Meclis'te Bütçe'nin 3.tur Görüşmeleri Devam Ediyor
TBMM Genel Kurulu'nda, Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı, BDDK ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun bütçelerinin görüşülmesine başlandı.
TBMM Genel Kurulu'nda, Kamu Düzeni Güvenliği Müsteşarlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı, BDDK ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun bütçelerinin görüşülmesine başlandı.
Bütçeler üzerinde ilk sözü CHP Grubu adına İstanbul Milletvekili Celal Dinçer aldı. Dinçer, iktidarın muhalif olan ve sorunlarını dile getiren herkese darbeci yakıştırmasını yaptığını iddia etti. Gezi olaylarında yaralananlara değinen Dinçer, nüfusu bu kadar genç olan bir ülkede gençleri sıkıştırmak ve dövmek gibi bir güvenlik konsepti olmaması gerektiğini belirtti. Dinçer, kürsüde, Uludere'deki olayda ölenler ile şiddet gören bazı vatandaşların resimlerini gösterdi.
"Terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri belirlemek, kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere kurulan Müsteşarlık, ilk icraat olarak Ankara'nın merkezinde bir binayı yıllık 2 milyon liranın üzerindeki bir parayla on yıllığına kiralamış, daha sonra, kiraladığı bu binaya milyarlarca liralık harcama yapmıştır. Kurulduğu günden bugüne kadar uzun bir süre geçmesine rağmen istihbarat ve değerlendirme merkezi olarak kurması gereken birimi hâlen tamamlayamamıştır.
Müsteşarlıkça bugüne kadar bazı yayınlar yapılmış, araştırmalar yapılmış ve toplantılar düzenlenmiştir. Ben de merak ettim, acaba hangi faaliyetleri yaptı bu Müsteşarlık? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında 'Terörle Mücadele ve İnsan Hakları' konulu Avrupa Konseyi yayınını Türkçeye çevirmişler. Ön sözünü Sayın Başbakanın yaptığı '2002-2012 yılları arasında Türkiye'de demokratikleşme' adı altında atılan adımları, adı, rahmetli Bülent Ecevit'in seçim bildirgesinden alıntı olduğu anlaşılan 'Sessiz Devrim' isimli kitapta yayınlamışlar. Avrupa Konseyi ile beraber Terörle Mücadelede Ulusal ve Uluslararası Koordinasyon Kurulu toplantıları yapmışlar. Bir de, hepimizin çok yakından bildiği akil insanlar heyetinin görev yaptığı sürece ihtiyaç duydukları lojistik destek hizmetlerini sağlamışlar.
Bu müsteşarlığın en ilginç icraatı ise cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün adından hiç bahsedilmeyen resmî internet sayfasının -ne ilgisi var ise- AKP Hükûmetinin yasalarda yaptığı düzenlemelerin tek tek sıralandığı 'demokratikleşme envanteri' adı altında bir tanıtım sayfasına dönüştürülmesi olmuştur ve çok büyük bir buluştur.
Peki, bu çalışmalar sonucunda sonuç ne olmuştur? Sonuç kocaman bir sıfır. Yani, havanda su dövme faaliyetlerinde oldukça başarılı olmuşlar. İnsan bu çalışmaları gördükçe bu Müsteşarlığın isminin "AKP düzeninin devamını sağlama ve tanıtma müsteşarlığı" olarak değiştirilmesini mi teklif etse diye düşünmüyor değil!
Bakanlarımız bu kürsüde bol bol fotoğraf ve grafikler gösteriyorlar, eserlerini sergiliyorlar. Ben de şimdi sizlere AKP'nin ileri demokrasisinden farklı birkaç eserini göstermek istiyorum. Bu resim, İstanbul Sancaktepe'de işinden evine giden ve park ettiği yerden arabasını almak isteyen Hakan Yaman'a ait. Bu eski hâli, bu da şiddetten sonraki hâli. Bu resim, İstanbul Yenidoğan'da çalıştığı iş yerinden evine giden Hülya Aslan'a ait, eski hâli. Bu da şiddetten sonraki hâli. Bu resim, hepimizin çok yakından bildiği, Uİudere'de yanlış istihbarat sonucu uçaklarla bombalanan ve hayatlarını kaybeden 34 vatandaşımıza ait. İşte sizin bu tutumunuz yüzünden dünya insan hakları karnemiz bir yıl öncesine göre 3 basamak birden gerilemiş, 78'inci sıraya düşmüştür değerli arkadaşlar. Şimdi, ne acıdır ki dünya kamuoyu önünde yaşanan ve bu şiddetten zarar gören, ölen, yaralanan, gözlerini kaybeden vatandaşlarımız aynı zamanda suçlu ilan edilmiştir. Çünkü, tüm bu yaşanan orantısız şiddete rağmen 'Kahramanlık destanı yazdınız' diye onları öven bir başbakana sahibiz. Medeni ülkeler böyle kahramanlıklardan anlamıyor. Onlar bu tür hareketleri kahramanlık değil, diktatoryal çirkin davranışlar olarak yorumluyor."
