Haberler

Suudi Arabistan ABD İlişkilerinde Eksen Kayması mı Yaşanıyor?

Abone Ol

Uzmanlar, Afganistan ve Irak'ın işgalinden bu yana ABD'nin çeşitli politikalarından rahatsızlık duyan Suudi Arabistan yönetiminin, ABD İran yakınlaşması sonrasında artan endişesine rağmen ABD'ye...

Sinan Polat - ABD'nin İran'la son dönemde yaşadığı yumuşama süreci ABD'nin Ortadoğu'daki iki önemli müttefiki Suudi Arabistan ve İsrail tarafından endişe ile izlenirken, kimi uzmanlar Suudi Arabistan'nın ABD'nin İran politikası konusunda dışa vurduğu rahatsızlığın, ABD-İran yakınlaşmasının mahiyetinden ve kapsamından emin olamamaktan kaynaklandığını dile getirirken kimi uzmanlar da Krallık içerisinde yaşanan çekişmenin bir tezahürü olduğu görüşünde.

ABD-İran ilişkilerinde 34 yıl ardından yaşanan ve ABD Başkanı Barack Obama ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani arasında 27 Eylül'de yapılan telefon görüşmesi ile zirveye ulaşan yumuşama süreci ABD'nin Ortadoğu'daki en önemli müttefiklerinden Suudi Arabistan ve İsrail tarafından endişe ile takip ediliyor.

İlişkilerin yeniden normalleşmesi, özelikle İslam dünyasının liderliği konusunda İran'la tarihsel bir rekabet içerisinde olan Suudi Arabistan için oldukça önemli. Zira normalleşmeyle beraber İran üzerindeki uluslararası yaptırımların kaldırılması ve 1979 devriminden bu yana rejim ihracı konusunda yoğun bir çaba sarf eden İran'ın, Arap Baharı'yla çalkalanan Ortadoğu'daki etkisinin bariz şekilde artması söz konusu.

Konuyla ilgili AA'nın sorularını cevaplayan Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi uzmanı Doç. Dr. Ahmet Uysal, Suudi Arabistan'ın İran konusunda eskiden beri rahatsızlığı olduğunu hatırlatarak, "Özellikle Vahhabi, Selefi geleneğinde Şii antipatisi çok daha yüksektir. Tabii komşu oldukları için İran, askeri olarak Suudi Arabistan'ı tehdit ediyor veya öyle algılanıyor. Özellikle İran'ın Bahreyn'de, Kuveyt'te, Arabistan'da Şii nüfusu ayaklandırması veya kışkırtması veya silahlandırması da ciddi şekilde rahatsızlık oluşturuyor" değerlendirmesinde bulundu.

Suudi Arabistan, İran'ın ABD ile arasının düzelmesinden endişeli ancak bu endişe şimdilerde ortaya çıkmış bir durum değil, zira Arabistan yönetimi, ABD'nin önce Afganistan'ı ardından da Irak'ı işgal ederek bu ülkelerdeki Sünni rejimleri devirmesinden ve dolaylı olarak İran'ın bölgedeki nüfuzunu artırmasına katkı sağlamasından rahatsızdı. Suudi yönetimi, ABD'nin İran tarafından desteklenen Esed rejimine müdahalesinde de çekimser davranması konusunda hayal kırıklığı yaşamıştı.

Zaman zaman Suudi Arabistan'ın bu türden rahatsızlıklarının izharına şahit olan uluslararası kamuoyu, en son Suudi İstihbarat Şefi Prens Bender bin Sultan'a atfedilen ve "eksen kayması" tehditi içeren açıklamaları konuşuyor.

" Başka hiç bir ülke ABD kadar güvenliklerine garanti veremez"

Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Şahin, Prens Bender'den gelen "eksen kayması" uyarısının Arabistan rejimi ile ABD arasındaki ilk kırılma olmadığını belirterek, "Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilişkiler aslında 2. Körfez Savaşı sırasında yani 2003'te de gündeme geldi. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi diye adlandırılan yapının içeriğinde demokratikleşme, bölgeyi zorla demokratik hale getirme girişimi vardı. Bundan rahatsız olmuştu zaten Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri" şeklinde görüş bildiriyor.

Şahin, Suudi Arabistan'ın ABD-İran yakınlaşması konusunda duyduğu rahatsızlığın yakınlaşmanın mahiyetini ve kapsamını bilmemekten kaynaklandığını, diğer taraftan ekonomik bunalımdan faydalanarak İran'ı dönüştürmek isteyen ABD'nin de İran'la, dünya petrol rezervlerinin önemli bir kısmını elinde bulunduran Körfez ülkeleri aleyhine olacak şekilde bir ilişki kurmayacağını belirtti.

