Ökten: Suriyelilerin Onuru Bizimkinden Ne Üstün Ne De Aşağıdır
Suriyeli sığınmacılara ilişkin bir araştırma yapan Doç. Dr. Şevket Ökten, olası sosyal patlamalara dikkat çekerek sağduyu çağrısında bulundu.
Göç konusu üzerine birçok araştırması bulunan ve halen bölgede 'Suriyelilerin Türkiye'deki yaşantısı' üzerine çalışmasını sürdüren Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Şevket Ökten, Gazete İpekyol'a 'Neden Suriyelilerle birlikte yaşamalıyız?' sorusuna açıklık getirdi. Suriye'nin yanı sıra dünya genelindeki göç olaylarından yola çıkarak alınması gereken dersleri sıralayan Ökten, devlet ve halk olarak olaya bakış açısının nasıl olması gerektiğini anlattı. Mevcut sorunları sıralayan ve eksiklikleri dile getiren Ökten, Urfa halkına da seslenerek ötekileştirmeden kaçınılmasının gelecek açısından önemli olduğunu söyledi.
Hocam öncelikle göç nedir bize tanımlar mısınız?
Göçü bir canlının, bireyin veya toplumun bir yerden başka bir yere fiziksel olarak mekan değiştirmesi şeklinde özetleyebiliriz. Aslında göç sadece fiziksel ve ekonomik maliyeti olan bir şey değildir. Onlar da var fakat göçün psikolojik, hukuksal, ekonomik boyutunun yanında kimlik boyutu da vardır. Bu esasında fiziksel ve ekonomik boyutundan çok daha etkili çok uzun etkili ve bireylerin üzerinde çok daha etkilidir.
Mesela Suriyeliler oradan buraya gelerek sadece bir mekan mı değiştirdi? Evleri orada yakılıp yıkıldı ve gelip burada aç mı kaldılar? Genelde göç bu insanlar üzerinden böyle tanımlanılır. Ama aslında böyle değildir. Mesela onlara dikkat edin; hem gelenler için hem de geldikleri yer için bir ekonomik boyutu var. Ama bunun ötesinde bizim yaptığımız çalışmalarda da net ortaya çıkıyor ki; en büyük etkisi kimlik boyutudur. Daha önce Suriye'de olan insanın belli bir varlığı vardı. Birden hiç tanımadığı bir yere ve Suriye'de olan bütün hayallerini kaybederek yeni bir kimlik kazandı. Suriye'de belki doktor, fabrikatör belki de bir aşiret reisiydi. Onun ötesinde politik yani, maddi kimlikleri olan bir insandı. Buraya geldiği zaman yeni bir kimlik kazandı. Göçmen Suriyeli kimliği oldu. Suriye'de muhtemelen asri unsurlardan biri iken burada öteki azınlık durumuna düştü. Tamamen kim sorusunu karşılayan kimliği değişti. Bu kimlik ve mana boyutunun çokta çarpanları var. Size muamelesi, kendini ifade edişiniz ve ederken ki zorluklar. Gittiğiniz yerde dininize, dilinize, kimliğinize, cinsiyetinize yapılan empozelere maruz kalıyorsunuz.
Diyelim Urfa'da yaşayan Suriyelileri öteki kimliği ile tanımlıyoruz. Bu; erkek, kadın ve çocuklar için ayrı tanımlamalar oluyor. Mesela Suriyeli çocukları gördüğümüz zaman bunlara hırsızlık yapan potansiyel çocuklar olarak bakabiliyoruz. Yaptığımız çalışmalarda ise Suriye'den gelen kadınların en büyük sıkıntılarından bir tanesi ise onlara kötü kadın muamelesi yapılması. Sanki her Suriyeli kadın erkekler tarafından gelebilecek nahoş tekliflere açık olarak görülüyor. Çok büyük ve utanılacak bir şey bu bizim için. Demek ki göç unsuru görüldüğü gibi cinsiyet üzerinde de etkili oldu.
