Devrim Yakut: 50'li yaşlarda hayatım sörf tahtasında gibi...
Usta oyuncu Devrim Yakut'un kimi kurmaca kimi gerçek, kimiyse gerçekten yola çıkarak kurguladığı hikayelerini okurken her bir sahne sanki bir sinema karesi gibi canlanıyor zihninizde.
Usta oyuncu Devrim Yakut'un kimi kurmaca kimi gerçek, kimiyse gerçekten yola çıkarak kurguladığı hikayelerini okurken her bir sahne sanki bir sinema karesi gibi canlanıyor zihninizde. Çoğunlukla okurun gözlerini yaşartan ama bazen de kahkaha attıran hikayeler arasında mübadele anıları dikkati çekiyor... Hele 'Teyel' hikayesindeki küçük Armağan'ın Kıbrıs'ta yaşadığı şok... Söyleşide öğreniyoruz ki o, Devrim Yakut'un ta kendisi...
'Teyel' hikayesi gerçek mi? Yoksa Armağan siz misiniz?
O hikayede çok küçük bir kurgu var ama hikayenin geneli gerçek ve evet, benim hikayem. Kıbrıs Savaşı'nın üzerinden beş yıl geçmişti. Babam askerdi. Biz terk edilmiş Rum köyündeki bir eve yerleşmiştik.
12 yaşındaydım. Koca köyde üç çocuk vardı. Köydeki Rum evlerine girmemiz yasaktı. Ama gizlice girip oynardık. ve savaş döneminde çok acıklı şeylerin olduğunu fark ettik orada. Benim hala bir kabusum vardır: Bir savaşın içinde kalmak. Göç hikayeleri de öyle, çok derin bir yerden etkiliyor beni.
GÖZLERİM DOLDU...
Sizin de rol aldığınız, psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitabından uyarlanan 'Camdaki Kız' dizisinden bahsedelim mi?
Bir süredir "Ulusal kanallara iş yapmayacağım" diyordum. Nedeni de çok uzun çalışma saatleri, sağlığımızdan olma ihtimalimiz vs. idi. Nezaketen gittiğim görüşmede yapımcımız Onur Güvenatam bana şunu dedi: "Devrim Hanım biz milyonlarca eve giriyoruz her akşam. O girdiğimiz 10 evden birine bile şifa götürebilirsek... Bunu çok önemsiyorum." Benim gözlerim doldu.
Neden?
Çünkü bu benim senelerdir kurduğum cümleydi. Tabii hikayede anlatılan her şeyi çok önemsiyorum. Ben belki de 15 yaşından beri vaka okuyan biriyim. Çok merak ediyorum, niçin öyle! Biri hırsızlık yaptı. Bu bir sonuç. Ben neden öyle olduğuyla ilgileniyorum. Mağdur olanla ilgilendiğimiz kadar suçluyla da ilgilendiğimizde meselenin çözüleceğine inananlardanım. İnsanın olduğu her yerde aklın ürettiği çözümler olmalı.
İnsan psikolojisine odaklanan yapımlar çok ilgi görüyor artık...
Bir psikiyatrın yıllar süren tecrübelerinden süzülerek anlattığı gerçek vakalar... 'Camdaki Kız'da da var bu. Anlattığı her karakterin ayrı ve hüzünlü bir hikayesi var. Belli ki orada bir yara var ki bu yapımlar seyirciden bu kadar ilgi görüyor. Biz çoğunlukla gerçeklik algısının bozulduğu işler yapıyorduk. Sahte dünyalar anlatıyorduk hep seyircilere. Burada gerçeğin, yine sanatla anlatılması çok kıymetli geliyor bana.
'Aile Arasında' filminde Erdal Özyağcılar ile...Çok farklı tipte karakterleri başarıyla canlandıran bir oyuncusunuz. Siz kendinizi hangi rollere daha yakın hissedersiniz?
Farklı rollerde oynamak her oyuncunun hayali sanırım. Bu gelişmek, yenilenmek ve yelpazenizi büyütme isteğinden kaynaklanıyor. Okuduğumuz okullarda da profesyonel hayatta da rolleri dağıtanlar pek risk almak istemez. Sizi göründüğünüz ya da gösterdiğiniz şekliyle değerlendirmek isterler. Ben buna hep itiraz ettim ve yeni şeyler denemeyi hep çok sevdim. Komediye yönelmem de öyle oldu. Rolleri komik ya da değil diye ayırmıyorum. Beni heyecanlandırmasıyla ilgileniyorum. Tabii komedinin ayrı bir ritmi var. Kendinizi daha özgür, daha iyi hissediyorsunuz. Eğer iyi yazılmış ve iyi yönetilmişse, seyirciye ulaşmanız da daha hızlı oluyor... Ben kendimi her role yakın hissetmek istiyorum. Fransızlar oyuncuya komedyen diyorlar. ve komedyen eline verilen her rolü oynuyor. Yolumu biraz bu bakışla çizmeye gayret ediyorum...
