Haberler

Fuzuli kimdir? Fuzuli şiirleri ve eserleri nelerdir? En güzel Fuzuli şiirleri! Fuzuli hayatı ve tüm kitapları

Abone Ol

Türk divan şairleri arasında en tanındık isimlerden olan Fuzuli'nin şiirleri ve eserleri merak konusu oldu. Peki Fuzuli kimdir? Aslen nereli, kaç yaşında vefat etti, doğum tarihi kaç? Fuzuli ile ilgili tüm bilgilere haberimizden erişebilirsiniz.

Fuzuli kimdir, aslen nereli, doğum tarihi ve vefat tarihi kaç? Fuzuli'nin tüm şiirleri ve eserleri nedir? Fuzuli sözleri, mesajları! En güzel Fuzuli şiirleri, kitapları!

FUZULİ KİMDİR?

Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır. Kerbelâ'da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre 1480 dolaylarındadır. 1556'da Kerbelâ'da öldü. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde 'Fuzûlî' adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama 'işe yaramayan', 'gereksiz' gibi anlamlara gelen 'fuzûlî' sözcüğünün başka bir anlamı da 'erdem'dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır.

Fuzûlî'nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan 'gizli bilimler'le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati'yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür.

İnanç bakımından Fuzûlî, Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam'a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ'da, Şiiler'ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir. Ancak Ali'ye bağlılığı, Ali'nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla ilgili değildir. Ona göre Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve Peygamber'den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasındadır. Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber'in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü's-Süedâ ('Mutluların Bahçesi') adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat'ı ele geçiren İsmail Safevi'ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir.

Fuzûlî'nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat'ta bulunan On İki İmam'la ilgili vakıfların gelirlerinden sağladığı Farsça Divan'ındaki 'Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli' (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat'ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır.

Fuzûlî'nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. 'Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir' anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle 'evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur' yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun'dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir.

Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk'tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan 'Tanrı özü'nden dışa taşmasıdır (sudûr) : 'Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ' (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur) .

Fuzûlî'nin anlayışına göre insan 'seven bir varlık'tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur, ayrı insanın Tanrı'ya yaklaşmasını sağlar. Bu nedenle de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava) , od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu nedenle ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir.

Fuzûlî, 'maarif' adını verdiği gönül bilgisini kişinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, 'ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör' dizesiyle bu konudaki görüşünü açıklar. Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm) , ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl) . 'Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar' diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da 'zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği' anlamındaki dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler:

Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder

Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal

Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslam dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle İslam'ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem 'namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma' biçiminde özetlenebilir.

Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça'nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü's-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe'yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî'de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler'den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir.

Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî'nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir 'acı çeken varlık' olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür.

Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi sorunları sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve anlamlı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Öte yandan söz bir yaratma öğesidir: 'Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz'. Söz, onu söyleyenle bağlantılıdır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir.

Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır

Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz

Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, kişinin kendi neyse söylediği sözle açığa vurduğu da odur. Söz kişinin aynasıdır.

Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir 'inanç ulusu' olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.

Fuzuli kimdir? Fuzuli şiirleri ve eserleri nelerdir? En güzel Fuzuli şiirleri! Fuzuli hayatı ve tüm kitapları

EN GÜZEL FUZULİ ŞİİRLERİ

BENİ CANDAN USANDIRDI

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan

Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su

Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen

Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil

Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

SU KASİDESİ

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan

su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda

vermez.)

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa

gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök

kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden

benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim

akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana

getirir.)

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim

yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen

kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile

mahvetsin) , boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine

su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna

Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi,

gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar

uğraşsa yine de) gubârî (yazı) sını, senin yüzündeki

tüylere benzetemez.)

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola

Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim

ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek

dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ

Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan

bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su

vermek hayırlı bir iştir.)

İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it

Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste

ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır,

söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi

Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su

içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum,

sofular da kevser istiyorlar.)

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr

Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin

bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş

salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek

Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden

kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere

bırakamam.)

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar

Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,

öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla

sevgiliye su sunun.)

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger

Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık

ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi

(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)

kurtarabilir.)

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül

efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek

istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül

dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını

değiştirmesi gerekir.)

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su

(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli

ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça

göstermiştir.)

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.

Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su

serpmiştir.)

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın

Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını

tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su

meydana çıkarmıştır.)

Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim

Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz

bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o

mucizelerden) , ateşe tapan kâfirlerin binlerce

mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ

Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su

(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir

mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse

hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât

Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-

ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,

düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz

El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)

yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su

damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan

taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık

salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da

olsa o eşikten dönmez.)

Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ

Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek

için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının

zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine)

derman bilirler.)

Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam

Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!

Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp

dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da

Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin

çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner

Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,

güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel

su iner.)

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma

Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,

(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden

ümitliyim.)

Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri

Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde)

sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su

(damlası) gibi birer inci olmuştur.)

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan

düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su

(gözyaşı) döktüğü zaman,)

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam

Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat

çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını

ummaktayım.)

AŞKA SEVDALANMA

Can verme sakın aşka aşk afeti candır

Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an

Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz

Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır

Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma

Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır

Aşk içre azap olduğu bilirem kim

Her kimseki aşıktır işi ahü figandır

Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin

Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır

Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var

Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.

YA RAB BELA-YI AŞK İLE KIL AŞİNA BENİ

Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni

Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni

Az eyleme inayetini ehl-i dertten

Yani ki çoh belâlara kıl müptelâ beni

Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın

Geldikçe derdine beter et müptelâ beni

Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim

Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni

Nahvet kılıp nasîb Fuzuli gibi bana

Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak bana beni

EL ÇEK İLACIMDAN TABİB

Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişanındadır

Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib

Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır

Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl

Göklere açılmasın eller ki damanındadır

Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat

Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır

Ey Fuzuli şem'-veş mutlak açılmaz yanmadan

Tablar kim sünbül rişte-i canındadır

MENDE MECNUN'DAN FUZUN AŞIKLIK İSTİDADI VAR

Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var

Âşık-i sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var

N'ola kan tökmekde mâhir ola çeşmüm merdümü

Nutfe-i kâbildürür gamzen kimi üstâdı var

Kıl tefâhur kim senün her var men tek âşıkun

Leylî'nin Mecnûn'u Şîrîn'ün eger Ferhâd'ı var

Ehl-i temkînem meni benzetme ey gül bülbüle

Derde yoh sabrı anun her lâhza min feryâdı var

Öyle bed-hâlem ki ahvâlüm görende şâd olur

Her kimün kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var

Gezme ey gönlüm kuşu gâfil fezâ-yı ışkda

Kim bu sahrânun güzer-gehlerde çok sayyâdı var

Ey Fuzûlî ışk men'in kılma nâsihden kabûl

Akl tedbîridür ol sanma ki bir bünyâdı var

PERİŞAN HALİM OLDUN (MURABBA)

Perişan halin oldum sormadın hal-i perişanım

Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermanım

Ne dersin rüzgarım böyle mi geçsin güzel hanım

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Esir-i dam-ı aşkın olalı senden vefa görmem

Seni her kanda görsem ehl-i derde aşina görmem

Vefa vü aşinalık resmini senden reva görmem

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Değer her dem vefasız çerh yayından bana bin ok

Kime şerh eyleyem kim mihnet ü enduh u derdim çok

Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yok

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Gözümden dembedem bağrım ezip yaşım gibi gitme

Seni terk eylemezem çün ben beni sen dahi terk eyleme

İgen hem zalim olma ben gibi mazlumu incitme

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Katı gönlün neden bu zulm ile bidade ragıbtır

Güzeller sen tegi olmaz cefa senden vaciptir

Senin tek nazenine nazenin işler münasiptir

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden akıdan seyle

Yamanlıktır işin uşşak ile yahşı mıdır böyle

Gel Allah'ı seversen bendene cevr eyleme lutf eyle

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Fuzuli şive-i ihsanın ister bir gedayındır

Dirildikçe seg-i kuyun ölende hak-i payındır

Gerek öldür gerek ko hükm hükmün ray rayındır

Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

FUZULİ TÜM ESERLERİ

Divan (Türkçe) (1838)

Sıhhat ve Maraz (1940)

Enisü'l-Kalb (1944)

Terceme-i Hadis-i Erbain (1951)

Beng ü Bâde (1956)

Hadikatü's-Süedâ (1955)

Leylâ ve Mecnun (1955)

Rindü Zahid (1956)

Divan (Arapça) (1958)

Mektuplar (1958)

Divan (Farsça) (1962)

Heft Câm (1962)

Kaynak: Haberler.com / Gündem

Fuzuli Gündem Güncel Haberler

Bakmadan Geçme

1000
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title