Osmanlı Şehzadesinin Kemiklerini Mezardan Çıkarıp Çukura Attılar
Şehzade Orhan Efendi'nin Fransa'daki kabri aidatı ödenmediği için kaldırılmış, kemikleri de kimsesizler mezarlığındaki mazgala atılmış!
VATANA HASRET GİTTİ
Mehmed Orhan Efendi 15 yaşını süren bir delikanlı iken çıktığı vatanını, ölmeden önce bir defa daha gördüğü için Allah'a şükrediyor ve İstanbul'a tekrar gitmeyi arzuluyordu...
Vatanımı bir kere daha ölmeden gitmek istiyorum. İnşallah gelecek sene bir 20 gün, bir ay için gideceğim. Ne kadar ömrüm kaldı ki...
Ama yaşlı Şehzade bu arzusuna ulaşamadı. 12 Mart 1994'te Fransa'nın Nice şehrinde, 30 metrekarelik kiralık odasında 85 yaşında vefat etti. Cenazesi iki gün sonra yeğeni Melike Hanımsultan tarafından bulundu. 14 Mart 1994 günü Nice'in 10 km kuzeydoğusundaki bir tepenin üstünde bulunan Doğu Yakası Mezarlığı'na defnedildi. Hâlbuki Şehzadenin son arzusu vatanına, İstanbul'a gömülmekti.
Şehzade Mehmed Orhan Efendi'nin mezarının durumunu, 2006 yılı sonunda TRT'de gösterime giren "Osmanoğlu'nun Sürgünü" belgeselinin çekimleri sırasında alınan fotoğraflarda görmüştüm. Vefatından 10 yıl sonra bile mezar, başucunda 10 yıl önce defin sırasında konulmuş ve üzerinde ismi yazan bir tahta parçasının bulunduğu bir düzlükten ibaretti. Bir padişah torununun hem de Hanedan Reisliği yapmış bir şehzadenin kabrinin bu durumu yüreğimi dağlamıştı.
NICE YOLLARINDA...
Sonraki zamanlarda merhum Şehzade'nin kabrinin yapılıp yapılmadığı konusunda hep bilgi almaya çalıştım. Bu konuda Nice ile ilgisi olan Hanedan Ailesi üyeleri ile yazıştım. Amacımız Türkiye Gazetesi olarak şehzadenin mezarını mermerden yaptırmaktı. Ancak 4-5 sene önce Paris'teki Hanedan Vakfı'ndan gelen bir bilgi beni bu faaliyet konusunda frenlemişti. Söylediklerine göre Nice Belediyesi mezarın yaptırılması için Şehzade'nin birinci derece akrabalarının müracaatını mecburi tutuyordu. Şehzade'nin tek kızı 1933 doğumlu Necla Sultan 2010'da Zürih'te vefat etmişti. Bu kızından büyük torunu Mehmed Erol Brezilya'da, BPD hastalığına yakalanan diğeri Osman Cem ise Zürih'te müşahede altında yaşamaktaydı. Sağlığında da Şehzade ile pek irtibatı olmayan 1943 doğumlu üvey oğlu Mehmed Selim'in ise nerede olduğunu bilmiyordum. Muhtemelen Şehzade'nin mezarı, yine başucunda ismi yazılı bir levhanın iliştirildiği tahtanın bulunduğu bir düzlük olarak duruyordur diye düşünüyordum.
Nihayet Nice'e gidip Şehzade'nin mezarının durumunu gözlerimle görmeye karar verdim. Nice şehrinin dışında ve ulaşılması hayli zor bir yerde olan mezarlığa vardığımda ise nasıl büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağımı tahmin edemezdim.
Doğu Yakası Mezarlığı bir tepenin yamaçlarında sekiler halinde düzenlenmiş mezarlık parselleri şeklinde toplamda 2-3 futbol sahası genişliğinde geniş bir araziydi. Mezarlığın bir yerinden başlayarak yaptığım 1 saatlik bir koşuşturmadan sonra işin içinden çıkamayacağımı, bu kadar büyük bir alanda Mehmed Orhan Efendi'nin kabrini bulamayacağımı anladım. Mezarlığın ana giriş kapısı önündeki idare binasına gittim.
RUHSATI YOK BOŞALTTIK!
-Ben, dedim, 1994 yılında vefat edip buraya gömülen Osmanlı prensi Mehmed Orhan Efendi'nin mezarını ziyaret edeceğim.