Washington merkezli Middle East Institute uzmanlarından Thomas Lippman da benzer şekilde, ABD'nin, İsrail ve Suudi Arabistan'a rağmen İran'la anlaşma peşinde olmayacağını belirterek, yapılacak anlaşmaların iki temel şart içereceğine vurgu yaptı. "İran'ın nükleer programı konusunda İran'ın nükleer silah elde etmesinin önüne geçecek doğrulanabilir, uygulanabilir sınırlamalar ve İran'ın bölgede problem çıkarmasını engelleyecek ve Hizbullah'a silah sevkiyatını sınırlayacak çeşitli taahhütler." Bu koşulların hem Suudi Arabistan'ın hem de İsrail'in faydasına olduğunu belirten Lippman, "Suudiler, ABD ile İran arasında yaşanan yumuşamadan memnun değiller ama olmalılar. Zamanla anlayacaklar, başka hiç bir ülke ABD kadar güvenliklerini garanti edemez" dedi.

Lipman, İsrail konusunda mutlakçı tutum içerisinde olan İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu'nun uranyum zenginleştirme dahil her türlü nükleer faaliyetin durdurulması talebinin erişilebilir olmadığını belirterek, İran'ın taraf olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'nın IV maddesi gereği uranyum zenginleştirme hakkına sahip olduğunu, bunu hem İsrail'in hem de ABD'nin bildiğini ifade etti.

Washington merkezli diğer bir düşünce kuruluşu Woodrow Wilson International Center'ın Suudi Arabistan uzmanlarından David Ottaway ise Obama yönetiminin İsrail ve Suudi Arabistan'a rağmen İran'la özellikle iyi ilişki arayışında olmadığını fakat durumun ileride bu yönde değişebileceğini düşünüyor. ABD ve İsrail'in, İran'ın nükleer programı konusunda farklı çizgilere sahip olduğunu hatırlatan Ottaway, ABD'nin İsrail'den farklı olarak İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını tanımaya hazır olduğunu, Obama yönetiminin İran'ın nükleer silah sahibi olmasının engellenmesine daha çok önem verirken, İsrail ve Suudi Arabistan'ın İran'ın kendi başına ve bağımsızca nükleer kapasiteye sahip olmasının önüne geçmek, yani uranyum zenginleştirme faaliyetini durdurmak istediklerini belirtiyor.

Suriye de hayal kırıklığına uğrattı-

İç savaşın patlak vermesiyle birlikte Suriye, ABD-Suudi Arabistan dostluğunun test edildiği başka bir alan oldu. Suriye'de muhaliflerin tarafını tutan Suudi yönetimi en başından beri ABD'nin desteğini yanlarında görmeyi bekliyordu ancak ABD'nin, kimyasal silah kullanılması, o çok konuşulan kırmızı çizgisinin aşılması sonrasında dahi askeri müdahale konusunda çekinceli davranması ve Rusya ile anlaşma yoluna giderek savaşın gidişatını değiştirecek hareketten kaçınması bu beklentileri boşa çıkardı. Dolayısıyla da ABD Ortadoğu'daki en yakın müttefiklerinden Suudi Arabistan'ı hayal kırıklığına uğrattı.

Ancak durum ABD'nin bölgedeki diğer bir önemli müttefiki İsrail için aynı değil. Suriye'deki kimyasal silahların el değiştirmesinden, özellikle de Esed yönetimi ile sıkı ilişki içerisinde olan Hizbullah'ın eline geçmesinden endişe eden İsrail, kimyasal silahların imhası anlaşmasıyla derin bir nefes aldı.

Diğer taraftan, bazı uzmanlar İran ve Hizbullah tarafından desteklenen Suriye rejiminin, muhaliflere desteği sebebiyle Suudi Arabistan'a misillemede bulunabileceğini, bunun da Suudi Arabistan'ı ayrıca endişeye sevk ettiğini dile getiriyorlar.

Bahreyn'de örtülü destek-

ABD'nin Hüsnü Mübarek'ten desteğini çekmesi ve Arap Baharı'na destek vermesi Suudi Arabistan konusunda başka bir hayal kırıklığı oldu. Bahreyn'de özellikle ülke nüfusunun yaklaşık yüzde yetmişini oluşturan Şiiler Halife ailesine karşı açık bir isyan içindeler. Suudi yönetimi başta olmak üzere Körfez ülkeleri Bahreyn'de muhtemel bir rejim değişikliğini önlemek için siyasi ve ekonomik anlamda ciddi çaba sarf ediyor.

