Kızları, Ahmet Taner Kışlalı'yı AA'ya anlattı
Eski kültür bakanlarından, siyaset bilimci ve yazar Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın suikast sonucu ölümünün üzerinden 21 yıl geçti.
Eski kültür bakanlarından, siyaset bilimci ve yazar Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın suikast sonucu ölümünün üzerinden 21 yıl geçti.
Hacettepe ve Ankara üniversitelerinde öğretim üyeliği yapan, akademik çalışmalarının yanı sıra güncel siyaset üzerine kaleme aldığı yazılarıyla dikkati çeken Kışlalı, 1977'de CHP'den İzmir milletvekili seçildi. Bir yıl sonra Kültür Bakanı olan Kışlalı, bu dönemde de yazmayı sürdürdü.
Kışlalı, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde siyaset bilimi derslerine girdi, 1991'de Cumhuriyet gazetesinde haftalık köşe yazılarına başladı.
Fransa'da akademik çalışmalarını sürdürdüğü dönemde Nicole (Nilgün) ile evlenen Kışlalı'nın, bu evlilikten Altınay ve Dolunay adlı kızları dünyaya geldi. Ahmet Taner Kışlalı, 1995'te geçirdikleri trafik kazasında eşini kaybetti, kendisi ise ağır yaralandı.
Kışlalı, 1997'de Nilüfer Kışlalı ile ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilikten de kızı Nilhan Nur dünyaya geldi.
Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999'da otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinde 60 yaşındaydı. Türkiye'yi yasa boğan saldırının ardından Ankara'daki cenaze töreninde Kışlalı'yı ebediyete binlerce kişi uğurladı.
Kışlalı, vefatına kadar Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını yazmayı ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde ders vermeyi sürdürüyordu.
"Babamla fotoğrafımız yok"
Kışlalı hayatını kaybettiğinde 29 günlük olan kızı Nilhan Nur Kışlalı, bugün Kanada'da siyaset bilimi ve ekonomi eğitimi görüyor. Pandemi dolayısıyla derslerini Ankara'daki evlerinden takip eden Nilhan Nur Kışlalı, babasının çalışma odasında Ahmet Taner Kışlalı'nın kendisi için ne ifade ettiğini AA muhabirine anlattı.
İlk cümleleri, "29 günlüktüm babamı kaybettiğimde. Babamla fotoğrafımız yok. O kadar küçüktüm." olan Nilhan Nur Kışlalı, buna rağmen babasını iyi tanıdığını düşünüyor.
Babasını birebir tanıma fırsatı olmadığı için tanıyan herkesin kendisine babasından bahsettiğini belirten Kışlalı, "Gerek aileden gerek arkadaşlarından gerek üniversitedeki çevresinden, herkesten babamı dinleme fırsatım oldu. O yüzden çok iyi tanıdığımı düşünüyorum. Hatta onu yaşarken tanımış insanlardan bile belki biraz daha iyi tanıdığımı düşünüyorum. Çünkü insanlar, onu tanıyan insanlara onu anlatmıyor. Ama benimle karşılaşınca öyle bir sorumluluk duyuyorlar." diye konuştu.
Nilhan Nur Kışlalı, Ahmet Taner Kışlalı'nın kendisi için ne ifade ettiği sorulduğunda, "Hem bir baba, ailemden dinlediğim, kuzenlerimden dinlediğim hem de bu ülke için canını kaybetmiş ve savaş vermiş bir aydınımız. O yüzden 2 farklı insan benim için aynı zamanda." dedi.
Siyaset bilimi eğitimi görmesinde babasının etkisi bulunduğunu dile getiren Kışlalı, içinde büyüdüğü atmosfer dolayısıyla küçüklüğünden beri siyasete ilgi duyduğunu anlattı.
Babasının kitaplarını ve yazılarını okuduğunu, onun gibi akademisyen olmayı düşündüğünü kaydeden Kışlalı, "Akademik bir kariyer düşünüyorum. Tabii şu an tam emin değilim, ne yapmak istediğim konusunda. Ama akademisyen olmak beni çok heyecanlandırıyor, çok da ilgimi çekiyor. Üniversitede kalıp, araştırma yapmak, daha da öğrenmek istiyorum." ifadelerini kullandı.
Nilhan Nur Kışlalı, babasının arkadaşlarıyla zaman zaman görüştüklerini söyledi.
"Öğrencilerinden adeta beslenirdi"
Prof. Dr. Kışlalı'nın İstanbul'da yaşayan kızı Dolunay Kışlalı Edis ve hayatını Kanada'da sürdüren kızı Altınay Kışlalı Erginbilgiç de, AA muhabirine, babalarını ve onunla olan ilişkilerini anlattı.
Dolunay Kışlalı Edis, babasını düşündüğünde aklına iyimserlik, sevgi doluluk, dürüstlük kavramlarının geldiğini vurgulayarak, "Onun kadar özü sözü bir insan tanımadım. Belki çok kısa bir zaman geçirdik beraber ama çok yoğundu. Annemin ölümü de dahil olmak üzere zor anlarımız oldu, çatışmalarımız da oldu. Ama hep güçlü bir iletişimimiz vardı." şeklinde konuştu.
Annesi ve babasını trajik koşullarda kaybettiği için insanların bazen acıyarak baktıklarını ifade eden Dolunay Kışlalı Edis, oysa kendisine hayatta kalma gücü veren ve yaşamayı sevdiren iki insanın çocuğu olduğu için şükrettiğini belirtti.
