupa Birliği'nin Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komiseri olan Avusturyalı Johannes Hahn, "Uzun vadede Türkiye ve AB'nin yeni yollara koyulup müzakerelere son vermesi daha dürüst olur" diyor.
"Türkiye'nin görülebilir bir süre içinde üyeliği mümkün değil" diyor. ve Türkiye ile AB arasında 'Stratejik Ortaklık' öneriyor. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz ise zaten çoktandır "Türkiye ile AB arasındaki müzakerelere resmen son verilmeli" diyor. AB ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarından destek görmeyen Sebastian Kurz'un tek umudu ise Manfred Weber.
***
Gelecek yıl yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine, muhafazakar kanat Avrupa Halk Partileri (EVP) Meclis Grup Başkanlığını yapan CDU'lu politikacı Manfred Weber'in lider adayı olarak katılmasının kararlaştırılması, Kurz'u daha da umutlandırdı. Çünkü Weber, gelecek yıl görevi bırakacağını açıklayan AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker'in yerine geçmesi halinde Türkiye ile müzakerelere son verilmesi için gereken girişimlerde bulunacağını daha şimdiden ilan etti.
"Türkiye'nin tam üyeliği yürümez. Ben Türkiye ile AB arasında sıkı bir ortaklık istiyorum" diyor CSU'lu politikacı. Tabii Sebastian Kurz'un da, Manfred Weber'in de, her ne kadar şu anda bir hareket olmasa da, Türkiye ile AB arasındaki müzakerelere son verme şansları da yok, imkanları da. Böyle bir kararın alınması için üye ülkelerin yarıdan fazlasının onayına ve desteğine ihtiyaç var. Bu da şu anda mümkün gözükmemektedir. Gözükmemelidir de. Çünkü AB'nin Türkiye'ye, Türkiye'nin de AB'ye ihtiyacı vardır. Çünkü Türkiye'nin de, Türklerin de yeri Avrupa'dır, AB'dir.