Haberler

    Boşanmaları bitireceğiz!

    Abone Ol

    "Yalancı Romantik" dizisinden 9 yıl sonra aynı sahneyi paylaşan Cündübeyoğlu ile Yılmaz, üçüncü sezonuna girdikleri oyunu ve sahnedeki birlikteliklerini değerlendirdi.

    "Yalancı Romantik" dizisinden 9 yıl sonra aynı sahneyi paylaşan Cündübeyoğlu ile Yılmaz, üçüncü sezonuna girdikleri oyunu ve sahnedeki birlikteliklerini değerlendirdi.

    "Birlikte rol aldığınız 'Yalancı Romantik' dizinizin ardından tiyatroda yine birliktesiniz. 2008 yılıydı değil mi dizinin tarihi?"

    Hakan Yılmaz : "2007'nin sonuna doğru başladık. 2008'in sonuna doğru bitti. 72 bölümlük bir maceramız vardı."

    Ebru Cündübeyoğlu : "72 bölüm? Evet, iyi de çekmişiz."

    Hakan Yılmaz : "İyi ki de çekmişiz. O zaman daha kısaydı tabii."

    Ebru Cündübeyoğlu : "Bir ara günlük başladı. Daha kısa ve günlüktü."

    Hakan Yılmaz : "30 dakikayla başladık. En sonunda zirvede bıraktık. 45 dakikayla bitirdik. Ne güzel günlermiş. Seyirci de rahattı. Günde 2 tane dizi izliyordu. Prime Time 1 ve Prime Time 2 vardı. Şimdi artık öyle bir şey yok. Saat 20.00'de başlıyor gece yarısında bitiyor."

    Ebru Cündübeyoğlu : "Çok güzeldi. Bence öyle olması daha iyiydi. Özellikle komedi olabilmesi için sürelerin kısıtlı olması gerekiyor. Gül, gül nereye kadar! Ölürüz. O kadar çok gülünemez yani, nefessiz kalırlar."

    "Ölü'n Bizi Ayırana Dek oyununuzun ise üçüncü sezonu değil mi?"

    Hakan Yılmaz : "İki yıl ama üçüncü sezon. Sezonun ortasında başlamıştık. O yüzden 200'e yakın oyun oynadık."

    Ebru Cündübeyoğlu : "2 yıl önce kasımda başladık. Yani senenin sonuna doğru. Bu da 3. sezon."

    Büyük başarı tiyatro için değil mi? Bazı oyunlar şanslarıyla doğuyor diyebilir misiniz?"

    Hakan Yılmaz : "Elimizden geleni yapıyoruz."

    Ebru Cündübeyoğlu : "Ayrıca sadece şans da demeyelim. Hak eden bir oyun. Sadece şansa bırakabileceğimiz bir şey değil. Öyle desek daha doğru. İki kişilik, kadın-erkek ilişkisi üzerine ve hep cazip tutabiliyoruz oyunu, doğaçlamalarla güncellemelerle. Konumuz çok müsait olduğu ve gündemi de takip edip, esprileri yenilediğimiz için çok dişi bir oyun. O yüzden bir gelen seyirci tekrar gelebiliyor. Güzel bir oyun."

    "Çok da eğleniyorsunuz galiba sahnede? Doğaçlamaların da bu anlamda avantajı oluyor olmalı?"

    Hakan Yılmaz : "Zaman zaman tabii. Her dakika doğaçlama yapmıyoruz ama yeri geldiğinde taşı gediğine koymak vardır ya bazen öyle şeyler olabiliyor. Bir de Ebru'nun da dediği gibi güncelleniyor devamlı. Eğlenceli giden bir akışımız var oyunda."

    "Bir sabah boşanmaya uyanan bir çiftin evindeki ölü ve ölünün varlığı üzerine kurulan ilişki sorgusu. Çok ironik geliyor izleyen için. Sizce de öyle mi?"