Dolunay Kışlalı Edis, "baba Ahmet Taner Kışlalı"dan bahsederken, şu anısını aktardı:
"Bir akşam evde misafirler varken ben odamda Şeker Portakalı kitabını okuyorum ve kitaba öylesine üzüldüm ki ağlıyorum. Aşağıya indim. Babam tüm misafirlerini bırakıp beni kucağına oturttu ve teselli etti, benimle hüzünlendi."
Babasının hayatı boyunca sorunlar karşısında yılmadığını, çözümün parçası olmaya çalıştığını belirten Dolunay Kışlalı Edis, "Doğaya, hayvanlara, insanlara, vatanına karşı çok hassas ve sevgi doluydu. 'İnancı yıkılmış, umudunu yitirmiş bir insan ruhsal açıdan sakat bir insandır.' derdi. Her türlü yasağa karşıydı. Kural koyardı ancak yasakla hiçbir yere varılamayacağını bilirdi. Ablamla bana kurallar koydu ama en önemlisi kendi sorumluluğumuzu almamızı teşvik etti. Bize saygı duyardı ve önemserdi." dedi.
Edis, babasının tüm gençlere, özellikle de öğrencilerine karşı inancı ve saygısının çok derin olduğuna, gençliğin enerjisine, ilgisine ve bilgisine güvendiğine, onlardan adeta beslendiğine işaret ederek, şunları anlattı:
"Sınıfında her görüşten öğrenci özgürce kendini ifade edebilirdi. Kimse yargılanmaz, suçlanmaz veya aşağılanmazdı. Sınıf ortamında öğrencilerinin birbirlerinin düşüncelerine saygı göstererek tartışmalarını sağlardı. Herhangi bir düşünce veya bir grubun hakimiyetine izin vermezdi. 'Bir gücün tek başına egemen olduğu yerde demokrasiden söz edilemez.' derdi. 'Gençlik sesini yükselttiğinde değil, asıl sustuğu, pıstığı zaman ülkenin geleceği için endişelenmek gerekir.' derdi. Bence tam da bu nedenle birileri tarafından sakıncalı görüldü diye düşünüyorum. Çünkü demokratik platformda tartışma zemini bulan düşünceler sivrilerek silahlanmazlar. Ancak birbirlerinden beslenebilirler."
"İnsanlığın ve Türkiye'nin güzel yüzünü simgeliyor"
Altınay Kışlalı Erginbilgiç ise "çözmekte zorlandığı sorunları olduğunda yanına ilk gittiği kişinin hep babası olduğunu" aktararak, "Onun sözleriyle rahatlardım. Ölümünden sonra da sözlerini ve duruşunu anımsayarak rahatlamaya çalışıyorum." ifadelerini kullandı.
Erginbilgiç, şunları kaydetti:
"Babam bugün benim için insanlığın ve Türkiye'nin en güzel yüzünü simgeliyor sanki. İnsancıllığı, yardımseverliği, ayrımcı olmaması, dürüstlüğü, her türlü canlıya sevgiyle yaklaşabilmesi ve her şeyden önce kendisine ve diğerlerine gerçek saygı duyabilmesi. İşte bu özellikleriyle benim için evrensel olarak güzel bir insan.
Doğduğu koşullardan çevrenin, kalıtımın ve kendi kişiliğinin etkileri ile vardığı nokta itibarıyla da Türkiye'nin güzel yüzünü temsil ediyor. Hem Allah'a inanıyor hem de bilimsel düşünceyi önemsiyor, yaşamının tüm alanlarında devreye sokuyor. Ülkesinin kültür birikimini daha fazla tanımaya ve tanıtmaya çalışıyor. Ülkesinin bağımsızlığı için çaba harcayanları unutmadan, kendisi de aynı amaçla uğraş veriyor. Türkiye'nin dünya üzerinde saygın bir yer edinmesi için hem örnek bir elçi oluyor hem de gelecek kuşağın yetişmesine katkı sağlıyor."
Babasıyla olan bir anısını aktaran Erginbilgiç, annesinin hayatını kaybettiği kazada yaralanan babasını bir süre kontrol için hastaneye götürdüklerini, son gidişlerinde tetkikler için babasına rahatlatıcı bir ilaç verildiğini belirtti. Erginbilgiç, şöyle devam etti:
"Eve dönüş yolumuzda ara sıra uyuyakalıyor, uyanınca da çok bilinçli olmadan bir şeyler mırıldanıyordu. Hüzünlü ve gözü yaşlı olarak söylediğini anlamak için dikkat kesildim, 'Bir gemi kalkar bu limandan... Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler. Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler...' Meğer Yahya Kemal Beyatlı'nın şiirini okurmuş. Bitiremeden mısraları tekrar uyuyakalmıştı. Birden heyecanla ve elini hafif kaldırarak bu sefer de 10. Yıl Marşı'nı okumaya başladı. Evimize vardık, dinlenmek için odasına çekildi. Uyanınca ona arabada olanları anlatınca hayretle yüzüme baktı, farkında bile değildi."
Suikastle ilgili dava
Kışlalı suikastına ilişkin ilk yargılama Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) yapıldı. Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok'un öldürülmesi eylemlerinin de arasında bulunduğu çok sayıda olayı kapsayan dava, "Umut Operasyonu" olarak tarihe geçti.
DGM'lerin kapanmasının ardından yargılamaya Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edildi. Davada, 3 sanık "yasa dışı Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu örgütünü kurmak ve yönetmek" suçundan, 5 sanık ise aynı örgüte üyelikten çeşitli sürelerde hapse mahkum edildi.
Anayasa Mahkemesi, gözaltında tutuldukları tarihlerdeki mevzuatın, gözaltı süresinde avukata erişim imkanı tanımadığı gerekçesiyle 5 sanığın yeniden yargılanmasına karar verdi.
Yargılama halen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ediyor.