Peki göç eden insan, göç ettiği yerde aynı kültürden olan insanlarla yaşıyor ve bu yer değiştirmede sadece toprak değişimi varsa buna da göç diyebilir miyiz?
Tabi ki bu da bir göçtür. Ama öyle bir durum mümkün değildir. Bir yere zorla veya politik olarak göç edenler; diaspora dediğimiz kendileri ile benzeyenlerle yaşarlar ve kimlik bağlılığını güçlü tutarlar. Bu iç ve uluslararası göçlerde de böyledir. İstanbul'a gittiğiniz zaman Sivaslıların, Karadenizlilerin ve Urfalıların bir yerde kümeleştiğini görürsünüz.
Örneğin Urfa'da Kobani'den gelen Kürtler genellikle bir mahallede, Arap bölgelerinden gelenler ise daha çok bir yere kümelendiler mesela. Özellikle bu tüm yerlerde böyledir. Gittikleri yerlerde kimliklerine bir saldırı olacağını düşündükleri için içlerine kapanırlar. Birleri ile alışveriş yapıp, kendi aralarında kız alırlar. Daha önce geldikleri yerlerde kimlerini önemsemeseler bile kimlikleri bu gibi durumlarda çok önemli hale gelir.
Bu coğrafya neden sürekli göçlerle gündeme gelmiştir?
İnsanoğlu dünya yüzüne ayak bastığından bugüne stabil değildir. Her zaman göç halindedir. Mesela benim ailemin olduğu gibi hepimizin ailesi mutlaka başka bir yerden gelmişlerdir. İnsanlar sürekli bir devinim halindeydi. Elbette ki geleneksel dönemdeki bu hareket ile modern dönemdeki hareket aynı değildir. Geleneksel dönemde insanlar hiç durmamıştır. Orta Asya'da mesela Kavimler Göçü var.
Bir Urfa'yı düşünün kimler nerelerden gelip buraya uğramamış. İskender'inden, Moğollara ve Araplara kadar birçok insan gelmiş. Neden gelmiş peki? Ya otlakları azalmış, ya ticaret yolları ile yada başka bir sebeple gelmiştir. Çünkü göç yaşamın ve medeniyetin olmazsa olmazıdır. Durağan haldeki medeniyetler yok olur.
Ama bunların yanında Suriyelilerin yaşadığı zorlu bir göçte var…
Biz göçleri ikiye arıyoruz. Biri gönüllü göç diğeri ise zorunlu göç. Bizim asıl konumuz ise zorunlu göç. 'Zorunlu göç nedir' diye soracak olursak; kimliğinden, dininden, yaşam biçiminden yaşanmaz olan şartlardan dolayı kişinin yerini terk etmesine biz zorunlu göç diyoruz. Suriyelerin yaşadığı da zorunlu göçtür. Onlar 'Türkiye çok güzel haydi gidelim' deyip gelmediler. Savaş orayı yaşanmaz hale getirince topraklarını terk edip, en yakın yer olan buraya geldiler. Türkiye'de bu sayı kayıtlı 2 milyona gelmiş durumda. Bu rakam korkunç bir rakamdır. Bunun yanında Şanlıurfa dünyada en fazla mülteci nüfusunu barındıran kenttir.
Güvenli bölge oluşturulup Suriyelilerin oraya yerleştirilmesi söz konusu mesela… Peki üç yıldan fazladır burada yaşayan ve alışan insanları tekrar bir göçe zorlamak nasıl olur?
Her şeyden önce şunu söylemek lazım; bu insanlar zorunlu göç etmişler. Bunun yanında buraya gelip hayatın en alt seviyesinden başlamak üzere hayata tutunmaya çalışıyorlar. Böyle olunca yapılabilecek en kötü şeylerden bir tanesi de zorunlu göçe maruz kalmış bu insanlar üzerinden politika yapmaktır. Urfa dünyadaki en büyük mülteci nüfusu. Son olarak alanda yaptığımız çalışmalarda onlara şunu sorduk; 'Türkiye sizi niye aldı' mesela.
