Rahmi Koç: Oruçla İlgili Sorulara Hayret Ediyorum
Koç Holding Onursal Başkanı, Ramazan anılarını anlattı. "'Dişimi fırçalarsam orucum bozulur mu?', 'Kan verirsem oruç bozulur mu?'" gibi sorulara hayret ettiğini söyledi.
Ramazan ayını, tüm huzuru ve güzellikleriyle çocukluğundan itibaren yaşamaya başladığını anlatan Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, 60 yıl oruç tuttuğunu söyledi. Koç, "Şimdi alınan ilaçlar ve tedaviler nedeniyle oruç dahi tutamıyoruz ama ben memlekette olduğum sürede 15 yaşımdan 75 yaşıma kadar oruç tuttum" dedi.
Oruç tutmayı 'nefis disiplini' olarak tanımlayan Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, gençliğindeki Ramazan aylarıyla ilgili anılarını paylaştı. "İnsan kafasına koyunca ne yemeği, ne ekmeği, ne de suyu düşünmüyor" diyen Koç, "Ben memlekette olduğum sürede 15 yaşımdan 75 yaşıma kadar oruç tuttum. Tabi seneler geçince insan yaşlanıyor, bırakın oturarak namaz kılmayı, bazılarımız yürümeyi bile yardımsız yapamıyor. Alınan ilaçlar, görülen tedaviler nedeniyle oruç dahi tutamıyoruz." dedi.
"EV HALKININ HEPSİ ORUÇ TUTARDI, KADİR GECELERİ ÇOK ÖNEMLİYDİ"
Gençlik yıllarındaki Ramazan aylarını hasretle anan Rahmi Koç, eski Ramazan ve bayramlara dair hatırasında kalanları Koç Holding'in 'Bizden Haberler Dergisi'ne anlattı. "Ev halkının hemen hemen hepsi oruç tutardı" diyen Koç, şöyle konuştu: "Erkekler muhakkak teravih namazına giderlerdi. Kadir geceleri ise çok önemliydi ve mutlaka evlerde tanıdığımız, bildiğimiz, sevdiğimiz hocaların arkasında namaz kılınırdı. Kadir gecelerinde ise Peygamber efendimizin Sakal-ı Şerif'ine gider hepimiz sıraya girer, onu öperdik. Ramazanda fakirlere para verilir, imkânı dar yoksullara da erzak gönderilirdi."
"SON ORUCU ULUDAĞ'DA AÇAR, ERTESİ GÜN KAYAĞA ÇIKARDIK"
Eski ramazanlara dair özlemlerini anlatan koç, şunları dile getirdi: "Hayatımda Ramazan'ın kış mevsimine denk geldiğine üç defa şahit oldum. Gençliğimizde Ramazan kışa geldiği zaman son orucu Uludağ'da açardık. Ertesi gün de kayağa çıkardık, o günler de geride kaldı. Ağustosun sıcağında, yaz tatilinde teknede oruç tuttuğumuzu da hatırlıyorum. O günlerin en güzel tarafı da serinlikte, güvertede sahur yapmaktı. Sabah geç kalkılır, yüzülür, öğleyin iyi bir uyku çekilir ve oruç açmadan önce de bir akşam yüzmesi insanı zinde tutuyordu. İstanbul'da camilere asılan mahyalar, dükkanlarda müşterilere sunulan çeşitli yiyecek maddeleri, basın ve yayında din ve Ramazan ile ilgili yayınlar, televizyonda yine bununla ilgili programlar oruç tutanları başka türlü bir havaya sokuyordu.
"ORUÇLA İLGİLİ O SORULARA HAYRET EDİYORUM"
Başka güzel bir tarafı ise eski ramazanlarda bekçi düdükleri ve davulcularla sahura kalkmak, sonra da zamanın geldiğini ezan sesinden duymak hafızamda kalan güzel hatıralardır. O zamanlarda oruç tutanlar ve tutmayanlar bir arada mesut ve bahtiyar olarak Ramazanı geçirirlerdi. Şimdi televizyonlarda ulemaya veya hocalara oruçla ilgili öyle sualler soruyorlar ki, buna da hayret ediyorum. Mesela; 'Yemek pişirirken yanlışlıkla yemeğin tadına bakarsam orucum bozulur mu?', 'Dişimi fırçalarsam orucum bozulur mu?', 'Kan verirsem oruç bozulur mu?' gibi... Bizim zamanımızda mamafih televizyon yoktu ama basında böyle sorular sorulmazdı."