-Ah, Mehmed Orhan diye iç geçirdi görevli. Zayıf İngilizcesiyle devam etti:
-Mezar yeri kullanma ruhsatı için gerekli para yatırılmadığı için Nice Belediyesi onun mezarını boşalttı...
Beynimden vurulmuşa döndüm.
-Nasıl yani, şimdi Mehmed Orhan Efendi'nin mezarı boş mu? diye sordum. Peki, kemikleri nereye götürüldü? diye ekledim endişeyle.
Sonradan adının Ahmed El Mahmoud olduğunu öğrendiğim görevli şöyle dedi:
-Burada bir mezar yerinin kullanım ruhsatının alınması ve bunun devam etmesi için belli bedellerin ödenmesi gerekiyor. Bu meblağ mesela 6 yıl için 200 avro. 10, 20, 30 ve 50 yıl için ayrı tarifeler var. Bu ücretler yıllarca ödenmeyince, yeni ölümler için mezar yeri açmak amacıyla bu mezarlar belediye tarafından boşaltılıyor. Sahibi çıkıp belediyeye başvurmayan ve mezar yeri kullanım ruhsatı ücreti ödenmeyen bu mezarlardaki kemikler de "ossuaire" yani kemik çukuru denilen toplu mezarlara konuyor.
TOPLU MEZAR
Beynimin bir yeri söylenenlerin dehşet verici manasını anlamayı reddediyordu. Bir anlayış uyuşukluğu içinde,
-Bu yer nerede peki? dedim.
Görevli beni koridorun duvarında asılı büyük mezarlık krokisinin önüne götürdü, gideceğim yeri tarif etti. Tepeden aşağı kıvrıla kıvrıla giden ve ziyaretçilerin genelde otomobilleriyle aştıkları uzun yolda yürümeye başladım. İrili ufaklı haçlarla ve heykellerle bezenmiş mezarlarla dolu sağlı sollu parsellerin önünden geçerken ruhum iyice daraldı. Sonunda 8-10 metre çapında, etrafı 1 metre yüksekliğinde bir duvar formu verilmiş şimşirlerle çevrili daire şeklinde bir alana eriştim. Şimşir duvarın bir yerinde geçit veren açıklıktan içeri adımımı attım. Zeminde 6-7 tane dikdörtgen şeklinde, iki ucunda kaldırma halkaları olan demir kapaklar yer alıyordu. Herhalde sahipsiz mezarlardan çıkarılan kemikler bu kapaklar kaldırılarak çukura atılıyordu. Kendi babamın kemikleri mezarından çıkarılmış da bu çukura konulmuş gibi vicdan azabı çekerek dairenin bir kenarına iliştim. Bir Fatiha ve üç İhlas okuyup merhum Şehzadenin ruhuna bağışladım.
Tekrar Ahmed El Mahmoud'un ofisine girdim. Emin olmak için,
-Mehmed Orhan Efendi'nin kemikleri gerçekten o çukurda mı diye yineledim. O da üzüntüyle,
-Evet, diye tekrar etti, Mehmed Orhan şimdi orada... 11'inci parseldeki mezarından oraya nakledildi.
-Peki, dedim, yarım saat daha vaktim var. 1977'de vefat eden Şehzade Mehmed Abdülaziz Efendi'nin kabri hangi parselde acaba? Defterimi açıp Şehzade'nin vefat tarihini ay ve günüyle söyledim: 19 Ocak 1977.
BUNUN VEBALİ KİMİN?
Ahmed el Mahmoud dolaptaki ciltli kayıt defterlerinden 1977 yılına ait olanı çıkardı. İlgili sayfada merhum Şehzade Mehmed Abdülaziz Efendi'nin ismini buldu. Oradaki bazı bilgileri önündeki bilgisayara girerek parselini belirledi ve yine koridordaki haritadan bana yerini gösterdi. Yarım saat içinde tepenin nerdeyse zirve noktasına gidip gelmem ve şehre giden 88 numaralı otobüse yetişmem lazımdı. İki tarafında yüksek servilerin yer aldığı ortadaki merdivenli yoldan koşarak ilgili parsele ulaşmaya çalıştım. Birbirine benzeyen birçok parsele girip mezarları gözümle hızlıca taradım. Şansım yaver gitmişti. Tepedeki bir parseldeki mezarlar arasında, tam ortasında "Prince Abdul Aziz 1902-1977" yazan mezarı gördüm. Dualarımı okuyup Şehzade Mehmed Abdülaziz Efendi'nin, burada yatan diğer hanedan üyelerinin ve bütün Müslümanların ruhlarına bağışladım.