En yüksek cevap 'din kardeşiyiz, diye bizi almak istedi' çıktı. Ama bu kadar göçmen almamızın sebebinin politik olduğunu biliyoruz. Esed ile bir kavgamız var ve politik durumdan dolayı onlara 'kardeş' dedik ve buraya aldık. Bunu doğru mu ettik yanlış mı ettik bu tartışılır. Alma biçimimizde bile politik bir münazara vardı. Mesela biz ne söylersek söyleyeyim iktidara yakın durmak isteyen kesimler Suriyeliler çok iyi ve hiçbir sorunu olmadıklarını söylerler. İleride ve şuanda söylenilen her türlü potansiyel sıkıntıyı çıkıntı olarak değerlendiriliyor. Elbette ki savaştan gelen mülteciyi koşulsuz almak gerekiyor.
Türkiye, insani boyutunun yanı sıra hukuksal olarak Suriyelileri almak zorunda mıydı?
Türkiye zaten bunu açık kapı politikasıyla aldı. Bu ekstra bir şey değil, almak zorunda. Komşuda savaş varsa kapıları açık tutmak zorundayız. Bu ekstra bir lüks değil. Mesele bu. Fakat dünyanın her yerinde mülteci nüfusunun böyle yoğun olduğu bir yer yok. Belli bir zamandan sonra baş göstereceği bazı olaylar var. Zannımca, Urfa özelinde konuşuyorum; burada bir şey yapamıyoruz.
Nedir bu olaylar?
Bu dünyanın her yerinde görülen bir şeydir. Zorunlu göçe tabi tutulanlarla yerli halk arasında belli bir çatışma zemini oluşur. Bu Urfa'da daha başlamadı. Bakın daha başlamadı diyorum. Başlayacak desem, bu benim temennim olduğu için değil. Başka yerlerdeki örneklerden tecrübelerle söylüyorum. Niye? Çünkü giderek bölünen bir istihdam pastası var ise Urfa özelinde söyleyeyim, hakikaten hiç tasvip etmediğimiz karmaşık bir döneme doğru gidiyoruz. Doğru mudur? Örneğin bir sosyal paylaşım sitesinin notunu da aldım. Bu paylaşım sitesi bu Urfa'daki son karışıkları Suriyelilere bağlıyor. Büyük bir dostum demişti, 'Suriyeleri aldınız, ileride karışıklıklar başladı, başlayacak.' Asıl şunu söylemek istiyorum. Bu bir ailede de böyledir.
Yani zorunlu göçe zorlanan Suriyeliler Türkiye'de bir ulusal sorun değil de belli bir kesimin politikası haline mi geldi?
Ben, 'ulusal bir sorundur' diyorum. Dünyanın her yerinde siz zorunlu göçe tabi tutulan bu göçmenleri politik düşüncenize malzeme ederseniz… Bununla ilgili size bir örnek vereyim. Ceylanpınar'da 1983 yılında soydaşlarımız olduğu için aldığımız bir grup Afgan vardır. Afgan değiller, çoğu Özbek'tir. 1983, bugün 2015. O zaman Kenan Evren almıştı. Köyün adı da Evren Paşa'dır. Bakın 32 yıl olmuş. Bunca yıl geçmesine rağmen bir tek bilgi, belge, araştırma yapılmadığını söylesem. Ben ilk defa bunlarla ilgili bir çalışma yaptım. Ve korkunç entegrasyon sorunları yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak.
Neden?
