Yazar Lizi Behmoaras, Yeni Kitabanı Mardin'de Anlattı
Yazar çevirmen ve gazeteci Lizi Behmoaras, Doğan Kitap tarafından yayınlanan, Mardin- İstanbul- Paris üçgeninde geçen 'Sen bir başka gittin' adlı son kitabını, Mardin'de anlattı.
Yazar çevirmen ve gazeteci Lizi Behmoaras, Doğan Kitap tarafından yayınlanan, Mardin- İstanbul- Paris üçgeninde geçen 'Sen bir başka gittin' adlı son kitabını, Mardin'de anlattı.
Bölgede geçen bir roman yazma fikrinin birkaç yıl önce arkadaşlarıyla gerçekleştirdiği Mardin ile Midyat gezisinde geliştiğini belirten Behmoaras, "Yörenin çarpıcı doğası, şehirle civarındaki kasaba ve köylerin olağanüstü mimarisi ve kendine has mistik atmosferi, beni tam anlamıyla büyülemişti. O gezi sırasında, yıllar önce göç ettikleri İsveç'ten, İsviçre'den, Almanya'dan, Fransa'dan geçici ya da daimi olarak dönen, kimileri kiliselerde barınan pek çok Süryani'yle tanışmış, onlardan ilginç hikayeler duymuştum. Hatta romanın ilk sahnesini, Süryani olduğunu ve Mardin'e düğüne gittiğini söyleyen takım elbiseli yaşlı bir adama Turabdin'in çorak yollarında rastlanması, onun arabaya alınması, bire bir yaşamıştık; Allah'tan, bir süre yol arkadaşlığı yaptığımız o esrarengiz yolcu, romanda olduğu gibi ölmemiş, yarı yolda inmişti. Tüm bu deneyimler, yeni romanımı, doğmuş olduğu yöreye dönüş yapan bir Süryani gazeteciyle o yöreyi yeni keşfeden bir mozaik sanatçısının hikayesi üzerine kurmaya teşvik etti" dedi.
Kitabında Mardin'i anlatırken insanın kenti dolaşıyormuş gibi hissettiği belirtilen Behmoaras, şunları anlattı:
"Daha önce belirttiğim gibi, Mardin ve çevresine ilk gezim, romanımın dekorunu Mardin ve civarı ve kişilerini, Süryani kökenli bir gazeteciyle anneannesi Mardin yakınlarında doğup büyümüş olan İstanbullu bir mozaik sanatçısı belirlemişti. Yazmaya başladıktan sonra her kitabımın ön hazırlığında olduğu gibi, uzun bir araştırma süreci yaşadım. İlk gezimin ardından iki kere daha Mardin'e ve romandaki hayali köyü yaratırken büyük çapta model edindiğim, Dereiçi (Kıllıt) Köyü'ne gittim. Hem İstanbul'daki Süryani cemaatinden her kesimden insanlarla hem de bizzat yörenin insanlarıyla konuştum. Şehrin, dahası yörenin mimarisi ve tarihçesi hakkında pek çok eser okudum. Efsanelerini, adetlerini araştırdım, yemeklerini tattım, müziğini dinledim, çorak topraklarında gezdim. Görüştüğüm insanlardan genelde çok açık ve dolambaçsız yanıtlar aldım. Özellikle kitabın bitiminde teşekkür ettiklerim, beni inanılmaz bir öz veriyle bilgilendirdiler. Bunların arasında, tanımış olduğum en renkli kişiliklerden biri olan Dereiçi Köyü'nün muhtarını sayabilirim. Özetle her kitabımın araştırma sürecinde olduğu gibi, şahane deneyimler yaşadım, güzel ve umarım kalıcı dostluklar edindim. Gerek İstanbul'da gerekse Turabdin'de, kimileri sorularım karşısında daha mesafeli, daha sakınımlı bir tavır takındılarsa da bunun nedenlerimi kolayca anlayabilirim."
Romanında o topraklara, ortama, kültüre iki kişinin gözüyle bakıldığını belirten Behmoaras, "Bu kişilerden biri Zuhal, bambaşka bir ortamda doğup büyümüş ve yöreyi yeni keşfetmiş olan İstanbullu bir genç kadın. Onun bakışını yansıtmak benim için nispeten zor olmadı. Diğeri olan Efrem ise, o topraklarda doğup çocukluğunu orada geçirmiş ama ondan sonra türlü nedenlerden dolayı ülkesi, ortamı, ailesi, dili, diniyle, özetle kökenleriyle bağlarını koparmış ya da koparmaya çalışan bir gazeteci. Efrem ile layıkıyla empati kurmak elbette çok daha güçtü. Bu konuda başarılı olup olmayışımın takdirini okurlara bırakıyorum" diye konuştu.
Romanda köklerden kopuş ve o köklere geri dönüş teması baskın olduğunu anlatan, günümüzün yabancılaşma ve hafıza sorununun böyle bir tema seçmeye yönelttiğini söyledi. Lizi Behmoaras, şunları söyledi:
"Aslını inkar etmek, köklerinden tamamıyla kopmak kendimizle barışık olmamıza bence en büyük engellerden biridir. Kitabımda da yer verdiğim Voltaire'in bir sözü vardır: 'Kimlik bellekten oluşur; bellek kaybına uğradınızsa aynı insan olmaya devam edebilir misiniz?' Kendimi daha çok bir 'anlatıcı' gibi görüyorum. Bu da beni aynı keyifle türden türe dolaşmaya teşvik ediyor. Gazete haberi olsun, röportaj olsun ya da biyografi ve de roman, ne yazarsam yazayım, keyif aldığım unsur okura bir şeyleri yazılı olarak anlatmaktır."
Mozaik sanatının da romanda önemli bir yer tuttuğunu belirten Behmoaras, "Doğrusu ilkin böyle bir gönderme aklıma gelmemişti. Kim bilir belki de yakın tarihte çok fazla kullanıldığı, adeta ağızlara sakız olduğu için. Ayrıca yöre ne kadar mozaiği andırdı yıllar yılı, içinde ne kadar uyum içinde yaşandı, o da tartışma götürür. El sanatlarına hiç de yetenekli olmamakla birlikte mozaik sanatını çok beğenirim. Antep ve Antakya müzelerini, Mardin manastırlarını gezerken eski mozaiklere hayran kalmış, onlardan çok etkilenmiştim. Romana başlarken İstanbullu bir mozaik sanatçısının bu yörede mükemmel bir şekilde sanatını icra edip oradaki kadınlara da öğretebileceğini düşündüm ve öyle birini yarattım. Başlangıç noktası buydu… Ancak sonunda, ister istemez ben de mozaik olgusunu yörede arzu edilen, özlenen uyumun, barışın bir simgesi gibi görür oldum" dedi.
Mozaik sanatçısı, idealist Zuhal'i yaratırken birçok kişiden yararlandığını söyleyen Behmoaras, "Zuhal için belli bir aydın türünü temsil ettiği söylenebilir. Bazen yanılabilen, hatta saçmalayabilen, fakat her daim iyi niyetli, her daim elini taşın altına koymaya hazır, Efrem'in aksine de her şeyi mutlaka ya 'beyaz' ya da 'siyah' gören, günümüzün, belki biraz nahif ama kişisel olarak saygı duyduğum bir aydın türü" dedi. - Mardin