"Türkiye'de Sermaye Tembelleşti"
İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, Türkiye'de üretime aktarılabilecek sermayenin gayrimenkul rantının cazibesine yenik düştüğünü söyledi.
İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, Türkiye'de üretime aktarılabilecek sermayenin gayrimenkul rantının cazibesine yenik düştüğünü belirterek, "Uzun yıllardır üretime kredi vermediğimiz için üzülüyordum. Ancak üretim için artık çok geç" diye konuştu.
Kerim Karakaya, The Wall Street Türkiye'de (www.wsj.com.tr) yayımlanan söyleşide, Özince'ye son dönemde bankaların itibarına yönelik yapılan yorumlar konusundaki fikirlerini de sordu.
40 yıla yaklaşan bankacılık deneyiminin içine Bankalar Birliği başkanlığını da koyan Ersin Özince, 2001 krizi sonrasında sektörün yeniden yapılanmasında etkili rol oynadı.
Ekonomideki tartışma konularının başında inşaat sektörünün yükselişi, sanayinin veya üretimin gerileyişi ile mukayese edilerek tartışılıyor. Bankacılık sektörü de son 10 yılda kredilerini inşaat alanına kaydırdı. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün Türkiye'yi anlamak için İstanbul'u anlamak yeter. Türkiye ekonomisinin herhalde hangi açıdan bakarsanız bakın 3'te 1'ine denk gelen İstanbul'da üretim yapacak temel üretim araçları sahipliği dahi imkansızlaşmaktadır. Üretim için girdi olan arazi fiyatları, serbest bölgelerde dahi o kadar yüksek ki.. Ulusal ve uluslararası ilgi gören İstanbul'da arsa stoku limitli. Bu stoka ilave edilebilecek araziler çok fazla değer kazandı. Bu araziler üzerinde üretim yapılabilir mi? Katma değeri yüksek üretim yapılabilir mi? Bence kolay değil. Bu ilk adım. Kaldı ki eğitim, inovasyon ve bilimsel birimde iyi bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum.
Arazi, işgücü, enerji gibi üretim maliyetleri açısından hatta yasal düzenlemeler açısından üretim konusunda ideal durumda değiliz. Yıllardır ülkemizin mukayeseli üstünlükler geliştirmesi gerektiğine işaret etmeye çalışıyorum. Bunu söylerken, rekabet edebileceğimiz alanlar bulup, buralara odaklanalım demeye çalışıyordum.
O halde sanayi üretimini aksatan iki temel sorun olduğunu düşüyorsunuz: Artan üretim maliyeti ve inşaat rantı. Peki bu gidişattan nasıl geri dönülebilir?
Artık çok geç. Biz bunları 10 yıl önceki toplantılarda söylüyorduk. Bunları söylediğimiz tarihlerde Türkiye, otomobile yıllık 5 milyar dolar para harcıyordu. Şimdi cep telefonu için yurtdışına yıllık 5 milyar dolar ödüyoruz. Üretim konusunda piyasamız birçok avantajı kaybetti. Maliyet avantajı kaybedilmiştir. Vergisel avantajları dahi mukayese ettiğinizde Türkiye'den çok daha avantajlı ülkeler var. Katma değeri yüksek alanlarda üretim yapabilmek için bir kuantum sıçrayışına ihtiyacımız var.
Yıllardır, üretime yönelik kredileri imzalayamıyoruz diye üzülüyordum. Ama böyle bir ortamda, bazı şirketleri saymazsak, üretim yapmak hayalcilik olur. Biz de Şişe Cam ile üretim yapıyoruz. Ama üzülerek görüyorum ki yurt dışı tesislerimizde üretim maliyeti ülkemize göre çok daha düşük.
Bu sıçrayış için neler yapılmalı?
Bunun için belli alanlara yoğunlaşılması gerekiyor. Bu alanlara odaklanıp, buna ilişkin bütüncül, ince stratejiler belirlenmeli. Bunun için de istişarelerde bulunulması ve bu konuların konuşulması gerekiyor. Yıllardır istişare edilmiyor hiçbir konuda.
Öyle mi? Görüşleriniz alınmıyor mu?
Hiç istişare kalmadı. Karşılıklı sert fikirlerin ortaya atıldığı, uygun olmayan üslupların giderek yaygınlaştığını görüyorum. Sadece siyasette değil gündelik hayatta dahi fikre saygısızlık düzeyinde üsluplar kullanılıyor. Bu nedenle artık fikri olan da söylemez oldu. 2001 sonrasında siyasi hüviyetine bakılmaksızın istişareye daha çok yer verirdik. Örneğin ilk aklıma gelen eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan dönemi. Kendisi son derece ılımlı ortamlarda, hepimizin görüşlerini sorardı. Bir ülkenin maliye bakanının o kadar liberal, açık ifade göstermesi bizleri cesaretlendirir, ileriye dönük inancımızı da artırırdı. Artık bu ortamı sadece ekonomi yönetimi ve siyasette değil, sosyal hayatta dahi göremiyoruz. Umarım yeni hükümetimiz bu konuda daha iyi ele alır.