GENÇLİK AŞKLARI ÇOK YORUCU
"Aşk insanıyım" diyorsunuz yaptığınız röportajlarda… Eşiniz Alper Kut'la ilişkiniz büyük aşkla başlamış ve yıllar içinde çok tatlı bir şeye dönüşmüş. Peki o ilk yıllardaki aşk halini özlüyor musunuz?
Hayır. 20'li yaşlarda yaşadığınız o aşklarda akıl devre dışı ya... Şimdi o saçmalıklara, o yüksek hallere filan çok şefkatli bir yerden bakıyorum ama bugün öyle bir şey yaşamak asla istemem. Çünkü çok yorucu.
Kaç yıldır evlisiniz?
10 yıldır. 11 yıldır da beraberiz.
Mutlu ilişkinin formülünü çözdünüz mü peki? Paylaşmak ister misiniz bizimle?
Bu benim ikinci evliliğim. Evlilik çok zor bir müessese. İkincisinde insan daha net görüyor bazı şeyleri. Bence formül şu: Evliliğin, toplum tarafından dayatılmış tuzaklarına düşmemek. Evlilik denen bahsin sadece iki kişiyi ilgilendiren bir şey olduğuna ikna olmak ve dışarıdan gelen hiçbir etkiye müsaade etmemek. ve birbirine alan tanımak... Mesela ben 'biz' demeyi sevmiyorum. O Alper, ben Devrim'im. Benim ayrı arkadaş çevrem var, onun ayrı. İkimizin ortak bir çemberi var. Kimsenin kimseye karışmadığı, yargılamadığı bir evlilik bu. Zaten o yüzden ikimiz de çok mutluyuz.
'Aklımın Aynalı Çarşısı' Küsurat Yayınları'ndan çıktı.
Yoksa siz de mi ayrı evlerde yaşıyorsunuz!
(Gülüyor) O kadar doğru bir formül ki... Beni topa tutacaklar belki ama evliliğin sihirli formüllerinden biri mümkünse ayrı evlerde oturmak. Değilse evin içinde kendinize alanlar yaratmak. Biz bunu yaptık ve herkese bir formül olarak öneriyorum. Ben sabah bazen 5.00'te uyanıyorum sete gitmek için. ve ben aynı odada, bu şiddete ne onu tabi etmek istiyorum ne de kendimi. Çünkü bazen 15 dakikalık uyku o kadar kıymetli oluyor ki... Dolayısıyla evlilikte en önemli şey olan flörtün ne kadar uzun sürdüğünü görüyorsunuz bu şekilde. Bütün genç arkadaşlarıma bunu öneriyorum. Birbirinizin her şeyini görmeyin. Odadan odaya flört edin. Ortak mekanlarda romantik akşam yemekleri yiyin. Sevgisiz, soğuk bir yatakta birlikte yatmanın kimseye faydası yok. Evlilik bir sözleşme değil. Şahane bir kalp ortaklığı. Dayatılmış şeylerle niye yıpratalım ki?
MERAK ETTİĞİM ŞEYİ SONUNA KADAR ÖĞRENMEK İSTİYORUM
Lisede fen bölümünde okumuş, bir dönem terzilik de yapmış, çok yönlü birisiniz. Yılların tiyatro ve sinema oyuncususunuz. Şimdi de yazarlık...
Çocukluğumdan beri meraklı biriyim. Bu saydıklarınızın hepsi meraktan kaynaklanıyor. 'O nasıl oluyor?' Hep bunu soruyorum. Mesela pratik ev aletlerini anlatan bir video izlediğimde ağzımın suyu akıyor. "Bunu ben nasıl akıl edemedim" diyorum, gıpta ediyorum. Yazmak da meraktan. Aslında kendine meydan okumak da var. "Bu kadar hikaye birikmiş sende, yazamam diyorsun, bir otur bakalım başına" dedim kendime.
Hayatı nasıl yaşıyorsunuz?
50'li yaşlarda artık şöyle diyebilirim: Sörf tahtasında gibiyim. Deniz durgunsa durup izliyorum. Dalgalıysa dalganın gelişine göre hareket ediyorum. Bir bu kadar daha ömrüm yok muhtemelen. ve evet, ne gelirse kabulüm. Bunun içinde en tatlı nasıl yaşayabilirim? 50'lerden sonra böyle düşünüyor insan. Ama bir şey çıkıyor karşıma. Merakımı çok cezbediyor. Hala onu sonuna kadar öğrenmek istiyorum. Bir şeye aşkla bağlandıysam başka hiçbir şeyin önemi olmuyor bende.