    Hakan Yılmaz : "Ölen ölmüş diyoruz ve onun üzerinden kendi ilişkimizi sorgulamaya başlıyoruz. Onun bize bir faydası yok ama ilişkimizi sorgulama açısından o ölünün üzerinden ilişkimizi eleştiriyoruz."

    İLİŞKİLER DİYALOG OLMADIĞI İÇİN BİTİYOR

    "Boşanmaktan vazgeçiren oyun' diyorsunuz. 24 saatlik bir sorgulama bir çiftin boşanmama sebebi için yeterli olabilir mi?"

    Hakan Yılmaz : "Evet öyleymiş. Ben de bunu Ebru'dan öğrendim."

    Ebru Cündübeyoğlu : "Olur. Önemli olan zamanı değil, önemli olan doğru soruları sorabilmek. Tabii bunu sadece boşanma çerçevesinde de tutmayalım. Herhangi bir konuyu, ters giden bir şeyi anlayıp neticelendirebilmek için çok uzun bir zamana da ihtiyaç yok. Esas önemli olan doğru soruların doğru zamanda sorulması. Doğru sorular, hedeflenen doğru işleri her zaman daha hızlandırıyor." Hakan Yılmaz: "Diyalog, konuşmak. İlişkilerin çoğu da zaten konuşamamaktan bitiyor. Aslında konuşsalar belki bu boşanmaların yarısı çözülecek. Konuşmuyorlar. İnat ediyorlar, konuşmadan kavgayla yükseliyorlar. Sonucunda da insanlar ayrılıyor. Konuşmak çok önemli." Ebru Cündübeyoğlu : "Önemli olan yaşadığını sorgulamak. Ne yaşadığını, ne yaşamadığını sorgulamak. Ne istediğini sorgulamak. Karşı tarafın seni anladığını ve anlamadığını anlamlandırmak. Bunun üzerine de sanırım düzgün sorular var. Eğlenceli giden bir akışımız var oyunda."

    "Aslında korkutucu bir durum. Bir sabah bir ölüyle yüz yüze gelmek. Panik hissi mi uyandırıyor?"

    Ebru Cündübeyoğlu : "Panik, korkutucu. Aslında ben şaşırtmacalı ve ters köşeli şeyleri çok seviyorum. Genellikle o kadar alışkanlık oluyor ki yaşadığımız şeyler, hep aynı sözler, aynı şeyler. Aslında hep belirgin şeyler ama bazen onları farklı yollardan, açılardan göstermek seyirci için çok cazip oluyor. Keza bizim için de öyle oynarken de. Aynı şeyi söylüyoruz ama bambaşka yerden söylediğimizde daha dikkat çekici oluyor. O yüzden bizim oyunumuzun başlangıçta bizi en tavlayan kısmı, uyandıklarında bir ölüyle uyanmaları. Aslında çok klasik. Bütün mevzular, konuşulan şeyler, kadın-erkek ilişkisi yeniden keşfedilecek şey değil. Ama bunu anlatma ve gösterme oku çok farklı yerlerden olunca seyircinin de hoşuna gidiyor."

    "Sosyal medyada atılan tweetler, yapılan etiketler insanların korkularını, anksiyetelerini tetikliyor, çoğaltıyor mu sizce?"

    Hakan Yılmaz: "Sosyal medyayı daha dinamik kullanan Ebru hanım."

    Ebru Cündübeyoğlu : "Bazen evet, coşturuyor olabilir. Bazen birisi bir şey söylüyor, sonra başka birisi başka bir şey söylüyor. Eskiden kimlerin ne dediğini çok fazla duymazdık. Şimdi herkesin ne dediğine çok fazla vakıfız. İlkokul arkadaşının da beğendiğin bir dizi oyuncusunun da siyaset yapanın da ne dediğine vakıfsın. Çabucak vakıf olabiliyorsun, kimin ne düşündüğüyle ilgili. Duyma ve anlama hızımız var ama aynı şekilde unutma hızı da gelişti. Tabii bu kadar çok bilgi bir anda beyne yüklendiği zaman çok hızlı bir şekilde, birkaç saat telefonunuzdan ayrı kalınca gündem çok çabuk değişmiş oluyor. O alışkanlıkla daha fazla ilgilenir oluyorsunuz. Beyne hücum olduğu için unutma kapasitemiz de çok çabuk oluyor. Hızla gidiyor. İnsanlar birbirini gaza getirebiliyor."