Tekrar üretim modelindeki soruna dönersek, bu sorunun Türkiye ekonomisinin bugün tıkanmasına neden olduğunu söyleyen iktisatçılar var. Düşen büyüme oranları, yükselen enflasyon ve işsizlikle beraber ilerliyor. Siz ne düşünüyorsunuz son veriler çerçevesinde?
Birçok alanda tıkanmışlık var. En büyük tıkanmışlık ise sermaye ve sermayenin aldığı insiyatiflerde. 1960'lardan sonra ortaya çıkardığı işadamı, üreten, ihraç eden şirketler ivmesini artık kaçırdığımızı düşünüyorum. O dönemlerin sermaye kültürü ve yapısı artık iş yapamıyor. Sermaye piyasası gelişemedi ve şirketler kurumsallaşamadı. Şirketlerin birçoğunun, İstanbul'daki üretim tesislerini yıkıp yerine gayrimenkule döndüklerini görüyoruz. Çok büyük bir sermaye üretimden gayrimenkule döndü. Çok büyük miktarlarda sermaye toprağa gömüldü. Sermaye tembelleşti.
Toprağa gömdüğümüz sermayeyi ise yurtdışı fonlardan sağladık. Bu da ayrı bir sağlıksızlık göstergesi. Gayrimenkulü menkulleştirecek ve iç fonlardan sağlayacak bir yapı kuramadık.
Hazır konu gayrimenkule gelmişken bir diğer sıcak gündem maddesine de değinelim. Türkiye'de konut balonu olduğunu düşünüyor musunuz?
Ekonomimizde konutun yurt dışı müteahhitliğinin bile önüne geçmesi düşündürücü. Elbette sağlıklı bir bina yapısına inanıyorum. İnsanların tabut gibi evlerde oturmaması gerekiyor. Ancak bunu, fiyat olgusu açısından Türkiye'nin realitesinden uzaklaşmadan yapabilmeliydik.
İnşaatta ve özellikle konutta bir balon var mı? Balon olduğunu iddia etmek fiyatların çok ciddi gerileyeceğini, patlayacağını öne sürmeyi gerektirir. Mevcut koşullarda bunu olası sanmıyorum. Balon olsa bile bunun çok büyük olduğunu düşünmüyorum. Ülke geneline yayıldığından bu kolay kolay olmaz.
Biraz daha bankacılık sektörünün detayında konuşalım isterim. Son aylarda malumunuz bazı bankalar hakkında haber, yorum ve açıklamalar yapılıyor. Mali durumlar tartışılıyor. Siz 2001 öncesini bilen ve 2001 sonraki yapının oluşmasına rol oynamış biri olarak bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada bankacılık sorunu olmayan ülke yok gibi, Türkiye'de ise bankacılık sorunu hala yok gibi. Bankacılık sektörü hala yüzde 15-20 ile iki haneli özkaynak karlılığı ile çalışıyor. Buna karşın bankacılık sektörümüz çok güçlü, hiçbir şey olmaz dememeliyiz. Bankacılık sektörü çok hassas bir sektördür. Geçmişte bankacılık sektöründe yapılan hatalar büyük faturalara neden olmuş ve vergi ödeyenler bunu sırtlanmıştır.
2001 sonrasında çok iyi bir bankacılık kanunu yazdık. Bankaların itibarını koruyan maddeler ekledik. Bir hatıramı anlatayım konuya ilişkin: 2001 öncesinde herkes bankaları eleştiriyordu. Birinde de rahmetli Sakıp Sabancı daha iki bankaya el konulmuşken, "Daha sırada 20 banka var" açıklaması yapmıştı. Biz de Bankalar Birliği olarak BDDK'ya bunun suç teşkil ettiğini belirterek harekete geçmesini istemiştik. Ardından kendisi hakkında suç duyurusu yapılmıştı. Sektör bu kadar birbirine kenetlenmişti. Düşünebiliyor musunuz? Rahmetli Sakıp Bey bir banka sermayedarı, bir büyüğümüz. Akbank yetkilisi bile konuya ilişkin toplantımızda çekimser oy kullanmış ama hayır dememişti.
O günden bugüne Bankacılık Kanunu'ndaki bu itibar maddesi çok şekilde değiştirildi. Artık eskisi kadar netice alınamıyor.
Neler değişti örneğin?
Bankalar hakkında sürekli itibar kırıcı şeyler var. Mesela bizim bankamızla ilgili mütemadiyen haberler yapılıyor. Sermaye yapımızdan dolayı bankamıza el konulması gerektiğini yazıyorlar. Biri çıkıp, İş Bankası'nın şeriat fonları ile kurulduğunu ve bankanın Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilmesi gerektiğini söylüyorlar. Halbuki bizim bankamızın sermayesinin yüzde 75'ini halk koymuş. Tartışmak istediğiniz Atatürk hisseleri ise bu hisseler baka sermayemizin bir bölümüne denk gelir. Kaldı ki bugün de İş Bankası halka açık bir bankadır. Halka açık bir şirketin sermaye yapısı ile ilgili fikirler öne süren haberler yapanlar var.
Bankalarımızın bu şekilde değerlendirilmesinin, usulen sıkıntılı bir şekilde çok sık yapılan bir durum olduğunu görmekten üzüntü duyuyorum. Bu eleştirilerin bazıları yerinde olabilir. Ama kim hakkında olursa olsun yasalar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekli. - İstanbul