Şemsettin Sami'nin Naaşı Verilmeyecek
Davutoğlu: Şemseddin Sami'nin naaşını istemekle, Mehmet Akif'in naaşını istemek aynı şey.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Arnavutluk'un Kamus-ı Türki'nin yazarı Şemseddin Sami'nin naaşını Türkiye'den talep ettiğini belirterek, " Şemseddin Sami'nin naaşını talep etmekle Mehmet Akif'in naaşını talep etmek arasında bir fark yok. Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki'nin yazarı olarak Divan-ı Lügatit Türk'ün yazarı Kaşgarlı Mahmut kadar Türk'tür. Onun arasındaki bağı ancak Şemseddin Sami'ye sahip çıkarak kurabiliriz. Şemseddin Sami İstanbul'da metfundur. İnşallah aşire kadar da orada kalacaktır. O bizim de değerimizdir" dedi.
Davutoğlu, Ankara Hilton Otel'de düzenlenen Yunus Emre Enstitüsü Müdürleri Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Türkiye'nin köklü bir geleneğe sahip olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
"Bu geleneğin insanlık birikimine ve evrensel kültüre verebileceği olağanüstü bir katkı var. Böylesi bir geleneğin içinden gelmiş olmak dolayısıyla sahip olduğumuz ayrıcalıklı konumu doğru bir şekilde idrak etmemiz lazım. Milletlerin kültürleri değişmez iki parametre üzerinde şekillenir. Zaman ve mekan. ya da somut şekline gelmiş haliyle tarih ve coğrafya. Her kurum, her elit kendi milletinin zaman ve mekan boyutları içindeki tecrübesini güne taşıyarak insanlık alemi içinde etkili bir konuma gelebilir. Bu açıdan tarihi ve coğrafi derinliği güçlü olan milletler tarihe özne olurlar. Tarihin şekillenmesine katkıda bulunurlar."
Kendi tarihi ve coğrafi algısını oluşturamamış milletlerin ise tarihin akışını şekillendirenler tarafından nesneleştirildiğini belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:
"O açıdan çok büyük bir sınavdan geçiyoruz. Diplomasimizin son 10 yıl içinde sağladığı dinamizm aslında bu milletin tarihinin derinliğinden gelen iddiasına sahip çıkmaya dayalı bir dinamizmdir. Biz bir iddia sahibiyiz. Bu iddianın kültürel arka planını idrak etmek ve bu iddiayı gelecek nesillere devretmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Diplomasimizin alanı genişledikçe, yeni kurumlarla bu diplomasinin omurgasını güçlendirmek bir zaruret haline geldi. Çünkü artık Türk diplomasisi tek boyutlu, tek coğrafyalı, tek bölgeli bir diplomasi olma niteliğinden çoktan uzaklaşmıştır. Aksine coğrafyamızın nereye kadar giderse oraya kadar, tarihi derinliğimiz hangi coğrafyalarda hangi milletlerle buluşmuşsa oralara kadar uzanmak sorumluluğuyla karşı karşıyayız. O açıdan bakıldığında diplomasimizin en önemli başlıklardan biri kültürel diplomasidir."
-"Orada biz vardık, biz varız"-
Davutoğlu, kültürel diplomasinin önemine de değinerek, Türk milletinin doğrudan temasa geçmediği, hakimiyet alanı kurmadığı ya da bir şekilde etkileşim hattı içine girmediği kadim bir medeniyet olmadığını söyledi.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Orta Asya'dan hareketli bir topluluk halinde yürüyenler, bir tarafıyla Maveraünnehir'den İran'a, Anadolu'ya yürüdüler. Bir taraftan Hayber Geçidi'nden Gazneliler ve Babür Devleti şeklinde Hindistan'a, diğer taraftan geniş Avrasya steplerinden Tataristan'a, diğer yönüyle de Çin'e doğru harekete geçtiler. Her biri değişik tecrübeler geçirdi. Bu damarın belki de en çok etkileşime muhatap kalan Anadolu kültürünü oluşturan damarı, medeniyet havzasıyla harmanlanarak buraya geldi. Sonra Mezopotamya'ya gelirsiniz. Bugün Mardin'i Mardin yapan Artuklu Devleti'ni görürsünüz. Akkoyunlular'ı, Karakoyunlular'ı... Bugün bizi ayrıştırmak isteyen Türk, Kürk değişik etnisiteler içinde karşı karşıya getirmek isteyenlerin öncelikle Mardin'i bütün o Mezopotamya'da Kerkük'ten Orta Anadolu'ya kadar Türklerin, Kürtlerin ve Arapların etkileşerek kurdukları geniş Mezopotamya-Anadolu etkileşimini anlamaları, hissetmeleri lazım. Orada biz vardık, biz varız."
