Tüm mesele kendimle korkmadan hesaplaşabilmekti
Ercan Kesal'ın ilk yönetmenliği genel olarak övgü ve ödüllerle karşılandı.
Ercan Kesal'ın ilk yönetmenliği genel olarak övgü ve ödüllerle karşılandı... İşte filmine yönelik tepkiler, siyasetin iç işleyişi ve kendine yakın bulduğu sinemacılar konusunda Kesal'ın görüşleri...
Bugüne kadar daha çok senaryo yazarı ve oyuncu alarak sinemanın içindeydin, belgesel yönetmenliği de yapmıştın. İlk kez uzun metraj için kamera arkasına ve aynı zamanda önüne geçtin. Önce uzun metraj yönetmenlik serüvenini sorayım, nasıl bir deneydi sence?
Başından beri şunu iyi biliyordum: Sinema sanatı yönetmen sanatıdır. Sinemaya yönetmen olarak girmek için İstanbul'a gelmiştim. Şartlar beni hekimlik mesleğini sürdürmek zorunda bıraktı. Daha sonra sektöre senarist olarak girdim. Aslında edebiyatçı tarafım sinemaya girmeme vesile oldu diyebiliriz. 'Üç Maymun' filmindeki oyunculuğumsa başka birçok filmde yer almamı sağladı. Sanki asıl ulaşmak istediğim yere biraz dolambaçlı biçimde ama öğrenerek, yaşayarak geldim. 'Nasipse Adayız' daha önce senarist olarak yer aldığım diğer filmlerle akraba bir filmdir. 'Bir Zamanlar Anadolu'da'nın hikayesindeki gibi 20 yıl önce başımdan geçen bir olayı gerçek mekanlarında ve çoğu gerçek kişilerle yeniden çektim. 'Üç Maymun'daki Servet 'Nasipse Adayız'ın Kemal Güner'ine çok benzer. 'Nasipse Adayız' hikayesi 'Anons'taki gibi bir gecede geçen ve sonunu kestirebileceğimiz bir başarısızlık hikayesidir. Yönetmenlikse yıllardır beklediğim ve biriktirdiğim bir mevzunun gerçekleşmesidir.
'Nasipse Adayız', 2015'te İletişim Yayınları etiketiyle yayımlanmıştı.
Peki insanın kendini yönetmesi nasıl bir şey diye sorsam...
Ondan önce belki insanın kendini oynaması nasıl bir şey diye sorabiliriz! Kendini oynayan bir adamı kendinin çekmesidir yaptığım. Çekimler boyunca ve sonrasında da sanki şahsi hikayemin izlerini sürdüm. Yaşadıklarım üzerinden bir insanın siyaset denilen gayya kuyusundaki debelenmesini, onun derin karanlığını ve bitmeyen iktidar talebini, açmazlarını, çaresizliğini ve kederini izledim. Sadece bir film değildi sanki, bir otoentografik süreçti!
Bu benim hikayem ve benim tarzım
Yönetmenlik uğraşına, kitaplarının içinden 'Nasipse Adayız'ı çekmekle niye başladın? Böyle bir tercihin özel bir nedeni var mıydı?
Zerreden cismin tamamına gitmek istedim. Bir kum tanesinden tüm evreni tarif edebilirsiniz çünkü. Parça bütünün tüm özelliklerini taşır. Şehrin çeperinde yer yurt etmeye çalışan, güç devşirmek isteyen küçük burjuva bir entelektüelin siyaset mecrasında kendisiyle karşılaşması... Başına gelenler karşısında yaşadığı şaşkınlık! Yerel iktidarlar dünyası, hemşericilik, nepotizm, siyaset bezirganları... Bu tuhaf siyaset oyunundan yola çıkarak bir ülkeyi teşrih masasına yatırabileceğimi düşündüm. Tüm mesele kendimle korkmadan hesaplaşabilmekti, onu yapmaya çalıştım.
Festivallerden gelen ödüller ve sinema yazarlarından övgü... Nasıl buldun tepkileri?
Marifet iltifata tabidir elbette ama en sıkı eleştirmen kişinin kendisidir. Çünkü kendinizi kolay kolay kandıramazsınız. Filmden memnunum. İyi bir iş çıkardık. Üstesinden geldim herhalde.
Filme "Rumen Yeni Dalgası'na akraba" türünden saptamalarda bulunuldu. Bu konuda görüşün nedir? Ayrıca görüntü yönetmenin de Rumen'di...