    Hakan Yılmaz: "Birilerini linç ediyorlar, ertesi gün o linç edilen unutuluyor. Linç edilen de kendinin linç edildiğini unutuyor. Böyle bir şey. 'Dün ben linç edilmiştim. Evet. Bugün edilmedim, hadi devam. Yarın ben linç edeyim'. Bir de her şeyi sosyal medyada kanaat lideri gibi yazmak zorundaymışsın gibi görüyorlar. Kanaat lideri gibi. 'Vay! Bu konuda hiçbir şey yazmadı.' İyi de o anda ben ne yapıyordum biliyor musun? Her düşüncemi nasıl yazayım oraya?"

    "Ebru hanım bir açıklamanızda, aşk hikayelerinin gençlere yazıldığını ve daha ileri yaşlarda ise teyze, anne rolleri geldiğini söyleyip 'Aşkı sadece gençler mi yaşıyor?' demişsiniz. Doğru mu?"

    Ebru Cündübeyoğlu : "Aşk herkesin hayatında olan bir şey. Tabii bir sinema filmi söz konusu olduğunda da her zaman cezbedici ve içinde olmazsa olmazı olan duygu. Bütün hikayeler bunun etrafında dönüyor; aşkın, kavuşabilmenin, kavuşamamanın, imkanlının, imkansızın, karşılaşmanın, rastgele olanın. İnsana güzel gelen bir besin aşk duygusu ve yüreğe geçen bir şey. Bunun sadece kısıtlı yaşlarla tutulmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. Yazarların hayal güçlerinin çok kısıtlı olduğuna inanıyorum. Buyurun burada yapılmışı var. Sanki sadece genç oğlan, genç kız birbirlerini illa sevecekmiş gibi bir algı var. Çok yanlış. Bu yazarların da bu meslekteki hikayeleri kısırlaştırdığına ve seyirciyi de azalttığına da inanıyorum. İnsanların aşkı izlemeye ihtiyacı var. Aşk dizisi olunca kadın işiymiş gibi algılanıyor, ona da katılmıyorum. Kadın dizisi yapılıyor, 3-5 kadın toplanıyor. Hepsi kuaföre gidince bunun kadın dizisi olduğu iddia ediliyor. Buna da inanmıyorum. Evet, bunlarla ilgili sert düşüncelerim var. Yani böyle değil, hayat böyle olmamalı. Böyle yaşamıyoruz Bu kadar sığ değil. Sığ olmayan şeylerden çok daha geniş hikayeler yaratılır inancındayım."

    "Hakan bey sahneye koyduğunuz oyunları neye göre seçiyorsunuz?"

    Hakan Yılmaz: "Güzel insanlarla çalıştıkça bizim de işimiz güzelleşiyor. Kendimiz yazıyoruz. Dışarıdan oyun almayı pek tercih etmiyoruz ya da uyarlama yapmak istemiyoruz. 'Komedi bizim tarafta' diye bir söylemimiz var. O yüzden Türk yazarlarımızın oyunlarını, tekstlerini sahneye koymaya çalışıyoruz. Yazarlarımızdan biri Ebru Cündübeyoğlu'dur. Kalemini bizden esirgemiyor, sağ olsun. Halihazırda bir oyun daha hazırlıyor. Önümüzdeki sezona hazır olur. Yapımcılık tarafımızı da Cengiz ile birlikte yürütmeye çalışıyoruz. İnşallah muvaffak oluruz."