-"ÖLÜ DOĞMUŞ BİR KURUMUN BÜTÇESİNİN KONUŞUYORUZ"-
Daha sonra kürsüye gelen CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, İnsan Hakları Kurumu'nun bütçesine ilişkin çeşitli eleştirilerde bulundu. Gök şunları söyledi:
"Geçtiğimiz yıl, tam bir buçuk yıl önce, 21 Haziran 2012 tarihinde, bu Mecliste yasası kabul edildi ve 30 Haziran 2012 tarihinde Resmî Gazete'de yürürlüğe girerek Türkiye'de İnsan Hakları Kurumu oluşturuldu. Aradan tam bir buçuk yıl geçmesine karşın -Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan ve varsa eğer İnsan Hakları Kurumu Başkanına sormak isterim ve tüm yurttaşlarımıza seslenmek isterim- Türkiye'de bir buçuk yıldan bu yana İnsan Hakları Kurumu diye bir kurumun kurulduğuna ve bu kurumun bugüne kadar herhangi bir insan hakkı ihlalini çözdüğüne ve bu olayların üzerine gittiğine dair bir bilgi sahibi olanınız acaba var mıdır?
Biz, kuruluş kanununda o zaman da bu kürsüden ifade ettik, ölü doğmuş bir kurumun bütçesini konuşuyoruz. Bu kurum, hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde ölü doğmuş bur kuruluştur. Neden mi? Siz, bu kurumun, Türkiye'de olağanüstü durumlar yaşandığı zaman başkanının kalkıp kamuoyu önünde bir tek cümle ile olayları kınadığını ve Hükûmeti sorumluluğa davet ettiğini hiç gördünüz mü? Örneğin, bu yıl içerisinde, hastalık veya intihar sonucu cezaevinde gerçekleşen 25 tane intihar vakasından bu kurumun haberi var mıdır? Yargısız infazlar sonucu ölen 36 kişiden bu kurumun haberi var mıdır? Cezaevlerinin tam 3 kat dolu olduğunu bu kurum bilmekte midir, hangi cezaevini incelemiştir ve görevlileri sorumluluğa davet etmiştir? İfade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüğü karşısında, barışçıl gösteriler karşısında halkımıza karşı uygulanan orantısız şiddet acaba bu kurumun dikkatini çekmiş midir? Daha birkaç gün önce Hakkâri Yüksekova'da gerçekleşen ve 3 kişinin öldüğü olaylar bu kurumun ilgisini çekmiş midir?
İnsan hakları bedava bir kavram değildir. Eğer, insan haklarından söz ettiğiniz zaman, insan hakları adına konuşanlar konuştukları zaman, Türkiye'de yer yerinden oynamalıdır. Daha birkaç gün önce -sıcak olduğu için konuşuyorum- 3 kişinin Yüksekova'da ölmesi acaba hiçbirimizin sorunu değil midir? Hele, İnsan Hakları Kurumu gibi bir kurum bu olayın üzerine derhâl niçin oraya gitmez? Bu olaylar karşısında yaşanılan bilgi kirliliğini gidermek İnsan Hakları Kurumunun görevi değil midir? İnsan hakları toplumun ortak vicdanıdır.
Şimdi, biz, bu kurumun bunu yapamayacağını bildiğimiz için, ben Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu Başkan Vekili ve Ankara Milletvekili sıfatımla, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonuna az önce verdiğim dilekçeyle Yüksekova'da birkaç gün önce gerçekleşen olayların gerçeğini araştırmak, Emniyetin varsa sorumluluğu, varsa, neyse olayların ardındaki gerçekliğin bulunması açısından bir alt komisyon önerimi yapmış bulunmaktayım."