Bahreyn yönetiminin ayakta kalmasını Körfez ülkelerine borçlu olduğunu dile getiren Doç. Dr. Şahin, ABD yönetiminin Bahreyn konusunda sessiz kalarak Suudi Arabistan'a destek verdiğini düşünüyor. Şahin, "Eğer destek görmemiş olsaydı Bahreyn'deki yönetim çoktan gitmişti. Sadece Suudi Arabistan değil onun öncülüğünde Körfez İşbirliği Konseyi ortak bir orduyla girdi ve müdahale etti. Bahreyn'deki yönetimi koruyanlar Suudi Arabistan başta olmak üzere körfez ülkeleri oldu. Diğer ülkelerde destek verdiler. Dolayısıyla ABD de bu desteği verdi" görüşünü bildiriyor.

ABD'nin alternatifleri kim?-

İki ülke arasındaki ilişkinin doğasına bakıldığında, her ne kadar küçük çaplı dargınlıklar yaşansa da yıllardır süregelen bariz bir kazan-kazan durumu ve sıkı bir ekonomik ilişki söz konusu. ABD, hem enerji akışını hem de enerji piyasasının istikrarını garanti altına alırken, Suudi Arabistan'da güvenlik dahil pek çok konuda ABD ile yakın müttefik olmanın konforunu yaşıyor. İki ülke aynı zamanda iyi bir ticari ortak. ABD'nin petrol karşılığında Suudi Arabistan'a ödediği paraların silah ticareti geliri ve yatırım olarak yeniden ABD'ye döndüğü de unutulmalı.

Öte yandan, Suudi Arabistan için ABD'ye alternatif bir müttefik bulmak pek de mümkün görünmüyor. Bu noktada yükselen Çin, müttefik olma potansiyeline sahip ülkelerin başında geliyor. Suudi Arabistan'la Çin arasında giderek artan bir yakınlaşma söz konusu ama Çin, hem siyasi hem de askeri açıdan Ortadoğu'da ABD'yi dengelemenin çok uzağında.

Rusya'ya gelince, Suudi rejiminin başta Suriye olmak üzere Rusya ile hemen her konuda görüş ayrılığı mevcut. Soğuk savaş dönemi dahil hiç bir zaman Rusya ile yakın ilişki içerisinde olmayan Suudi Arabistan'ın şu günlerde Şii yönetimlerinin, özellikle de Esed'in en büyük destekçisi konumundaki Rusya'yla müttefik olması mümkün görünmüyor.

Suudi Arabistan rejiminin kendi içerisinde zaten istikrarsız olduğunu düşünen Uluslararası Orta Doğu Barış Araştırmaları Merkezi (IMPR) Başkanı Veysel Ayhan, Suudi Arabistan'ın ABD'yi karşısına alamayacağını dile getiriyor. Ayhan, "Arap Baharı'nın yaşandığı bir dönemde, birçok yerde isyan, ayaklanma vs. varken Suudi Arabistan doğrudan ABD'yi karşısına alıp bölgede yeni bir süreç başlatacak güce ve potansiyele sahip değil. Suudi Arabistan kendi içerisinde istikrarsızlık yaşıyor. Bugün bu istikrarsızlığı kontrol atlına alabilmişse de bu yarın yeniden bir istikrarsızlığa sürüklenmeyeceği anlamına gelmiyor" diyor.

İç siyasete mesaj olabilir-

Prens Bender'in açıklamasına en ilginç yorun Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi uzmanı Doç. Dr. Ahmet Uysal'dan geldi. Açıklamanın Krallık içerisinde devam eden güç çekişmesiyle de yakından ilgili olduğunu düşünen Uysal, "Prensler arasında ciddi bir güç mücadelesi yaşanıyor. Krallık bir sonraki jenerasyona geçecek. Burada kimin öne çıkacağı konusu var. Prens Bender presipte Batı karşıtı olmadığı halde kamuoyuna oynuyor. 'Ben uydu devlet gibi değil daha bağımsız bir politika izleyeceğim' gibi mesaj veriyor" değerlendirmesinde bulunuyor.

1995 yılından beri ülkenin politikalarına yön veren Kral Abdullah'ın ilerleyen yaşı ve kötüleşen sağlığı sebebiyle artık eskisi kadar ortalarda görünmediği biliniyor. Kendisi, Preslerden bazılarını önemli bakanlıklara ve valiliklere atayarak şimdiden sonraki dönemin hazırlıklarını yapmış durumda. Her ne kadar Kral'ın tahtı kardeşlerine devrederek iktidarın sonraki nesle devrini geciktirmeyi planladığı dile getirilse de oğullarından birini seçmesi de uzak bir ihtimal değil. - Ankara

Kaynak: AA / Güncel

Afganistan İsrail Irak İran Politika Güncel Haberler

Bakmadan Geçme

1000
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title