-"Hiçbir boyamızı ve hiçbir rengimizi bizden ayıramazlar"-
"19. yüzyılda başlayan aydınlanma ve modernleşme tecrübesini en yoğun yaşayan Avrasya toplumu biziz" diyen Davutoğlu, Türk milletinin her bir medeniyet havzasından aldıklarını sentez edip Selimiye'yi inşa ettiğini, musikide Itri'yi, devlet idaresinde Kanuni'yi, seyyahlıkta Evliya Çelebi'yi, şiirde Baki'yi çıkardığını anlattı.
Davutoğlu, şunları belirtti:
"Ama her birinde her bir izi görürsünüz. Bütün bu renkleri, bütün bu boyaları alarak iddialı bir yola çıkıyoruz. Hiçbir boyamızı ve hiçbir rengimizi bizden ayıramazlar. Şu veya bu gerekçeyle etnik milliyetçilik temelinde ya da başka unsurlarla hiçbir şeyi bunun içinden alıp çıkaramazsınız. Şemseddin Sami ile ilgili son günlerde bir tartışma var. Arnavut kardeşlerimiz kendi tarihlerindeki önemi dolayısıyla Şemseddin Sami'nin naaşını talep ettiler. Ama Şemseddin Sami'nin naaşını talep etmekle Mehmet Akif'in naaşını talep etmek arasında bir fark yok. Şemseddin Sami Kamus-u Türki'nin yazarı olarak Divan-ı Lügatit Türk'ün yazarı Kaşgarlı Mahmut kadar Türk'tür. Onun arasındaki bağı ancak Şemseddin Sami'ye sahip çıkarak kurabiliriz. Şemseddin Sami İstanbul'da metfundur. İnşallah aşire kadar da orada kalacaktır. O bizim de değerimizdir."
-"Bütün Arnavutların gönlünün İstanbul'da olduğunu biliyoruz"-
Arnavutluk'un Şemseddin Sami'ye sahip çıkmasının kendilerini çok memnun ettiğini dile getiren Davutoğlu, şunları söyledi:
"Arnavutluk'ta Balkanlar'da yatan yüz binlerce şehidimiz oralarda o toprakların malı olmuştur, o toprakları kendi toprağı olarak benimseyerek oralarda kalmışlardır. Aynı şekilde Şemseddin Sami de öz vatanında Kamus-ı Türki'yi yazdığı öz vatanında ebediyete kadar ebedi istirahatgahında kalacak. Bunu da son dönemdeki tartışmalara bir açıklık getirmek amacıyla söylüyorum. Ama Arnavutluk'taki kardeşlerimizin böyle bir yakınlık hissetmeleri de bizi memnun etmiştir. Mesele naaşların nerede olduğu değil, zihinlerin, gönüllerin nerede olduğudur. Bütün Arnavutların gönlünün İstanbul'da olduğunu biliyoruz. Onun için de o gönülleri tekrar tekrar keşfetmek ve fethetmek o gönüllerle gönül gönüle iç içe girmek için bütün bu faaliyetleri yapıyoruz."
(Sürecek)
Muhabir: Ali Öztürk
Yayıncı: Tarkan Demir - ANKARA