Türkiye'de herkesin "hiçbir olay karanlık dehlizlerin altında kalmayacağını" bilmesi gerektiğini ifade eden Gök, partisinin ve insan hakları savunucularının "her olayın üzerine kararlılıkla gidecek yürekliliğe sahip olması" gerektiğini vurguladı.
Gök şunları söyledi:
"Türkiye'de kurulan kurum, dostlar alışverişte görsün diye kurulan bir kurumdur. Hem ulusal ölçekte tanınmamıştır hem de az önce ifade ettiğim gibi uluslararası ölçekte akredite edilmemiş bir kuruluştur. Türkiye, 1987 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen İşkenceye Karşı Zalimane ve Onur Kırıcı Davranışlara Karşı Ek Sözleşme'yi, ihtiyari sözleşmeyi 27 Eylül 2011'de onaylamıştır değerli arkadaşlarım. Bakın, İnsan Hakları Kurumu neden kurulmuştur? Burada, Birleşmiş Milletlere verdiğimiz taahhüt çerçevesinde Türkiye de bir ulusal önleme mekanizması kuracak ve Birleşmiş Milletler nezdinde kurulmuş olan uluslararası mekanizmaların Türkiye'de, cezaevleri, koğuşlar, karakollar, jandarma karakolları, emniyetin karakolları, kadın ve çocuk bakımevleri, ıslahevleri ve her türlü yerde yapacağı habersiz denetimlerde ortak bir çalışmayı yürütecektik. Bu sözü Birleşmiş Milletlere verdik.
Sayın Bakan konuşmanızda özellikle sizden şu soruma cevap vermenizi istiyorum: Türkiye 27 Aralık 2011'de onaylamasına karşın -verilen söz bir yıllık sözdür- bir yıl sonra yani 27 Eylül 2012 tarihinde Türkiye'de ulusal önleme mekanizması kurulması gerekliliği Birleşmiş Milletlere bizzat Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından tevdi edilmesine rağmen, Türkiye'de niçin hâlen işkenceyi önlemek için bir ulusal mekanizma kurulmamıştır? Bu sorunun çok açık ve net cevabını bekliyorum."
-ATATÜRK'E BİR FATİHAYI BİLE ÇOK GÖRÜYOR-
Daha sonra ilgili kuruluşlara ilişkin görüşlerini açıklayan CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes ise, "Atatürk'ün kurduğu Diyanet, okuttuğu mevlitlerde Atatürk'e bir Fatiha'yı bile çok görüyor. Camilerde Atatürk'ün adının anılması âdeta yasaklanmıştır. Hâlbuki Atatürk olmasa ne Diyanet olurdu ne de Diyanet Başkanı olurdu. Bu kadar vefasızlık Müslümanlığa sığar mı? Diyanet, dinî konularda halkı aydınlatsın diye kurulmuştu ancak ülkede cinci, büyücü, üfürükçü, muskacı, hurafeci kol geziyor. Zira, Diyanet, din işlerinden başka siyaset, ticaret gibi her işi yapıyor" diyerek şöyle devam etti:
"Dolmabahçe Camisi'ne sığınan gençlere 'Camide içki içtiler' diye iftira eden muktediri aklama gayretine giren Görmez, kraldan çok kralcı kesilmiş ve iftira kervanına katılarak göstericilerin camide tuvaletlerini yaptığını iddia etmiştir, Gezi olaylarında zulmün ve şiddetin yanında yer almıştır. İslam'ın engin hoşgörüsü gençlerimizden esirgenmiştir. Mısır'daki olaylarda camiler sığınma yerleri olarak geceleri bile açık tutulurken Türkiye'de camiler âdeta iktidarın yasak bölgesi ilan edilmiştir. VIP'li camilerin açılışını yapan, bayram sabahlarında tarihî camileri siyasi şovlarla açan, cami avlularının miting alanlarına dönüşmesine ses çıkarmayan, camide tenis oynattıran Başkan, Gezi olaylarında Allah'ın kullarının can havliyle Allah'ın evine sığınmalarına karşı durarak Diyaneti Türkiye'nin Diyaneti olmaktan çıkarmış, âdeta AKP'nin din bürosu hâline getirmiştir.