Neden biliyor musunuz? Şu anda korkunç sıkıntılar yaşanıyor orada. Grup küçük olduğu için pek belli etmiyor aslında. Bunların ciddi sıkıntıları var. Bunlar belli bir politik mülahazayla alındılar. 1980 dilini ve paradigmasını aklımızda tutarak konuşuyorum. Ceylanpınar belli etnik bir köken, siz onlardan farklısınız. Hatta öyle ki, onları şehir dışında, şehirden beş kilometre uzakta köye yerleştirildiler. Şimdi mesele şu: Bu insanlar ilçe halkıyla yaşamak zorunda mı? Yaşamak zorundalar. Alışverişlerini onlarla yapmak zorundalar, okullarını onlarla paylaşmak…
Aslında bu insanların gelmelerinin amacı entegrasyonu sağlamaktır. Oraya gittiğiniz, belli bir yıldan sonra, belli bir aşamadan sonra entegrasyonunuzu sağlayın. O topluma ayak uydurmanız istenir. Eğer siz onlara 'siz farklısınız', 'siz onlarla entegrasyonu sağlamamalısınız' diye angaje ederseniz, köylerini uzak tutarsanız, demin bahsettiğiniz o kimlik tutumunu çok güçlü yaptılar. 33 yıldır buradalar, çocukları dahil olmak üzere daha memleketten geldikleri kıyafetleri giyiyorlar.
Kimliklerini güçlü tutmalarının nedeni, köyde sürekli bir arada olmaları mı?
Tabi. Bir arada ve biz ve öteki ayrımı çok net. Bizim araştırmamızda da net bir şekilde çıktı. Bakın, ben size bunu somut olarak söyleyeyim. 33 yıl geçmesine rağmen daha Afganlılar bir kızlarını Ceylanpınarlılara veya Türkiyelilere verebilmiş değiller. Böyle bir şey olabilir mi? Halbuki siz orada yaşamak zorundasınız. Bir toplumun entegrasyonu için ne yapmalısınız, biliyor musunuz? Kız, alıp vermeyle, düğünlerle vesaire… Düğünlerine Ceylanpınarlıları çağırmazlar ve Ceylanpınar'dan izole bir şekilde yaşıyorlar.
Bir örnek vereyim. Biz, çalışma yaptığımız zaman Hatay'a gittik. Hatay'da Özbekliler 'biz yastayız, bizim kızımızı bir tane Türk kaçırdı' dedi. Tahmin edebiliyor musunuz. Böyle olduğu için kız alıp verme son derece sınırlı. Ya çocukları gidip Zeytinburnu'nda, Cem Özer'in filmlerine konu oluyor ya dericilikle uğraşıyorlar. Burada yaşı ilerleyen korkunç bir kız nüfusu kalıyor. Ceylanpınar'a veya yerli halka kız vermeyince ne oluyor? İlla Afgan. Bulmak da zor. Ciddi risk alanları oluşmaya başlıyor. Gittikçe bölgede etnik bir milliyetçi bilincin yükselmesi de söz konusu. Yıllardır, bu son seçimler de dahil olmak üzere Afgan kimliği belli bir politik çizgide, MHP'de. O yükselme kendini o politik alanda da gösterdi ve kendini ayrıştırdı. Böyle olunca ilçe halkında da tepkiler yavaş yavaş başlayacak ve karşı karşıya gelme alanları oluşacak. Hâlbuki siz o insanlara hiçbir şekilde politik tarafa çekmeden, gittikleri halkla doğal bir şekilde kendi kendilerine bütünleşmelerinin kanallarını açmak gerekir. Öteki türlü sakıncalı olur. Siz diyelim ki, bir grubu getirip sahiplendiniz, sizi sevmeyenler o gruba kötü bakacaklardır. Bu tür şeylere dikkat etmek lazım. Bu sadece Suriye sorunu, Arap veya Kürt sorunu olmanın da ötesinde bu dünyanın her yerinde böyledir. Mülteciler belli bir noktadan sonra hoş görülmezler.
Ben tekrar Suriyeliler konusuna dönmek istiyorum. Suriyelilerle ilgili tabloya baktığımızda Urfa'yı ne bekliyor? 'Çalkantılar başlamadı' diyorsunuz. En kötü olan sınır nedir?
Tespit ve alandan elde edilen verilerle konuşalım. Mülteci değil bunlar, misafir diyoruz. Orada da bir sıkıntı var. Hukuki bir tanımı belli değil. Resmi olarak misafir. Türkiye onu mülteci olarak alamıyor, çünkü yasası öyle. Ancak Avrupa üzerinden gelenleri mülteci olarak kabul ediyor.
Bunlar mülteci değil o zaman?