Rumen sinemasını çok severim. Merak ve ilgiyle de takip ederim. Ama bu benim hikayem ve benim tarzım. Görüntü yönetmeni için yerli ve yabancı epey bir seçeneğim vardı. Adayların tüm işlerini izledim. Film için düşündüğüm görüntü dünyasını ve kamera hareketlerini Barbu'nun (Balasoiu) çalıştığı filmlerde başarıyla yaptığını gördüm. Ulaştık kendisine ve senaryoyu gönderdik. Severek kabul etti. Doğru bir tercih olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
'Masada iki-üç senaryo seçim yapmamı bekliyor'
'Nasipse Adayız'ın bence üstesinden geldiği en önemli yanlardan biri onca olay ve karakter örgüsü içindeki temposu, ritmi ve kurgusu... Bu konuda neler söylersin?
Plan sekansların ağırlıklı olması ve kameranın bir röntgenci gibi Kemal Güner karakterinden hiç kopmaması...
Ana karakter Kemal Güner, hem siyasetin koridorlarında ilerlemek istiyor hem de o dünyaya ait olmadığını anlıyor. Sen bu ayrı dünyaları ve ruh durumunu nasıl yorumluyorsun?
Başımıza gelenleri açıkça öngörebildiğimiz halde vazgeçemediğimiz o kadar çok şey var ki hayatımızda. Bu da onlardan biri. Geriye dönmek ve vazgeçmek ileriye gitmekten çok daha ağırdır da ondan. Geriye dönmek yüzleşmektir, hesaplaşmaktır. Acı çekmektir. İleriye gitmek daha kolaydır, ucunda uçurum da olsa hep bir umut taşır.
Kitap ve de film, yönetmenin kendi siyasal deneyimlerinin ifadesi. Anlatılan siyaset düzleminde çok erkeksi ve zaman zaman çok küçük menfaatlerin öne çıktığı bir dünya var. ve perdeye yansıyanlar yakın zamana ait deneyimler içerse de görüyoruz ki neredeyse 50'lerin, 60'ların siyaset yapma biçimleri sürdürülüyor gibi. Sence bu kadar arkaik bir yapıdan kurtulma reçeteleri nelerdir?
Besiyeri bu! Buradan hayırlı bir şey çıkmaz. Daha da kötü olacak muhtemelen. Entelektüel vasatın yerlerde süründüğü, parti içi demokrasinin sözünün dahi edilmediği, tüm değişim ve dönüşümlere kendini sıkı sıkıya kapatmış bir erk dünyası.
Sinemamızda sol ve sağ siyasete eleştirel bakış genelde sol sinemacılardan gelir. Sağ sinemacıların hatırladığım kadarıyla kendi ideolojilerine yönelik eleştirel yapımları pek yok, genelde övgüye soyunan filmlerini gördük hep. Bu konuda neler söylersin?
Sansürden yeterince pay alıyoruz ama daha tehlikelisi ve iflah olmazı otosansür. Bunun çaresi yoktur. Kendine karşı dürüst ve hesapsız olamayan birisi başkasının hikayesini nasıl anlatabilir?
Son olarak yönetmenlik serüveninde bir sonraki proje ne olacak, belli mi?
Masada iki-üç senaryo bekliyor. Galiba içlerinden birine son anda karar vereceğim.
Hepsi kurmaca, tıpkı hayatımız gibi!
'Nasipse Adayız'ı deneyimlere ve yaşanmışlıklara dayanıyor ön bilgisiyle izliyor olsak da insan sonrasında şunu merak ediyor: Anlatılanların ne kadarı tamamen gerçek, ne kadarı kurgu?
2015 yılında yayımlanan 'Nasipse Adayız' kitabımın girişinde şöyle bir cümle vardır: "Bu kitapta anlatılan tüm olaylar ve kişiler kurmacadır. Hayatımız gibi!" Sinema kurmacayla gerçekliğin sınırlarını ortadan kaldırma gücüne sahiptir. Evet, anlattığım her şey yaşanmıştır. Ama ben onları bir kez daha yeniden icat ettim.
Kesal, Tayfun Pirselimoğlu'nun (solda) kendisi için özel olduğunu vurguluyor. Emin Alper'i (ortada) merakla izlediğini, Asghar Farhadi'yi (sağda) de takip ettiğini anlatıyor.
Tabii ki Asghar Farhadi...
Kendine yakın hissettiğin, sevdiğin yönetmenler hangileri? Hem bizden hem de dünya sinemasından...
Kendi sinemamızda oyuncu ya da senarist olarak birlikte çalıştığım tüm yönetmenleri sever ve ilgiyle izlerim. İçlerinde Tayfun Pirselimoğlu daha özel bir yerdedir. Mehmet Can Mertoğlu'nun, Mahmut Fazıl'ın, Emin Alper'in işlerini merak ederim. Dışarıdan Cristian Mungiu, Andrey Zvyagintsev, Cristi Puiu, Maren Ade... Tabii ki Farhadi...