Başkan, Diyaneti siyasetin içine iyice çekiyor, iktidar sözcüsü gibi davranıyor, siyasi demeçler veriyor. Halkın dinini, imanını ölçmeye, tartmaya çalışan Diyanet Başkanının kendisi acaba ne kadar dindar? TÜİK aracılığıyla yine bir anket yaptırdı: Alevi misiniz, Sünni misiniz? Bıraksın vatandaşı ayrıştırmayı da devlet malını aşıran kimsenin cenaze namazının kılınamayacağını anlatsın. Halkın parasıyla halkı fişliyor. Diyanet bütçesinde Alevilerin vergileri yok mu? Alevilerin 'Haram olsun' dedikleri Diyanet bütçesi, lüks otellerde düzenlenen etkinliklerle tıka basa yeniliyor. Aleviler oyalanmaktan vazgeçilmelidir, cemevleri yasal statüye kavuşmalıdır, Diyanette Alevilerin de temsil edildiği bir idari yapı oluşmalıdır. Ruhban okuluna açılış müjdesi veren, kilise ve havraların elektrik ücretlerini ödeyen Diyanet Başkanı, aynı yaklaşımı cemevlerine neden göstermez?
Kevser süresinde olmayan anlamları, Kevser süresinde varmış gibi anlatarak, Allah'ın ayetlerini kendi keyfine göre tefsir eden Başbakanı alkışlayarak, muktedirin hoşnutluğunu Allah'ın hoşnutluğuna tercih etmek caiz mi? Kur'an-ı Kerim'e değil de muktedirin gözlerine bakarak siparişle siyasi kürtaj fetvası vermek caiz mi? Dişinden tırnağından artıran Anadolu insanına dünyanın en pahalı haccı yaptırılıyor, her hacıdan en az 500 dolar fazla alınıyor. İnşallah, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında hacılarımız, daha az ücretle hac ibadetlerini yapacaklardır. Hacıların parasından Diyanet İşleri Başkanının lojman tamiratına 400 bin TL harcanması kabul edilemez. Hacda 14 milyon Suudi riyali yolsuzluk iddiasıyla ilgili soru önergeme yirmi bir aydır cevap verilememesi manidardır. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı olmasın."
-"GÖREVİ ORTALIĞI KARIŞTIRMAK"-
Daha sonra MHP adına kürsüye gelen MHP Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan ise "İktidarın bütçeye verdiği önemi görmek isteyen bütün vatandaşlarımızın iktidar sıralarına bir göz atmalarını istirham ediyorum. 326 milletvekilinden 26 tanesini bile salonda bulundurmayarak bütçeye verdiği önemi AKP iktidarı çok ciddi bir şeklide ifade etmektedir" diyerek sözlerine başlarken, devletin en önemli görevinin kamu düzenini, vatandaşın can ve mal emniyetini sağlamak olduğunu hatırlatarak Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'na ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
"Başlangıçta merak ettik, bu kurum ne iş yapacak diye. Ama çok geçmeden gördük ki bu kurumun görevi kamu düzenini sağlamak değil, ortalığı karıştırmak, toplumu ayrıştırmak, ülkemizin birliğine, dirliğine kasteden teröristleri meşrulaştırmakmış yani açılım denen zırvanın koordinasyonunu sağlamakmış.
Eskiden teröristlerle görüşmek gizli işlerdendi, ayıptı. 'Siz teröristlerle görüşüyorsunuz' deyince 'İspat etmeyen şerefsizdir' deniyordu. Şimdi işler ilerledi, teröristler için Habur'da karşılama törenleri düzenleniyor. Eskiden suçlular, teröristler mahkemeye götürülürdü, şimdi mahkemeler teröristlerin ayağına götürülüyor. Artık Diyarbakır'da Türk Bayrağı olmayan, İstiklal Marşı'nın okunmadığı nevruz mitingleri yapılıyor. Teröristlerin ellerinde paçavralar, teröristbaşının posterleri, teröristbaşının mesajları oradan okunuyor. Bu ucube durumu ne polisler görüyor ne valiler görüyor ne savcılar görüyor yani teröristler istediğini, istediği zaman, istediği yerde yaptı mı kamu düzeni sağlanmış oluyor. Yine, Sayın Başbakan, AKP'li arkadaşların gurur duyduğu Barzani ve milletimize, devletimize küfretmeyi alışkanlık edinmiş sözde sanatçılarla Diyarbakır'da buluşup birlikte halay çekince kamu düzeni sağlanmış oluyor.