"ORUÇ NEFİS DİSİPLİNİDİR"
Ramazan ayının tüm Müslüman alemi için özel ve anlamlı bir ay olduğunu belirten Koç, "Ramazan güzel bir aydır. Oruç tutmak halk arasında umumiyetle fakir fukaranın çektiğini çekmek gibi anlatılsa da bence oruç tutmak daha çok nefis disiplinidir ve psikolojik yönü de önemlidi" dedi.
"O ZAMANLAR GÖSTERİŞLİ İFTARLAR YOKTU"
KOÇ Ailesi'nin Ramazan ayını tüm gelenekleriyle dolu dolu yaşayan bir aile olduğunu belirten Koç, ailesinin iftar ve sahur sofralarıyla ilgili şu bilgileri verdi:
"O zamanlar akraba-i taallukat (akrabalar) birer iftar verirdi. Bir hafta, bilemediniz 10 günde bu biterdi. İftariyeler umumiyetle evden yapılırdı. Sadece pastırma ve peynir dışarıdan alınırdı. Hatta çoğu zaman pide dahi evde pişirilirdi. Öyle şaşalı ve gösterişli iftarlar yoktu. Belediyenin devasa çadırlar kurarak iftar verdiklerini hiç hatırlamıyorum. Vehbi Bey, daha Ankara'da iken, cami hocalarına evinde küçük bir iftar verirdi. İstanbul'a taşınıp da sayı artınca, Diyanet İşleri Başkanı dahil olmak üzere bütün din adamlarının, profesörlerin ve talebelerin katıldığı, İlahiyat Fakültesi iftarları düzenlenmeye başlandı. Aile genişledikçe, eş dost çoğaldıkça ev iftarlarına da sığmaz olduk ve bunun yerine otellerde ağırlanmaya başlandı. Bu şekilde bütün tanıdıklar da bir seferde davet edilebiliyordu. Önceleri çalışanlarımıza iftar veriyorduk, şirketler, fabrikalar çoğalınca her iş yerinden temsilciler gelmeye başladı. Bu şekilde dahi davetli sayımız 500 kişiyi aşıyor."
"BAYRAMDA MENDİL İÇİNDE 2,5 LİRA VERİRLERDİ"
Çocukluğundaki bayramları da özlediğini anlatan Rahmi Koç, şöyle devam etti: "Bayram namazı için evdeki bütün seccadeleri koltuğumuzun altına dürerek, babamızın arkasından evin tüm erkekleri camiye giderdik. Geç kaldığımız için umumiyetle dışarıda ya toprak, ya taş, ya da beton üzerinde kılardık. Bazı camilerde hasır seriliyordu, onun üzerine seccademizi koyardık. Namaz biter bitmez önce camide, sonra evde bayramlaşılırdı. Daha sonra evde bir saat kestirmek en büyük zevk olurdu. Öğleden sonra da aile büyükleri ziyaret edilirdi. Ankara'da kimi Keçiören'de, kimi Kale'de, kimi Yenişehir'de, kimi Çankaya'da, İstanbul'da da kimi Kadıköy'de, kimi Beyazıt'ta, kimi de Büyükdere'de, otururdu. Bu ziyaretler hemen hemen 2-3 gün sürerdi. Küçükken mendil içine 2.5 lira para konur, onu bize verirlerdi. Bazı büyüklerimiz de sadece çikolata ikram ederdi. Sonra sonra zaman o kadar kıymetli olmaya başladı ki, önceleri rahmetli Vehbi Koç, bayramın birinci günü öğleden sonra 16.00 ile 18.00 arasında evinde bayram ziyaretçilerini kabul ederdi. Bunların adedi artınca Divan Oteli'nde 16.00 ile 19.00 arası bayramlaşmaya başladık. Umumiyetle bizler bayramda ya yeni elbise, ya yeni ayakkabı, ya yeni gömlek giyer ve yeni kravat takardık. Bayram ziyaretlerine spor kıyafetlerle gitmek düşünülmezdi bile."