Türk kadını yokluktan aşık oluyor!
Gazeteci-yazar Aslı Perker "Altı yaşından beri, yani 40 yıldır kadın-erkek meselelerini gözlemliyorum bir şekilde" diyor.
Gazeteci-yazar Aslı Perker "Altı yaşından beri, yani 40 yıldır kadın-erkek meselelerini gözlemliyorum bir şekilde" diyor. 'Ayrılığın İlk Günü' işte bu 40 yılın deneyim ve gözlemlerinden süzülüp ortaya çıkmış bir aşk romanı. Deli divane aşık bir kadının sevgilisinden ayrılışının ilk gününü saat saat anlatıyor...
Kitabın başında anlıyoruz ki adam kadına sevgi, ilgi ve değer vermemiş. Kadın ilişki boyunca romantizm kırıntılarıyla yetinmiş. Onu kaybetmemek için açık ilişkiye bile razı gelmiş ama yine de adam ellerinin arasından kayıp gitmiş. Başından beri 'olmayacağı' belli bir ilişki imajı çiziyor yazar okura. Peki ama eğitimli, güzel, seksi, fedakar ve çok aşık bir kadın neden değer görmez?
Kadın okurların her bir sayfasını "Evet yaa!" duygusuyla okuyacağı bu kitabı Perker erkeklere de öneriyor. En çok da "Biz kadınlar oyunun farkındayız, siz de bunu bilin" diyebilmek için...
Aslı Perker, bu kitapta pek çok kadının aşka dair sorularına cevap bulacağını söylüyor.
Bu yedinci kitabınız, kadınları canevinden vuruyor! Size göre kadınlar ve erkekler neden okumalı bu kitabı?
Kadınlar şunun için okumalı: Gerçekleri kabul etmenin faydaları ve iyileştirici bir yanı var. Bir de, acı çekerken, özgüvenimiz yerle birken, kendimizi tek sanıyoruz ve çok utanıyoruz. "Ben nasıl bu hale düştüm" diye. Kitabı okuyanların "Yalnız değilmişim" diyebileceklerini düşünüyorum. Erkeklerse şunun için okumalı: Biz her şeyin farkındayız, aptal değiliz.
18 yıllık bir evliliğin ardından siz de 2-3 yıl önce boşanmışsınız. Neden olmuyor bu kadın-erkek ilişkileri? Mesela bir daha evlenmek ister misiniz?
Hayır. Bir daha bir erkeğin çorabını toplamak istemiyorum çünkü. Bir kadın evlendiği anda, mesleği ne olursa olsun, artık o hep ikinci sırada. Adeta işi hobisiymiş gibi. Birincil işi annelik ve ev kadınlığı. Ama bir daha evlenmemek konusunda bu kadar net olabilmemin bir sebebi de şu: Benim bir çocuğum var. Ben zaten onunla o kadar meşgulüm ki, başka bir şeye de çok vaktim yok doğrusu. Ama eğer çocuğum olmasaydı ve 40 yaşlarında olsaydım, paniğe kapılırdım.
Ne oluyor çocuk olunca?
Çocuk tüm zorluklarına rağmen hayatını dolduran, ona anlam ve heyecan katan bir sevgili. Bana göre zorluğu özgürlüğünü elinden alıyor olması. Artık senin hayatın yok aslında. En azından bir yaşa kadar. Ama çocuğa özgürlüğümü kaybetmeyi, bir evliliğe kaybetmeye bin kez yeğlerim. Bana göre aslında Türkiye'de mutluluğun formülü şu: Kadınlar için evlenmemek, erkekler içinse evlenmek.
Erkekler genellikle bunun tam tersini lanse eder...