Yakınlarda ABD'ye giden bir Başbakan Yardımcısı 'Türkiye'nin Demokratikleşme Süreci' diye bir panele katılıyor arkadaşlar. Orada, kamu düzeninin nasıl sağlandığını, ülkemizin PKK'ya nasıl teslim edildiğini bir bir sıralıyor. Kendi ifadesiyle 'Artık, PKK paçavralarıyla mitingler yapılması yasak değil. Teröristbaşının posteriyle mitingler yapmak suç değil. Bu suçlardan ceza alanların hepsini serbest bıraktık' diyor. 'Bundan sonra, bu suçlarla ilgili takibat yapmıyoruz' diyor. Daha bitmedi arkadaşlar; 'Milletimizin, devletimizin birliğine karşı özerklik, eyalet, vesaire arayışları, bu konuda isteyenin istediğini söylemesi de suç değil. Bunlarla ilgili paneller düzenlemesi, devletimizin birliğine, dirliğine herkesin istediğini söylemesi de suç değil' diyor. Hızını alamamış, azınlıklara verdiklerini, Lozan'da aldığımız, bütün kazandığımız kazanımları bir bir teslim ettiklerini de övünerek sayıyor.
Arkadaşlar, siz, unuttunuz mu Çanakkale'deki dedelerimiz niçin şehit oldu? 30 bin, 40 bin vatandaşımız doğu ve güneydoğuda niçin can verdi? Siz bunlara nasıl hesap vereceksiniz? Yani, bölücülerin her yerde her istediğini yapması serbest. Niçin? Analar ağlamasın! diye ama bölgede kontrol kimde? Bunu, sizin takdirlerinize bırakıyoruz. Daha birkaç gün önce, 2 astsubayımız ve 2 uzman çavuşumuz kaçırıldı. Kimler tarafından? Cevap yok. Sonra, birileri araya girdi Süreç zarar görmesin! diye PKK lütfetti, askerlerimizi serbest bıraktı. Bu ne züldür arkadaşlar, buna nasıl tahammül ediyorsunuz? Kazan kaldıran yeniçeri ocağı gibi, PKK canı sıkılırsa Yüksekova'yı birbirine katacak, süreç zarar görmesin! diye sineye çekeceğiz. Velhasıl, geldiğimiz noktada kamu düzenini sağlamak çok kolaylaştı. Açılım, demokratikleşme süreci vesaire Velhasıl, bölücüler ve küresel güçler ne istiyorsa ver, kurtul; ülkede kamu düzeni sağlanıyor arkadaşlar."
-"ADALETİ AYAKTA TUTUN"-
MHP İstanbul Milletvekili Atilla Kaya da Diyanet İşleri Başkanlığı'na ilişkin çeşitli eleştirilerde bulundu. Kaya, "Büyük Orta Doğu Projesi'nin Eş Başkanı, etnik temelden kalkarak federasyona varmayı hedefleyen siyasi bir açılım projesi başlatmış ve Diyanet İşleri Başkanlığını da bu projenin bir ayağı olarak öngörmüştür. Ne var ki o zamanki Diyanet İşleri Başkanı kendisine yakışır bir ferasetle, ülkemizde birlik ve beraberliğin sağlanması ile ayrımcılığın önlenmesinin Diyanetin amaçları arasında olduğunu belirterek Diyanetin şaibeli siyasi projelerin parçası olmak yerine kendi asli işini yapması gerektiğini ifade etmişti. Bunun üzerine, açılım sürecinde aktif rol alması şartıyla şimdiki başkan göreve getirilmişti. Bu sürecin bir sonucu olarak Sayın Bardakoğlu nasıl saygıyla hatırlanacaksa Sayın Görmez de bu iktidarın seçimine gerçekten de uygun olmakla hatırlanacaktır. Bu, İslam tarihinde din işleriyle ilgili mevkilerde bulunanların siyasi otoritelerin haksız uygulamalarına direndiklerinde saygınlık, onu desteklerinde özellikle anılmalarına uygundur" dedi.
Kaya, şöyle devam devam etti:
"Peki, Görmez başka nasıl hatırlanacaktır? Mesela, Başbakanının 'Gâvur İzmir' imasına uygun olarak 'İzmir'in farklı bir dindarlığı var. Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var' demiş olmasıyla hatırlanacaktır. Mesela, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Din Görevlilerinin Katkısının Sağlanması Projesi'nin imza töreninde 'Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin' demesiyle hatırlanacaktır ama en çok da Gezi olayları sonrasında Başbakanın Dolmabahçe Camisi Müezzinine duyduğu öfkenin takipçisi olmakla. Yüce Allah'ın Furkan suresinde buyurduğu 'Onlar ki yalana şahitlik etmezler, boş şeyler ve kötü sözlere rastladıkları zaman da vakarla geçip giderler.' emrine uygun davranan bu müezzine soruşturma açtırmak ve onu sürmekle hatırlanacaktır.