    "Ebru hanım kariyeriniz ve hayatınız içinde tiyatro, müzik, kitap, evlilik ve çocuk dahil hepsini gerçekleştirdiniz. Böyle bakınca 'Çocuk da yaparım kariyer de.' sözü aklımıza geliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?"

    Ebru Cündübeyoğlu: "Bunların hiçbirini kariyer olsun diye yapmadım açıkçası. Öyle denk geldi. Yazı benim için her zaman önemli ve hayatımda hep olan bir şeydi. Yazmak bambaşka bir duygu ve aşk. Yeni romanım 'Ferda' ocak ayında çıktı. O yeni bir heyecan benim için. Öncelikle bir senaryoydu, romana çevrildi. Yazmayı seviyorum ve yazacağım da. Müziği zaten işimden ayrı tutmuyorum. Bence her oyuncu şarkı söylemeyi bilmeli ve söylemeli. Çünkü bunlar birbirinden ayrılan şeyler değil. Şimdi büyük cesaretle oyuncular ellerine mikrofon almaya başladı. Zaman zaman eskiden de böyle olmuş. Ama bu benim kazanç kapısı olarak gördüğüm bir şey değil. Sadece hobim ve mesleğime katkım. Dans da ediyorum. Müzik, yazmak, çizmek bunları ayırmıyorum. Mesela Hakan'la beraber okuduğumuz bir şarkı var."

    "Kitabınızdaki alzheimer konusu. Çevrenizde bunu yaşayan ve süreci deneyimlediğiniz bir durum değilken neden seçtiniz bu hastalığı yazmayı?"

    Ebru Cündübeyoğlu: "Beyin ve beyin sistemleriyle ilgili meraklıyım ve araştırmalar yapıyorum. Beyin çok cazip gelen bir organımız. Hayatlarımızı nasıl şekillendirdiğine tanık olduğumuz ve aslında çok da bilmeden yaşadığımız bir şey. Hikaye anlatmak istediğim şeye hizmet ediyordu. Aslında hastalıktan yola çıkmadım. Bazen nasıl kırılabildiğimizi, değişebildiğimizi, katı kurallarımızın bazen nasıl bozulduğunu anlatan bir hikaye. Ferda'nın hayatta bir duruşu, yorumlayışı var. Onca sene birikimleriyle inançlarıyla beyin yapısıyla oluşturduğu hayatın onu nasıl savurabildiğini, sadece sizin gücünüzle olmadığını, sürprizler dolu olduğunu ve savrulmaya müsait olduğunu anlatırken bu hastalık desteklediği için onu seçtim. Onu seçtiğim için de hastalıkla ilgili araştırmalar yaptım. Çünkü hassas bir konu ve gün geçtikçe çok yaşayan var. Ömür uzuyor, yaşlar ilerliyor. Daha da fazlalaşıyor hayatımızda bu tip hastalıklar. Onunla ilgili de yoğun bir çalışmadan sonra roman ortaya çıktı."

    HERKES AĞACA BAKARKEN SEN ORMANI GÖRÜYORSUN

    Ebru hanım, disleksiden biraz söz eder misiniz? Dışarıdan baktığımızda sizin hayatınızda rahatsızlık gibi durmayan bir şey. Nedir bu?