Kesinlikle. Alanda yaptığımız çalışmalarda en büyük sıkıntılardan bir tanesi de bu. Mültecilik vasıfları olmadığı için çalışma, kimlik edinme durumlarında sıkıntı oluyor. Misafir kelimesi sıkıntılı bir kelime ve Suriyeliler bu 'misafir' kelimesinden çok rahatsızlar.
Niye?
Misafir ne demek? Ev sahibi ne isterse ona tabisiniz. Misafir çalışma izni olmayan, eğitim olanaklarından bu yüzden mahrum edilen, edilebilen, gezme, araba edinme gibi normal vatandaşlık haklarını kullanamayan… Mesela 'Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyla aynı şeyleri kullanamıyorum' diyor. Misafir olduğu için kullanamıyor. Misafir ev sahibinin haklarına sahip olabilir mi? Ev sahibinin gösterdiği yerde, gösterdiği şekilde ve gösterdiği zamanda davranır.
Vatandaşlık ve araba plakaları veriliyor ama?
İşte bunlar mültecilik şartları altında olmuyor. Ara formüllerle oluyor. Türkiye bunları yaparken çıkış bulamadığı için ara formüllerle yapıyor. Yoğun bir nüfus geldi. Bu nüfus savaştan çıkıp geldi. Ve Suriye'de canlı canlı izlediğimiz çok kirli bir savaştan çıkıp geldiler.
Ve yine yaptığımız çalışmalarda gelenlerin büyük bir kısmının yakınlarını kaybeden ve savaşta herhangi bir travmaya maruz kalan büyük bir kitle. Bu da Arap, Kürt, Türk olmasının da ötesinde. Gelen kitlenin sosyo-politik durumundan kaynaklanan bir şey. Böyle bir savaştan çıkmış, travma yaşamış bir kitle var. Seçici bir süreliğine, çok kısa bir süreliğine geldikleri gibi algılandı. Artık giderek yavaş yavaş biz de biliyoruz, Suriyeliler de anladılar ki, savaş bitse bile daha uzun süre burada kalacaklar. Eğer daha uzun süre burada kalacaklarsa bunların hukuki vasıfları daha tanımlanmamış bir toplumun geleceği riskli bir toplumdur.
Çalışma koşulları riskli bir toplum. Sigortalı çalışamıyorlar. Öyle bir hakları yok. En dip düzeyde çalışıyorlar, çalıştırılıyorlar. Kaçak çalıştırılıyorlar. Kiraların durumunu biliyorsunuz, vs. Bunu sadece tespit olarak söylüyorum. Zaten işsizlik oranının yüksek, şiddetin aşina olduğu, eğitim düzeyinin çok düşük, bağımlılık, işsizlik ve şiddet olaylarının giderek tırmandığı bir memlekette, olan ve belki de bunların gelmesiyle biraz daha çoğalan bu durumun müsebbibi olarak görülecektir. Bu ailelerde de böyledir. Türk filmlerinde hep izlemez miyiz? İki eşle veya üvey kardeşlere ne olur? Aslında ev ikisine de yetmesine rağmen bir şey olduğunda sürekli onu sorumlu görürler ve onun oradan gitmesini isterler. Zaten bize yetmeyen bir pasta var, bir de siz getirdiniz onları. Bir de acayip bir dezenformasyonla bu da pompalanıyor. Mesela bizim çocuklar sabaha kadar çalışarak üniversiteye gidiyorlar. Bir Suriyeli lise mezunu olduğunu ibraz ederse sınavsız bir şekilde üniversiteye girebiliyor. Biz de zaten bölümü açtık. Bir Suriyeli başvurursa gece eğitimine alıyoruz. Olsun, keşke yerliyi de kuşatacak güçlü bir ekonomimiz olsa da bunları yapsak. Bunu gören insanlar belki giderek öfke besleyebilirler.
Sonu nasıl olacak?