Hiçbirimiz unutmayacağız ki o zulmedilen müezzinin çok iyi bildiği 'Ey iman edenler, bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten alı koymasın. Ey iman edenler, kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için, şahitler olarak adaleti ayakta tutun' ayetlerini imam hatipli olmakla övünen Sayın Başbakan da geçmişte vaizlik yaptığını söyleyen Diyanetten sorumlu Sayın Bakan da ilahiyat profesörü olan Diyanet İşleri Başkanı da bilmezden gelmişlerdir. Aslında, müezzinin başına gelenlere şaşmamak gerek. Unutulmamalıdır ki Sayın Görmez iktidarın istediklerini söylemedi diye gönderilen bir başkanın koltuğunda oturmaktadır. Şu da görülmelidir ki bu iktidar artık mütedeyyinleri de rahatsız eden bir boyuta gelmiştir.
Diyanet İşleri Başkanı iktidar karşısındaki zaaflarıyla hatırlanırken sadece yaptıkları değil, yapmadıkları da yapamadıkları da akla getirilecektir. Mesela, geçtiğimiz yılın eylülünde 'Cami mimarisinde kötü taklitler bizim ciddi bir sorunumuzdur' diyen Görmez, aynı yılın kasımında, projesi belli olan Çamlıca'daki çakma selatin camisiyle ilgili tek laf edememiştir. Çünkü, bilmektedir ki İstanbul'un o uzak tepesinde yükselecek olan cami değil Sayın Başbakanın nefsidir. Diyanet İşleri Başkanının yapamadığı öyle şeyler vardır ki umurunda olsa üstlendiği manevi sorumluluğu ateşten gömlek hâline getirecek türdendir. Örneğin, AKP iktidarında bir anda zenginleşiverenleri göz önüne getirsin ve kendisine 'Mümin kimdir?' diye sorulan Hazreti Peygamberin neden 'İnsanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir' şeklinde ibadeti vurgular türden olmayan bir cevap verdiğini açıklasın. Biliyorsa sırattan gemicikle geçebilme yollarını da bir anlatsın, dinleyelim."
-"İSLAMDA EN TEMEL İLKE ADALET"-
"Tartıda hile yaptığı için bir kavmin helak edildiğine inanan bir insan olarak Diyanet İşleri Başkanına soruyorum: 'Asrın dolandırıcılığı' olarak adlandırılan Deniz Feneri davası karşısında iktidarın takındığı tavır ile ilgili ne düşünmektedir?" diyen Kaya, şunları kaydetti:
"Bu ülkedeki Müslümanların kulağı onun cevabındadır. Lütfen, kitabı eğip bükmeden cevap versin. Müslüman coğrafyasını kan gölüne çeviren Büyük Orta Doğu Projesi gibi bir haçlı oyununda bir Müslüman Başbakanın Eş Başkan olmasını Müslüman halka Diyanet İşleri Başkanı bir anlatsa ya. Referansının İslam olduğunu söyleyen bir Başbakan ve onun yönetimde yer verdiği kadroları bilmedir ki İslam dinî hiçbir siyasi yönetim modeli öngörmemiş. Yüce kitabımız Kur'an sadece yönetim ilkeleri vazetmiştir; bunlar da adalet, liyakat ve şûradır. Aslında liyakat de, şûra da adalet kavramında mündemiçtir. Yani, İslam'da en temel ilke adalettir. Bunun karşıtı ise zulümdür. Türk devlet geleneğinde de yönetim temel ilke olan adalet üzerine bina edilmiştir. Bunun en veciz ifadesi ise Selçuklu Veziri Nizamülmülk'ün Siyasetname'sinde de, Osmanlı devlet adamı Koçi Bey'in risalesinde de yer alan aynı cümledir; 'Devlet küfr ile çökmez ancak zulm ile çöker.' Selçukludan tek nasibi genel merkez binasındaki geometrik desenler, Osmanlıdan tek nasibi ise Çamlıca'daki çakma selatin camisi olan bir zihniyetin bunu kavramasını beklemiyorum. Bunları iktidar ve onun diyanet işlerinin yönetim anlayışının bir uygulaması olan Iğdır Müftülüğü raporunun anlamı iyice ortaya çıksın diye dile getiriyorum."