    Ebru Cündübeyoğlu: "Bir rahatsızlık değil. Zaten Türkiye'de yeni yeni duyulan bir şey disleksi. Anlamı çok bilinmiyor. Eğitim dünyasının da yeni parlayan yıldızlarından. Belki 3 sene oluyor bir TEDX konuşmasında kendime konu olarak disleksiyi seçtim. İyi ki de seçmişim. Çünkü birçok kişiye ulaştı. Bu beni çok mutlu etti. Böyle bir geri dönüşün olacağını bilmiyordum. Büyük bir açlık ve bilgisizlik var ortada. Özellikle çocuklara bu teşhis konulduğunda anne babalar çok heyecanlanıyor. Heyecanlanacak bir mevzu değil. Eğitim, öğretime başlangıç dönemlerinde okullarda izletiliyor. İyi ki yapmışım böyle bir şey. Bunu yaptığım, vesile olduğum için gerçekten kendimi çok mutlu hissediyorum. Bu bir hastalık değil. Aynı sağ veya sol elle yazmak gibi bir fark. Beyninizin, öğrenim kapasitenizin, sağ lobun sol loba göre değişmesi. Genelde sağdan öğrenme tarzında bir eğitim sistemimiz var. Disleksi olanlar daha sol yatkını oluyor. Eğitim stratejik olarak sağdan aktığı için bazen çocuklar ilkokulda problem yaşayabiliyor. Ama zaten sonrasında eğitim hayatı sırasında düzelecek, kendi kendine çözümlenecek bir öğrenme tarzı. Kesinlikle bir hastalık değil."

    Hakan Yılmaz: "Hayatının akışını değiştiriyor mu?"

    Ebru Cündübeyoğlu: "Hayatın akışını değiştiren bir şey değil. Tarzın değişik olduğu için bazen avantajları da olabiliyor. Herkes ağaca bakarken sen orman olarak görebiliyorsun. Bundan faydalanmaya başlarsan da hayatında yeni kapılar açabilecek bir şey. Eğitim sistemi ona göre verildiğinde problem değil. Ama verilmediğinde problem olabiliyor. Şöyle de bir yanlış algılama var. Tembellik değil. Tembellik her zaman olan bir şeydir, tembelsinizdir. ya da zekayla ilgili çok iyi algılarsınız ama anlamazsınız. Onunla ilgili de değil. Herhangi bir zekasal bir problem olmadığında ya da belli bir zeka üzerinde durum olduğunda olan bir şey. Bununla da ilgili bir projem olacak ve onu da anlatacağım."

    Hakan Yılmaz: "Sen ne zaman fark ettin?"

    Ebru Cündübeyoğlu: "Valla ben bunu beyin sistemleri araştırmaları yaparken 40 yaşında fark ettim. Zaten ileri yaşta bir problem değil. Zaten bir problem değil. Farklı bir bakış açısı. Öğrenirken farklı öğreniyorsun."

    'Hayatınıza nasıl tezahür ediyor?"

    Ebru Cündübeyoğlu: "Şu yaşlarımda bakış açımı daha farklılaştırdı ve herkesin görmediği şeyleri görebilecek bir şekilde bakıyorum. Ama okul döneminde basit hesaplamalarda zorlanıyordum. Okurken de şu anda tiyatro provalarında hala zorlanıyorum. Bakarken birkaç cümleyi de görebiliyorum. O da okumanızı bozuyor. Spikerlik döneminde televizyonda canlı yayında haber sunduğum dönemde çok ağlayarak bitirdiğim haberler oldu. Benim için promterdan okumak zor. Hemen gözlerim kelimeleri atlatıp, yer değiştiriyor. Hiç unutmam 'küçüktaşlı beşik metin' (Beşiktaşlı Küçük Metin) ya da 'Kırmızı Mahsungil' (Mahsun Kırmızıgül) demiştim."

    "Okumakta birtakım sıkıntı yaşatabiliyor. Mesafe ölçülerini çok iyi bilmem. Hep unuturum. Çarpım tablosunda dörtleri çok zor öğrendim. Ama bunu yapamıyorum demek, yapmayacaksın anlamına gelmiyor. Kendine göre yöntemini buluyorsun. İktisat okudum. Matematiği çok yüksek puanla kazandığım için 14. sırada girdim okula. Çocukken biraz endişelenirdim, hoca birden soru sorar hesaplayamazsam diye. O da çocukken kendini kötü hissetmene sebep oluyor."

    Hakan Yılmaz: "O hala var. Aniden bir şey sorunca kalıyor. Alıştırmak gerekiyor. Birazdan sana ani bir soru soracağım."