Sonu şöyle olacak. Ben bunu altını çizerek söylüyorum. Karşı karşıya gelmeler olacak. İrili ufaklı kavgalar, çatışmalar, çeteleşmeler olacak. Siz de alanda gazeteciniz, duyumlarınız vardır. Ufak ufak toparlanmalar, iş hayatında, gece hayatında böyle bir araya gelmeler… Ramazan ayında bir iki programımda Rabia Meydanına geldim. 100'lü, 200'lü yerli ve Suriyeli grupların karşı karşıya gelmelerine birkaç kez şahit oldum.
Toplumsal çatışma kaçınılmaz mı diyorsunuz?
Kaçınılmazdır demiyorum. Bu potansiyel vardır. Elbette ki, bu potansiyeli, bu olumsuz şeyleri yapacağımız tedbirlerle, mesela eğitim… Şimdi anladık ki, bunlar gitmeyecekler ve burada kalacaklar. Ve buraya gelen çocukların önemli bir kısmı eğitimini bırakarak geldi. Bunu bir kere kabullenmemiz gerekiyor.
Diğer taraftan baktığınız zaman Suriye'den buraya gelen çocukların hepsi de eğitimini yarım bırakarak ülkemize geldi. Bu eğitim sorunu çözülemezse, ilerleyen yılarda bakılacak ki eğitimsiz bir toplum, daha büyük sorunlarla karşımıza çıkacak. Bunu düşünerek acilen bu eğitim sorununu bir kere çözüme kavuşturmamız gerekiyor.
Sorunların başında eğitim mi var diyorsunuz?
Urfa şimdi kendi nüfusu ile zor başa çıkan bir şehir. İlimizde çok hızlı bir nüfus artışı var. Urfa'da ilkokula başlayan nüfusa baktığımız zaman birçok Avrupa ülkesinin toplam ilkokula başlayan nüfusunu geçmektedir. Mesela bu yıl en azından 2 bin dersliğe ihtiyacımız var. Bu sorunlar çözülmeye çalışılıyor ama yeterli olmuyor. Tüm bu çerçevede okullarda öğleden sonraları Suriyeli öğrencilere yönelik eğitimlere başladı. İşte bu noktada eğitimle Suriyeli çocukların travmatik, şiddete yönelik eğilimlerini ortadan kaldırmak lazım diye düşünüyorum.
Hocam yani önümüzdeki dönemlerde içimizde 'ötekileştirme' kavramı daha da artacak. Birçok sorun alakası olmadığı halde Suriyelilere bağlanacak öyle mi?
Evet. Yani bu süre uzadıkça tarafların birbirlerine karşı önyargıları giderek büyüyecektir. Tüm bu anlamda tedbirlerin ne kadar yeterli olduğunu size birkaç örnekle anlatabilirim.
Mesela şimdi şu anda Urfa'da olan Suriyeli nüfusun yarısına yakınını ancak kayıt altına alabilmişiz. Düşünün bir kere memlekete gelen Suriyelilerin yarısına yakını kayıt altında değil. Olabilir mi böyle bir şey. İnsan anlamakta zorlanıyor. Resmiyette yoklar. Bunlar nedir, ne yerler ne içerler bilemiyoruz. Ama bunu giderek AFAD ve içişleri bakanlığı yetkilileri de biliyor. Tüm bunların tekrardan gözden geçirilmesi ve kayıt altına alınması lazım. Ancak bundan sonra çalışma yapabilirsiniz ve politika üretebilirsiniz.
Kayıtdışılar genelde kamp dışında kalıyorlar. Biz bunların yaşantılarını bilemiyoruz. Nerede çalışırlar, nasıl geçinirler bunlardan haberdar değiliz.
Diğer bir yandan kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği bir savaş ortamdan buraya gelenleri kontrol edemiyorsanız, yani bağımlı mıdır, psikopat mıdır, katil midir bilemiyorsunuz ve gelenleri kayıt altına almıyorsunuz. Bunların aramızda gezme ihtimalleri yüksektir.
