Haberler

İslamofobi: Bir İnsan Hakları İhlali ve Irkçılığın Çağdaş Görünümü" Semineri

Abone Ol

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu (BDİHK) Başkanı Rashid bin Hamed Al Balushi, dine karşı, kişilere karşı bir nefret söylemi varsa devletlerin buna engel olma sorumluluğu bulunduğunu belirterek, "Radikalizm ve ekstremizm, önünde durmak için temel unsurlardır.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu (BDİHK) Başkanı Rashid bin Hamed Al Balushi, dine karşı, kişilere karşı bir nefret söylemi varsa devletlerin buna engel olma sorumluluğu bulunduğunu belirterek, "Radikalizm ve ekstremizm, önünde durmak için temel unsurlardır. Bunun için bizim komisyonumuz her zaman diyalog içinde bulunmayı istemiştir. İfade özgürlüğü ile nefret söylemi arasına çok temiz bir çizgi çizilmesi gerekiyor." dedi.

Al Balushi, İİT Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti iş birliğiyle düzenlenen "İslamofobi: Bir İnsan Hakları İhlali ve Irkçılığın Çağdaş Görünümü" konulu uluslararası seminerdeki konuşmasında, Türkiye'nin attığı adımlar ve düzenlediği bu seminerlerle çok büyük bir iş yaptığını söyledi.

İslamofobinin ve ırkçılığın insan hakları ihlali açısından İslam aleminde büyük bir sıkıntı yarattığını aktaran Al Balushi, "Ama şanslıyız çünkü komisyonda çok sayıda değerli alimlerimiz, bilim adamlarımız, siyasilerimiz, diplomatlarımız var. İslamofobi ile mücadele konusunda çok ciddi analizler yapıyorlar. Biz de onların bu çalışmalarını, fikirlerini ve tecrübelerini çok yakından takip ediyoruz." ifadelerini kullandı.

Al Balushi, 11 Eylül'den sonra İslamofobi görünümünün çok farklılaştığını, bireysel ve duygusal davranışlardan çıkıp siyasi bir ajandaya doğru hızla yükselmeye başladığını kaydetti.

İslamofobi ile ilgili siyasi ajandanın artmasında sağcı kampanyaların büyük etkisi olduğunu ifade eden Al Balushi, "Siyasi kazanımlar elde edebilmek için İslam'a karşı, Müslümanlara karşı nefret suçları tekrar tekrar artmaya başladı. Özellikle Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya'da bunu daha çok görüyoruz. ABD'li sosyolog Tony Zinn'in bir analizini okudum. Zinn, bin Hollywood filmini analiz etmiş. 930 filmde Müslümanlar çok negatif bir şekilde gösteriliyor. Hepsi koyu tenli, kapalı, sarıklı, sakallı ve bıyıklı. Bu İslamofobik bakış açısını çok net bir şekilde bu filmlerde görüyoruz." diye konuştu.

Nefret söylemi ve ifade özgürlüğünün birbirinden ayrıştırılması gerektiğine vurgu yapan Al Balushi, şöyle devam etti:

"İfade özgürlüğünün temel insan haklarından olduğunu biliyoruz. İfade özgürlüğü, bütün toplumların barışçıl ve güçlü bir şekilde ilerlemesi için temel bir unsurdur. Kuran'da da bunu görüyoruz zaten ve bütün insan hakları ile ilgili yapılmış olan anlaşmalarda da bunu görüyoruz ama bu nefret söylemlerinden ayrı tutulmalı çünkü herkesin üzerinde sorumlulukları vardır. Böylece diğerlerine karşı nefret ve sıkıntılar varsa bunları kesinlikle durdurmamız lazım. İnsan hakları konusunda 19. ve 20. bent çıkıyor karşımıza.

Dine karşı, kişilere karşı bir nefret söylemi varsa devletlerin buna engel olma sorumluluğu var. Radikalizm ve ekstremizm, önünde durmak için temel unsurlardır. Bunun için bizim komisyonumuz her zaman diyalog içinde bulunmayı istemiştir. İfade özgürlüğü ile nefret söylemi arasına çok temiz bir çizgi çizilmesi gerekiyor. Bizim duruşumuz çok net ve belli. Dinlerin kutsallığını altını çizmek için çalışmaktayız. Aynı zamanda nefret söylemleri ve bu tipik görünüme karşı savaşıyoruz. Çünkü bir şekilde Müslümanlara karşı eziyet oluşturmaktadır. Bu nefret söylemi karşısında hiçbir şey kaybetmedik, yaptığımız çalışmalarda özellikle düşünürler, bağımsız insan hakları komisyonu ve İİT yaptığımız çalışmalar her zaman bunu gündeme getirmiştir."