Türkiye'de aklı olan erkek evlenir. Aklı olan kadın da asla evlenmez. Erkekler kadınlara "Siz evlilik meraklısısınız" diyorlar ya. ya sen evlenmesen ne yapacaksın? Pandemide bu da ortaya çıktı. Sen kendini besleyemeyen bir insansın. Bunun örneklerini bizzat gördüm. Adam onca yıl ciddi ilişki yaşamamış. "E yemeğini, temizliğini kim yapıyor", "Ne olacak, kadın gelip yapıyor. Parama sözüm geçer" filan... Pandemi geldi, parasına sözü geçemedi. Ne oldu peki? Şimdi ciddi ilişkisi var. Ama aradığı bir kadın değil ki. Aradığı, onun peşinden ortalığı toplayacak bir insan. Bu kadar basit. Ben bu genellemeyi kendi coğrafyam için yapıyorum tabii.
Aşk söz konusu olduğunda pek çok kadının "Evet yaa!" diyeceği şeyler var romanda...
Yılların birikimi var kitapta. Belki bu romanı 10 yıl önce yazamayabilirdim. 40 yıllık gözlem ve bireysel deneyimin süzülüp aktarılması... O yüzden sayfalarda herkesin aşkla ilgili kendine sorduğu bir sorunun cevabını bulacağını düşünüyorum. Aslında bunların hepsini tüm kadınlar biliyor. Ama bildiğin şeyi kendine bile söyleyemiyorsun çoğu zaman. Çünkü acıtıyor. Çok zor bir şey, gerçeği anlamak, kabullenmek... Kaçabildiğin yere kadar kaçıyorsun. Kimisi 50 yaşına kadar kaçar, kimisi ölene kadar kaçar... Kimisi 20 yaşında konuyu çözmüştür.
Biz kadınlar göz göre göre neden gidip ıssız, duyarsız ya da bağlanmak istemeyen adamlara aşık oluyoruz sizce?
Bence ego. Hani Woody Allen'ın bir lafı vardır: "Beni kabul eden cemiyete ben neden gireyim ki, beni kabul ediyorsa o kadar da iyi değildir." Bu, buna benziyor. Diyelim ki her şeyini çok beğendiğin bir adam. Ama aynı zamanda her kadın da çok beğeniyor. Bunu da biliyorsun. ve bu adam tam olarak sana bağlanmıyor. Sen bu adamı daha çok istiyorsun çünkü adam seni kabul etmedi. Esas mesele senin egonun incinmiş olması. Senin özdeğerliliğini ayakta tutmaya çalışman. "Hayır en çok beni sevsin, hayatının aşkı ben olayım." Belki hayatının aşkı o değil bile. Ama sen o olsun istiyorsun. Çok beğenilen, sağda solda herkesle üç-beş romantik an yaşayan adamlardan bahsediyoruz. Bu çok cazip bir şey. Kaçan kovalanır çünkü.
VARDI DA BİZ Mİ SEÇMEDİK!
? Evet. ve erkeklerin gözü doymaz genelde...
Polyamory diye bir kavram var, 'çokaşklılık'. Ben bu kitabı yazarken çok fazla kadınla konuştum, forumlarda dolaştım... Türkiye'de genel olarak olay şu: Adamlar diyor ki: "Ben tekeşli ilişki istemiyorum, bağlanmak istemiyorum." Türk erkeği bu konuda çok haklı. Çünkü Türk kadını gerçekten çok güzel ve Türk erkeğine çok fazla! Sadece güzel de değil. Çok becerikli, temiz, pratik, akıllı... Affedersin ama etrafında bu kadar güzel kadın varken sen tabii polyamor olmak istersin. Bir de kadını düşünelim. Türk erkeği gerçekten çirkin. Sayılıdır bizim ülkemizde güzel erkek. Ortalık göbekli, bakımsız adam dolu. Ne spor yapar, ne dişlerine bakar... ve kadına deniliyor ki: "Sen de medeni ol canım, sen de çokeşli yaşa." Pardon! Vardı da biz mi seçemedik? Sen beni koy Danimarka'ya, bak bakalım ben nasıl polyamor yaşıyorum. Son derece dengesiz bir denklem var. Ayrıca bu erkekler becerikli mi? Hayır. Peki evde sana yardımcı mı oluyor? Hayır. Bu adamlar iyi babalar mı? Hayır. Yani tamamen yokluktan yaşıyoruz biz bu durumu. Türk kadını tamamen yokluktan aşık oluyor. Karşına doğru düzgün bir adam çıkma ihtimali yüzde değil, binde 1 maalesef...