Tüm bunların yanı sıra Suriye'de silah, mühimmat denetimi son derece gevşektir. Çok ciddi ve profesyonel orduda olan silahların sivil insanların elinde olduğunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki bu savaşla birlikte Türkiye ve Suriye arasında ciddi silah giriş çıkışları oldu. Bunu kim yaptı anlamında söylemiyorum ama oldu. Şimdi bu da yarın bir gün ortaya çıkabilecek çatışma alanlarını çok daha vahim hale getirmek için önemli bir konu.
Duyumlarımıza göre savaşın olduğu yerlerde en yaygın ticaretlerden biri de silah ticaretidir. O yüzden biz diyoruz ki bu Türkiye'de sınır illerinde önemli anlamda silah gidiş gelişleri olmuştur.
Bunu Irak savaşında da yaşadık. O dönemlerde küçük silahların çok daha kolay bulunduğu dönemlerdi.
Bunun yanı sıra arkeolojik değeri yüksek eserler bile bu savaş sırasında el değiştirdi.
Sonuç olarak Suriyeliler üzerindeki çalışmalarınızı nasıl özetleyebilirsiniz?
Şimdi benim iki erkek bir de kız çocuğum var. Evde erkeklerle oynadığım zaman kızım bana 'Baba onlara değer veriyorsun bana vermiyorsun' diyor. Kızımla oynarken bir bakıyorum oğlum diyor ki 'Baba o tek kız olduğu için onu bizden çok seviyorsun'. İnsanoğlunun doğası böyledir. Kendisine çevredekilerden daha fazla değer verilmesini ister. Urfa'da da bakıyorsunuz işsiz biri gelip 'Ya Suriyelilere iş veriyorsunuz, bizi arka planda bırakıyorsunuz' diyor.
Bir kere şunu çok iyi anlamamız gerekiyor. Bunlar savaştan çıktı. Bunların ülkelerinde kaçarak Türkiye'ye gelmeleri onların istediği bir şey değildir. Çok ta hoşnut oldukları bir şey değildir. Hiç kimse evine barkını bırakıp burada kampa gelmek istemez. Olaya en başta insan odaklı bakmak zorundayız. Bu sorunu da 'ama'sız bir şekilde ele almamız gerekiyor. Irkı, cinsiyeti, dini ne olursa olsun bunu bir kenara bırakıp, olaya insan odaklı bakmamız gerekiyor. Olayın özeti bu, -ki bu insanlar zaten bizim akrabalarımız.
Yetkili olarak da yani Türkiye Cumhuriyeti politikası olarak da olaya kardeşlikten ziyade hukuki gözle bakmalıyız. Yani biz bunlara mülteci hukukundan kaynaklanan tüm hakları bir kere vermek zorundayız.
Bütün sorunlu göçler iki boyutludur. Geldikleri yerleri etkilerler ve etkilenirler. Biz bunlardan da etkileniyoruz. Ciddi evlilikleri oldu. Kültürlerini artık bizler yavaş yavaş benimsemeye hatta yaşamaya başladık. Yani onlar da bizi etkiledi. Oldukça devlet ve vatandaş olarak sorunlara soğuk kanlı yaklaşmak gerekiyor. Şunu halkımız çok iyi bilmelidir ki;
Bir Suriyelinin namusu bizimkinden ne yüksektir, nede bir nebze aşağıdır. Yine bir Suriyelinin şeref ve onuru bizimkinden üstün olmadığı gibi, bizimkinden aşağı da değildir.
Bir Suriyelinin çocuğu bizim çocuğumuz kadar değerlidir. Türkiye'ye gelen Suriyeliler en az bizim kadar haysiyetlidir, onurludur.
Unutmamalıyız ki bu yarın öbür gün bizim başımıza da gelebilir. Bu halk bir gecede kalktı ekmek kuyruğuna girdi. Bugünleri unutmamak lazım. Pozisyonumuz ne olursa olsun Suriyelilerden birbirimizi ayrı gayrı tutmamalıyız. Benim öğrencilerim var. Suriyeli ve Türkiyeli. Ben kesinlikle bunların arasında ayrım gayrım yapmıyorum. Herkesin de bu mantıkla hareket etmesi lazım.
(Kaynak: Gazeteipekyol)