    Ebru Cündübeyoğlu: "Ani soruları hiç sevmem. Birden unuturum ani sorularda. Ama o soyadımdan kaynaklı."

    Hakan Yılmaz: "Sen soyadını ezberle, rahat söyle, zaten her şeyi yaparsın."

    Ebru Cündübeyoğlu: "Zaten ilkokulda soyadımı yazıp öğrendiğimde ilk şeyi öğrenmiştim. Eski yoklama defterleri olurdu büyük kapaklı. Öğretmen parmağını ileri koyduğunda hemen anlardım. Bazen zorlanırlardı hemen anlardım ben. 'Hocam Cündübeyoğlu' derdim. Çok da sözlüye kalkardım. Hiç de sevmem sözlüyü, ani sorular, cevaplar."

    Hakan Yılmaz: "Bende disleksi yok herhalde. Yani fark etmedim şu ana kadar. Bazen yazarken bir cümlede anlamsız bir harfi ileri doğru yazıyorum. Sonra kaldığım yerden tamamlıyorum. İleri atıyorum."

    Ebru Cündübeyoğlu: "Herkeste bir miktar olabilir. Bu miktar kişiye göre değişebilir. Herkes aynı sinyali vermez. Kelimeyi atlamaz da sayıyı atlayabilir. Beyinlerimizi farklı farklı çalıştırması söz konusu. Önemli olan eğitim sistemi. Ben eğitim sisteminin yenilenmesi gerektiğini ve çok ezbere dayalı olduğunu düşünüyorum. Çocukları biraz daha yaratıcı ve araştırmacı olmaya doğru iten daha farklı bir eğitim sistemi olmalı."

    "Kızınız Duru'da disleksi belirtileri var mı?"

    Ebru Cündübeyoğlu: "Duru'da bence var. Ben çoğu kişide olan kısımları fark ediyorum. Bazısının derecesi çok yüksek oluyor. Duru'da da bazen görüyorum. Siz bildikten sonra çocuklarınızın omuzlarına fazla yük yüklenmez. Ayrıca her tembellik de disleksi demek değil."

    "Bir sinema filmi projeniz ve bir de yazdığınız oyun var. Bunlardan da bahsedebilir misiniz?"

    Hakan Yılmaz: "Hepsi yazım aşamasında."

    Ebru Cündübeyoğlu: "İki film hikayemiz bir de oyunumuz var."

    "Oyun nasıl ilişkiler üzerine mi? Tarzı nedir? Komedi mi, kara komedi mi?"

    Hakan Yılmaz: "Bu sefer 4 kişilik. Cengiz Şahin ve Volkan Aktan da olacak. Komedi olacak. Güldürmeyi çok seviyoruz. Çok güzel bir şey. Zaten sıkıntıda insanlar. Klasik oyunlar var. İsteseydik öyle bir şeyi de tercih ederdik. Ama güldürmek güzel. Hiç olmazsa evine mutlu gitsin. Para verip bilet alıyor, geliyor, 2 saat. Şimdi adamı da sıkıp yollamayalım. Sıkılmak istiyorsa tabii ki çok değerli eserler var ama biz daha çok güldürmek tarafındayız."

    Ebru Cündübeyoğlu: "Ama onlara da gerek var. Bazen sıkılmak da iyi oluyor. Sıkılıyorsun çıkıyorsun ki 'Bak ne sıkıntılar var.' diyorsun. Bizim öyle bir kredimiz olduğu için Hakan'la bizi bir arada görünce seyircinin otomatikman yüzünde gülücük yerleşiyor. Bunu da seneler içinde onlara vermişiz."

    Hakan Yılmaz: "Film günümüz değil de hayali bir zamanda, çok tanınan ve birbirleriyle mecburen çalışmak zorunda kalan 2 yıldızın hikayesini anlatacak."

    Kaynak: Hürriyet / Magazin

    Ebru Cündübeyoğlu Hakan Yılmaz Haberler

    Bakmadan Geçme

    1000
    Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
    title