ATALARIMIZ BİZON AVLIYORDU, ŞİMDİKİLER KADIN AVLIYOR!
Bazı erkekler "Bizim içgüdümüz var, biz zaten avcıyız, evde oturup bir kadınla yapamayız" diyorlar. Ama atalarımızın avcı erkekleri kadın avlamıyordu. Onlar gidip bizon avlıyordu. Erkekliğin getirdiği başka hiçbir ilkel güdüyü kullanamıyor, bir tek kadın peşinde koşuyor. Kadınsa cayır cayır çocuk doğuruyor. Emziriyor, büyütüyor. Yani en ilkel dürtüsünü yapıyor. Onun üzerine mastır yapıyor, onun üstüne çalışıyor ve eve gelip bir de ailesine bakıyor.
Erkekler gerçekten güvenilmez ve şu an toplumda var olan her türlü boşluğu, örneğin sosyal medyayla oluşturulmuş imkanları sadece kendine yontan bir cinsiyet. Elbette bu işin psikolojisine bakmak önemli. "Kim çocukluğunda ne yaşadı, hangi rol modelleri vardı, tüm bunların nedeni ne" vs. Ben psikoloji yüksek lisansı yapmaya başladım romanla beraber. Anlamaya, daha önyargısız değerlendirmeye çalışıyorum. Ama maalesef hiçbiri erkeklerin davranışlarını kurtarmıyor. Şımarmışlar, mesele bu.
AŞK ACISININ İLACI, HER YERDEN ENGELLEMEK
Bahsettiğimiz türden adamların arkasından çektiğimiz aşk acısı nasıl atlatılır?
Kalan şey aşk acısı da değil aslında. Değersizlik duygusu. Başka kadını benden daha çok beğendi, daha çok sevdi. Bence daha gençlik yıllarından başlayacağımız meditasyonla atlatılır. Diyojen der ki: "Sen beni aşağılayabilirsin ama ben aşağılanmam." Yani şunu diyeceksin: "Onun gitmesi, benim daha değersiz olduğum, daha az sevilesi biri olduğum anlamına gelmiyor. Onun korkunç biri olduğu anlamına da gelmiyor. Beni sevmiyor. Bu kadar. Ama ben değersiz değilim." Mesela "O kaybeder" de doğru değil. O kaybetmez, niye kaybetsin, çok seçeneği var.
Bu çok güzel ama uzun vadeli bir öneri. Kısa vadeli bir öneriniz var mı?
Bu işlerin içine artık sosyal medya girdi. Şimdi Instagram var, Twitter var. Hepsinden engellemek gerekiyor. Bunu, artık bir beklentinin kalmaması için yapmak lazım. Eğer Instagram'da arkadaş kalmaya devam ediyorsan, adam senin bir fotoğrafını beğenecek mi diye bekliyorsun. Telefonundan engellemediysen arar mı diye bekliyorsun. Beklentiyi tamamen kesmelisin.
Sosyal medya zaten aşıkları birer dedektife dönüştürdü artık... Siz de kitapta "Ruh hastası bir çağda yaşıyoruz" diyorsunuz...
İşin çivisi çıktı. Instagram'dan bir adam bir kadının 15 fotoğrafına arka arkaya kalp bastı mı diyor ki: "Ben buradayım, seni beğeniyorum. Bana baksana." Bu benim çok komiğime gidiyor. Sonra hikayelere geçiliyor. Hikayelere kalpli gözler, alevler... Kız bir gün bir kafeden fotoğraf koyuyor, "Ben de oraya çok giderim, bir gün buluşsa mıydık" diyor. Sonra yatak, sonra İstiklal Marşı ve kapanış! Ondan sonra yeni biri...