Merhum Şehzade Mehmed Orhan Efendi örneğinde olduğu gibi suçu sadece padişah torunu olmak olan 14 yaşında bir okul çocuğunu vatanından çıkarıp 50 yıl sokmamanın vebali kimindir? Açtığımız denizaltı metrosuna Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülhamid Han'ın rüyası dedik, açacağımız köprüye Yavuz Sultan Selim'in adını verdik, Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'ın Suriye'deki türbesi için savaşı göze aldık ama ne yazık ki torununun Nice'teki mezarına sahip çıkamadık. Şu anda devletimizi yönetenlerin Osmanlı sevgisini takdir ediyoruz. Ama unutmamalı ki evlada yapılan bir iyilik babasına yapılmış sayılır. Bu devleti 623 yıl yönetmiş bu kutlu hanedanın torunlarına pasaport vermekten, bir iki törene davet etmekten daha fazlasını yapmalıyız.
Nilhan Osmanoğlu Vatansever ve Y. Selim Osmanoğlu, mezun oldukları İhlas Koleji'nde bulunmaktan duydukları mutluluğu dile getirdi.
"DEDEMİN SARAYINA MÜZE KARTLA GİREBİLİYORUM"
Osmanlı padişahlarından Sultan II. Abdulhamid Han'ın beşinci kuşaktan torunları olan Nilhan Osmanoğlu Vatansever ve Yavuz Selim Osmanoğlu İhlas Koleji Bahçelievler Kampüsü'nde düzenlenen bir söyleşiye katıldı. Söyleşiyi Nilhan Sultan'ın eşi Mehmet Behlül Vatansever, annesi Nuran Osmanoğlu, İhlas Eğitim Kurumları Genel Müdürü Hami Koç, öğretmenler ve büyük bir öğrenci topluluğu takip etti. Söyleşide tarihçi-yazar İbrahim Pazan da Sultan II. Abdülhamid ve hanedan soyuyla alakalı bilgiler verdi. Pazan, Nilhan Sultan'ın şu anda hayatta olan 12 sultandan biri olduğunu aynı zamanda Türkiye'de doğan ilk sultan olduğunu söyledi. Pazan'dan sonra söz alan Nilhan Sultan, bir sultan olarak nasıl davranıyorsunuz, yaşantınızı nasıl etkiliyor şeklindeki soru üzerine; "Her an üzerinizde bir sorumluluk hissediyorsunuz. Her sabah 650 yıllık hanedanlığın ağırlığını taşıyarak uyanıyorsunuz. Bu yüzden konuşmalarıma, üslubuma her zaman dikkat etmek zorundayım" dedi. Aynı soruya cevap veren Yavuz Selim Efendi de zaman içinde bu durumun maneviyatını anladığını ve o sorumlulukta hareket ettiğini ifade etti. Bu durumla ilgili olarak üniversitede çok zorluk çekmediğini anlatan Yavuz Selim Osmanoğlu, yine de kimliğiyle çok ortaya çıkmamaya çalıştığını söyledi. Öğrencilerden gelen soruları içtenlikle cevaplayan Sultan, öğrencilere Osmanlı torunu olduklarını asla unutmamaları gerektiğini söyledi. Batının bize uymayan taraflarını örnek almayın diyen Nilhan Sultan, gelen başka bir soru üzerine, "Hanedanlık devam etseydi bir günüm nasıl geçerdi? Herhalde yine aynı geçerdi ama sarayın teamülleri farklılıkları olacaktır elbette. Ama şimdi de aynı şuuru yaşıyorum." dedi. Yine bir öğrencinin sormuş olduğu "Topkapı Sarayı'na nasıl giriyorsunuz?" sorusuna cevap veren Nilhan Sultan, "Müze kartımız var. Topkapı Sarayı'na müze kartı ile giriyorum." dedi. Nilhan Sultan ayrıca yapı ve karakter olarak da dedesi II.Abdülhamid Han'a çok benzediğini de sözlerine ekledi. Öğrencilerin sorularının bitiminin ardından Nilhan Sultan ve Yavuz Selim Osmanoğlu'na çiçek takdim edilirken, Nilhan Sultan'ın İhlas Koleji'ndeki mezuniyet fotoğrafı da hediye edildi.