Şakir Bey'e Veda
81 Yaşında Hayata Veda Eden İşadamı ve Sanatçı Şakir Eczacıbaşı'nın Cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı'na Defnedildi.
81 yaşında hayata veda eden Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Yönetim Kurulu Başkanı, işadamı ve sanatçı Şakir Eczacıbaşı’nın cenazesi, Teşvikiye Camii’nde dün öğleyin kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
CENAZE TÖRENİNDEN FOTOĞRAFLAR
BU FOTOĞRAFLAR İLK KEZ HÜRRİYET'TE
Cenaze törenine Eczacıbaşı ailesinin yanı sıra iş, siyaset, medya ve sanat dünyasından çok sayıda dostu, seveni katıldı.
İSTANBUL Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) Yönetim Kurulu Başkanı işadamı ve sanatçı, 81 yaşındaki Şakir Eczacıbaşı’nın cenazesi, Teşvikiye Camii’nde dün öğleyin kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Törene Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yanı sıra iş, siyaset, medya, sanat dünyasından çok sayıda dostu, yakını, seveni katıldı.
Teşvikiye Camii’nin avlusu, aynı zamanda fotoğraf sanatçısı, yazar, kültür adamı olan ve tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde hayatını kaybeden Şakir Eczacıbaşı’nı son yolculuğuna uğurlamaya gelenlerin akınına uğradı. Şakir Eczacıbaşı’nın eşi Sebla Eczacıbaşı ile aralarında Bülent, Oya ve Faruk Eczacıbaşı’nın da bulunduğu aile üyeleri taziyeleri kabul etti.
İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, DSP Genel Başkanı Masum Türker, Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da törene katıldılar. Ali Koç, Yıldırım Demirören, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, Yaşar Kemal, Doğan Hızlan, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Rutkay Aziz, Haldun Dormen, Hıncal Uluç, Hasan Cemal, Taha Akyol, Agâh Oktay Güner, Haldun Dormen, Ali Poyrazoğlu’nun aralarında bulunduğu iş, sanat, siyaset ve medya dünyasından çok sayıda seveni törene gelerek, Şakir Eczacıbaşına son görevlerini yerine getirdiler.
Karlı ve soğuk hava dolayısıyla caminin avlusunda üstü tenteyle kapalı bir alan oluşturuldu. Cenazeye katılanlar oluşturulan anı defterine duygu ve düşüncelerini yazdı.
Cenaze namazının kılınmasının ardından Şakir Eczacıbaşı’nın Türk Bayrağına sarılı tabutu, elden ele taşınarak cenaze arabasına koyuldu. Cenaze, daha sonra götürüldüğü Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
İLK KEZ HÜRRiYET’TE
Şakir Eczacıbaşı son yıllarda anılarını kaleme almış ve bunları “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” adıyla yayınlamaya hazırlanıyordu. Kendisi göremedi ama kitap önümüzdeki mart ayında Remzi Kitabevi tarafından yayımlanacak. Şakir Eczacıbaşı’nın anılarından bir bölümü ilk kez burada yayınlıyoruz.
Anıları mart ayında yayınlanıyor
Varlıklı ailelerde burjuva töresi yaratma çabaları
“Çocuklara bir çalgı öğretmek, Avrupa’nın aristokrat sınıfından kalma bir gelenekti bence. Burjuva aileler de çocuklarını görgülü yetiştirmek, müziği sevdirmek için bu geleneği sürdürmüşlerdi. Türkiye’de varlıklı ailelerden birçoğu, önceleri Türk müziğinin, Tanzimat’tan sonra, özellikle Cumhuriyet döneminde Batı müziğinin öğrenilmesi için çalgı dersleri alınmasını benimsemişlerdi. Hatta Türkiye’nin büyük kentlerindeki varlıklılar bir ev edinince, ailede müziğe ilgi duyan, çalgı çalmayı bilen kimse bulunmasa bile, bazen bir piyano satın alıp salonun ya da konuk odasının başköşesine oturtuyorlardı.”
Babam belki de küçük bir aile oda orkestrası kurmayı düşlüyordu
“Evimizin girişinde büyük mermer bir salon vardı. Salonun sağ ortasında, kışın sürekli yanan kocaman, yeşil çini bir soba, sol köşesinde benim için Almanya’dan getirtilen siyah kuyruklu bir konser piyanosu dururdu. Daha altı yaşımdayken bir İtalyan öğretmenden piyano dersleri almaya başlamıştım. Babam altı oğlunun da birer çalgı çalmasını istiyor, belki de küçük bir aile oda orkestrası kurmayı düşlüyordu.
Büyük ağabeyim Nejat da benim gibi, küçükken müzik derslerine başlamış, keman çalmayı öğrenmişti. Nejat Bey’den sonraki büyük ağabeylerim Vedat ve Kemal, babamın tüm itelemelerine karşın hiçbir çalgıya ilgi göstermemişler; Haluk’la Melih’se, bir süre mandolin çalışmışlardı. Babam ille de benim piyano öğrenmemi istiyor, her gün kaç saat çalıştığımı denetliyordu. Oda orkestrası kurma umudunu yitiren babam, evde hiç değilse piyano eşliğinde keman çalınır diye düşünüyordu belki de.”