Al Balushi, 2005 yılında çizdiği Hazreti Muhammed karikatürleriyle Müslümanların tepkisini çeken Danimarkalı karikatürist Kurt Westergaard'la ilgili bazı çalışmalar yaptıklarını, bu çalışmalardan sonra birtakım açıklamaların ve özürlerin geldiğini anlatarak, "Yaptıkları açıklamalar ve özürler tabii ki bir adım ama yeterli değil. Kültürler arasında diyalog ve anlayış daha da derinleşmek zorunda. Çünkü İslam'a karşı alınan tutumlarda, korku en büyük faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle bu anlayış boşluğunu doldurmamız lazım. Aksi takdirde aşırıcılar ve radikaller bu boşluğu kullanabiliyor. Özellikle STK'lar, hükümetler, medya mensupları ve yerel toplumların tek tek çok önemli görevleri var. Bu sıkıntı yaratan gruplara ve kişilere yol vermemiz ve onları kanunlara teslim etmemiz lazım." değerlendirmesinde bulundu.

"Irksal, dinsel ayrımcılık ifade özgürlüğü değil"

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Temsilcisi Dr. Adam Abdelmoula da 7 yıl önce İİT bünyesinde İstanbul'da bir toplantı yapıldığını ve bu toplantıda ayrımcılık ile dini ve kültürel hoşgörüsüzlük konusunda çok ciddi kararlar alındığını hatırlattı.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin 2011 yılından beri bu konuda 10 rapor çıkardığını ve eylem planlarına imza attığını anlatan Abdelmoula, "Müslümanlara karşı gösterilen şiddet vaya husumet çok arttı. Komite ırkçılık ve ayrımcılık konusunu kınayan rapor hazırladı ve devletlerden Müslümanlara yönelik saldırılara karşı önlemler alınması istendi. Bu raporda İslamofobiye ve İslamofobik terimlerin kullanılmasına karşı 50 karar alındı. Her ne kadar sosyolojik söylemler olsa da hukuki bir çerçevede ele alınması lazım." dedi.

Abdelmoula, hakikatleri araştırma komisyonunun Myanmar'da Müslümanlara karşı yapılan saldırılar ve Müslüman düşmanlığı konusunda bir rapor hazırladığını ve insan hakları komisyonunun da Myanmar hükümetine barış çabalarını arttırması için telkinlerde bulunduğunu söyledi.

Ulusal, inançsal veya ırksal ayrımcılığa karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de kararlar aldığını aktaran Abdelmoula, "Beş başlık altında bir eylem planı hazırlandı. Buna göre ne çeşit kavramların kanun bağlamında suç sayılabileceği tespit edildi. Konuşmanın formu davranışsal veya zarar verici eylem ve ifade şekli belirlendi. Eylem planında ayrıca medya organlarının ve dini grup liderlerinin de sorumluluk içinde hareket etmeleri istendi. Dışlama veya şiddet gösterimi konusunda da medyanın bir sorumluluğu olduğuna işaret edildi ve gerekli tedbirleri almaları önerildi." ifadelerini kullandı.

İfade özgürlüğüne sahip her ülkenin İslamofobik ifade ve eylemleri yasaklaması gerektiğinin altını çizen Abdelmoula, "Bir dine ya da bir dini gruba üye olmak, bir insan hakları özgürlüğüdür. Farklı inançları ve inanç sistemlerini bu yönden ele almalıyız ve bu konuda kamusal eleştirileri kontrollü bir şekilde takip etmeliyiz." şeklinde konuştu.

Seminere, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, İİT Kadın Danışma Konseyi Başkanı Esra Albayrak, BDİHK üyeleri, İİT üye devlet temsilcileri, gözlemci ülke temsilcileri, ulusal insan hakları kuruluşlarının temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.

Kaynak: AA / Güncel

Güncel Haberler

Bakmadan Geçme

1000
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title