Haberler

Yığma Tuğlalı Binalar Depreme Daha Dayanıklı

Abone Ol

EMRE AYVAZ/UĞUR SUBAŞI - Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Zeki Gündüz, ahşap ve yığma tuğlalı binaların deprem esnasındaki mukavemetine ilişkin, "Yığma tuğlalı binaları kurallarına uygun yaptığınız zaman bütün duvarlar taşıyıcı sistem olarak vazife görüyor.

EMRE AYVAZ/UĞUR SUBAŞI - Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Zeki Gündüz, ahşap ve yığma tuğlalı binaların deprem esnasındaki mukavemetine ilişkin, "Yığma tuğlalı binaları kurallarına uygun yaptığınız zaman bütün duvarlar taşıyıcı sistem olarak vazife görüyor. Dolayısıyla binanın depreme karşı dayanımı daha da artmış oluyor." dedi.

Gündüz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, depremdeki binaların hasar alma riskinin kat sayısıyla ilgili olduğunu söyledi.

Gerek ahşap yapılar gerekse yığma tuğla binaların bir, iki ve nadiren de olsa 3 katlı olabileceğini belirten Gündüz, "Daha önceki deprem yönetmenliklerinde ahşap, yığma türü binalarla ilgili depreme dayanıklılık hususunda açıklayıcı hususlar bulunmaktadır." diye konuştu.

Gündüz, binaların kat adedi arttığında hasar görme riskinin de arttığına ve bunun teknik bir husus olduğuna dikkati çekerek, "Betonarme binaların hasarının daha fazla olduğunun görünmesinin sebebine baktığımız zaman, genellikle binalar Adapazarı'nda 4 ve 5 katlıydı. Yığma türü binalar ise bir, iki ve nadiren de 3 katlı olmaktaydı. Deprem yönetmenlikleri de bu tür binaların yapılmasında bir mahsur olmadığı ifade etmekteydi." diye konuştu.

Yığma türü binalarda kullanılan tuğlaların taşıyıcı duvar özelliğinde olduğunu, bunların taşıma kapasiteleri ve basınç mukavemetlerinin yüksek olduğunu dile getiren Gündüz, şunları kaydetti:

"Zaten Adapazarı'ndaki yığma türü binalar 50 ve 60'lı yıllarda yapılmış binalardı. 70'li yıllardan sonra taşıyıcı duvar özelliği olan yığma türü olan binaların nadiren yapıldığını görüyoruz. Bu tarihte yapılan binalarda taşıyıcı özelliği olan tuğla gayet iyiydi, dolu tuğla olarak kullanılıyordu. 70'li yıllardan sonra bu tür tuğlanın imalatı neredeyse yok denecek kadar azaldı ve binalar boşluklu, delikli tuğlalarla yapılıyor. Dolayısıyla bunların taşıma özelliği dolu tuğlalara göre daha az. Olaya bu açıdan baktığımız zaman taşıyıcı özelliği olan yığma türü binaların 1 ve 2 katlı olmaları depreme karşı dayanıklılık yönünden direnç göstermeleri gayet mantıklı. Zaten betonarme binalara da baktığımız zaman 1 ve 2 katlı binalarda hasar görme oranı az ama kat sayısı arttığı zaman depremdeki hasar görme oranları ne yazık ki artıyor."

Delikli tuğlanın taşıma kapasitesinin yığma tuğlaya göre daha az olduğunu belirten Gündüz, "Yığma tuğlalı binalarda kurallarına uygun yapı yaptığınız zaman bütün duvarlar taşıyıcı sistem olarak vazife görüyor. Dolayısıyla binanın depreme karşı dayanımı daha da artmış oluyor. Betonarme binalarda taşıyıcı sistem kolon kilit sistemi. Kolon kilit sistemini zayıf yaptığınız zaman deprem sırasında direnci azalıyor. Burada kullandığımız betonun, demirin kalitesi son derece önemli." şeklinde konuştu.

"Zemin etüt zorunluluğu yoktu"

Gündüz, 1999 depreminden önce zemin etütlerinin yapılmasıyla ilgili herhangi bir zorunluluğun olmadığını fakat bazı problemlerle karşılaşınca zemin etütlerinin yapıldığını anlattı.

Gelişmiş ülkelerde mutlaka zemin etüdünün yapıldığını vurgulayan Gündüz, "1999 depreminden sonra zemin etüdünün yapılması zorunlu hale geldi. Bu tabi ki iyi bir gelişme çünkü deprem sırasında binalara gelen deprem yükü yapının oturduğu zemin özelliği ile çok yakından alakalı. Zemin özelliğini belirlemeden üst yapıyı yapmamız son derece risklidir ve mühendislik de bir çözüm değildir. Burada da zemin özelliklerini uygun yapmadığınız zaman yapı riskli hale geliyor ve ekonomik olmaktan çıkıyor. Dolayısıyla zemin özelliğini belirleyip ona göre de üst yapıyı yapmak son derece önemlidir. Maalesef 1999'daki depremden önce zemin özellikleri dikkate alınmadan sadece 'taşıma gücü şudur' deyip hesap yapılıyordu. Bu da son derecede eksik ve hatalı bir durumdur ne yazık ki." ifadesini kullandı.

Gündüz, Marmara Depremi'nde, Sakarya'da meydana gelen hasarların büyük bir çoğunluğunun ova kısmında meydana geldiğini, yüksek kesimlerde ise daha az olduğunu vurgulayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bunun sebebi, binanın üzerinde oturduğu zemin ortamı. Zemin ortamı yapılara gelen deprem kuvvetleri, üzerinde oturduğu zemin açısından özellikle alakalı bir durum. Yumuşak zeminlerdeki deprem dalgaları bazen büyüyerek de yapılarımıza geliyor. Kaya ortamlarda ise bu küçülerek yapılarımıza geliyor. Dolayısıyla yapılarımıza gelen bu deprem kuvveti, bu deprem dalgalarının geçtiği zemin ortamıyla çok yakından alakalı. Burada yapılması gereken şey zemine uygun üstyapıyı tasarlamak ve gerekli durumda zeminde de bir takım iyileştirici önlemler almak gerekiyor. Adapazarı zeminleri Sakarya Nehri'nin getirmiş olduğu genç bir alüvyon gelişimini tamamlamamış bir ortam. Dolayısıyla bu ortam ne yapıyor, çalkalanıyor. Bu çalkalanma da yapılarımızı ciddi bir şekilde etkiliyor."

Depremde sıvılaşmayla karşılaşıldığını ve sıvılaşmanın zeminin taşıma gücünü tamamen yitirdiğini belirten Gündüz, "Dolayısıyla taşıma gücünü yitirince binalarımız, dalga hareketindeki vapurun hareketi gibi hareket ediyor. Bunun sonucunda sıvılaşma ile karşılaşılan binalarda batma, yan dönme gibi olaylarla karşılaşıldı. Yani sıvılaşma bir yerde regülatör gibi vazife gördü. Burada mühendis olarak dikkat etmemiz gereken şey binaların süsü, görünüşü değil, binaların taşıyıcı sistemini mutlaka teknik kurallara uygun olarak yapmamızdan geçiyor. İşin püf noktası bu." değerlendirmesinde bulundu.

Kaynak: AA / Güncel

Sakarya Üniversitesi Adapazarı Politika Güncel Haberler

Bakmadan Geçme

1000
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title