Kuyruklu piyano bana beyaz dişli balina gibi görünmeye başlamıştı
“Kuyruklu piyano giderek bana beyaz dişli bir balina gibi görünmeye başlamıştı. Geceleri düşlerime giriyor, korkuyla uyanıyordum. Bunalımlı piyano serüveni tam dört yıl sürmüştü. Sonra bir gün, alıştırmaları çalışırken birden sandalyeyi kaldırıp piyanoya çarpmış, beyaz tuşları kırmıştım. Babam tepkimi artık anlamış, piyano derslerine son verdirmişti. Müziğe sevgi duymam, piyano çalmayı öğrenmem için gösterilen onca çaba, müzikten kaçmama yol açmaktan başka bir işe yaramamış, bir daha piyanonun yanına gidip tuşlarına el sürmek bile içimden gelmemişti.
Yıllar sonra, Londra’da öğrenim görürken hazırladığım bir raporu daktiloya çekmem gerekiyordu. Bir dostumdan aldığım daktiloyla yazmaya başlamıştım. Durup dururken sinirleniyor, tuşlara yanlış basıyor, sayfaları yırtıp yırtıp atıyordum; kan ter içinde kalmıştım. Bir an durup geçirdiğim bunalımın kaynağını düşündüm: Tuşlardı elbet... Piyano tuşlarına duyduğum tepki her tür tuşa yansımıştı. Yaşam boyu tuşlu araçlardan hiç hoşlanmadım; hatta parmaklarımın uçlarıyla bir şeyler yapmaktan bile hep kaçındım.”
Taşlıkta açtığımız resim sergileri
“Kapının ardında küçük bir taşlık bulunuyordu. İlkokula gittiğim yılın yazında, o taşlıkta bir resim sergisi açmak aklıma gelmişti. Beni götürdükleri bir sergiden mi, yoksa filmlerde gördüklerimden mi esinlenmiştim bilmiyorum. Düşüncemi mahalledeki iki arkadaşa anlatmıştım; onlarla kolları sıvayıp bana katılmışlar, beraberce hazırlıklara başlamıştık. Bizim resimlerimiz bir sergi açmaya yeterli değildi; yöreyi kapı kapı dolaşıyor, çocukların resimlerine bakıyor, güzel bulduklarımızı alıyorduk. Seçtiğimiz resimleri renk renk elişi kâğıtlarına yapıştırıp taşlığın duvarına asmıştık. Açılışa karşıdaki bakkal Ahmet Efendi’yi, fırıncıyı, fırıncının çıraklarını, bizden annemi, Melih, Haluk, Fatma, Raşel, aşçı Emine Hanım’ı ve arkadaşlarımın anne babalarını çağırmıştık.
Sergi on beş gün açık kaldı; gelip geçenin önüne çıkıyor, çikolata tutup sergiye sokuyorduk. Sanıyorum geçenler, sergiyi görmekten çok çikolata yemeye geliyorlardı. Çocuk sergisini üç yıl boyunca açmıştık; onlar benim ilk sergilerimdi.”
Türk Şak adını taktılar
“Bana, daha ilk günlerde “Shak the Turk” (Türk Şak) adını takmışlar, okulun “Cheer Leader”i (gösteri lideri ya da maçlarda dendiği gibi “amigo” olarak çevrilebilir) seçmişlerdi. Gösteri liderinin başlıca görevleri profesörlerin ya da yönetimin onaylamadığımız girişimlerini protesto etmek, spor takımlarının maçları sırasında desteklenmesini sağlamak, İngiliz parlamentosunun ya da hükümetin özellikle eğitim konusunda olumlu bulmadığımız kararlarına karşı sokak mitingleri düzenlemekti.”
‘Ulan kapitalist Şakir, milleti sömürüyorsun!’
“Can Yücel’in şiirlerini de çok severdim. Gerçekte sevecen bir insan olan Can Yücel, içince sapıtır, bambaşka bir kişiliğe bürünür, önüne gelenle çıngar çıkarırdı. İçmediği günlerde onunla sohbetlere dalardık; ama sarhoş olduğu zamanlarda kaçacak delik arardım. Çünkü durup dururken, kalabalık bir çevrede bile olsa, o kalın, koca sesiyle “Ulan kapitalist Şakir, milleti sömürüyorsun!” diye bas bas bağırırdı. Bazen de coşup şiirlerini okurdu bana. 1960’lardaki şiirlerinde babası üstüne dizeler sık sık geçiyordu. Bir gün, “Sen kafayı babana takmışsın” dediğimde, “Babamın çocuğu yoktu, Cumhuriyet’i vardı!” diye yanıt vermişti.”