Haberler

    Ulaş Tuna Astepe "Kendimi Şanslı Hissediyorum"

    Güncelleme:
    Abone Ol

    Yıllardır ekranlarda gördüğümüz birçok başarılı işe imza atan ve şu anda devam etmekte olan TRT 1'de yayınlanan Barbaroslar: Akdeniz'in Kılıcı dizisinin başrollerinden Ulaş Tuna Astepe, BeMan'in Şubat sayısına hayatıyla ilgili konuştu. İşte detaylar…

    Oyunculuğun onun için bir tutku olduğunu her tavrıyla hissettiren Astepe, Barbaroslar Akdeniz'in Kılıcı'nda hayat verdiği Hızır Reis karakteri hakkında "Tarihi bir kahramanı canlandırmanın harika tarafı elinizde çok fazla kaynak olması. Zor tarafıysa, onun gerçekten aklından geçenlerle ilgili hiçbir şeyin bulunmaması." sözlerini söyleyerek şanslı hissettiğini belirtti. Geriye dönüp baktığındaysa oyunculuğun ona kattığı en özel şeyleri şöyle ifade etti; "Hayatta ya biri olursunuz ya da oyuncu olursunuz. Ben de oyuncu olmayı seçenlerdenim." Ayrıca sosyal medyayla arasına hep bir sınır koyan yakışıklı oyuncu sosyal medyada ödün vermeden var olabilmenin çok zor olduğunu düşünüyor.

    Astepe, "Kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi başkalarına da yapma, bunu insan ve dünya ile olan ilişkimde gerçek kılmaya çalışıyorum."

    Yolculuğun Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde başlıyor. Bize biraz o yıllardan bahseder misin? Mimar Sinan'ın genelde daha kapalı ve de katı bir ekol olduğu söylenir. Sen nasıl değerlendirirsin?

    Okuduğum okulun ana sahnesi, Carl Ebert adında Alman bir tiyatro sanatçısının adını taşıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında özel bir davetle Türkiye'ye gelerek burada konservatuvarın alt yapısını kuran Yahudi bir Alman. Benim okuduğum yıllarda ise bölüm başkanı olarak Brecht ve onun epik tiyatrosu ekolünden gelen Zeliha Berksoy konservatuar eğitiminin ana hatlarını çizmişti. Konservatuvar, adı üstünde, konservatif bir eğitim sunar. Biz bir İngiliz genci gibi Shakespeare'i lisede okumadığımız için sıkı, kapalı, disiplinli ve konsantre bir eğitim gördük. Bu süreçte dizilerde oynamamıza müsaade edilmezdi. Elbette ki yanlışları da olan bir sistem. Korumacılığın hem doğru hem yanlış tarafları var. En güzel cevap konservatif bir eğitim alıp progresif olmaktır belki de.

    Oyunculuk konusunda çok güçlü bir akademik eğitimin var. Konservatuvar için hayatındaki en büyük katkı olduğunu mu düşünüyorsun?

    Konservatuvar yılları hayatımdaki en bereketli zamanlardan biriydi. Üzerinde kostüm, ağzında diksiyon çubuğu, elinde tekst, gitar, baston, şapka ve yüreğinde tiyatroyla koridorlarda taklalar atan, replikler okuyan, düşünen, çalışan bir grup genç ve ayrı dünyaların insanları olan harika öğretim görevlileri. Bir de oyunculuk eğitiminin verdiği zihin açıklığıyla gençliğin verdiği sokak merakı birleşince hayat bir panayıra dönüştü benim için. Klasik metinleri anlamaya çalışırken, pazardaki limoncuya da bakmayı, görmeyi öğrendiğimiz yıllar. Okumaya, araştırmaya teşvik eden hocalarımızla, sokağa çıkın, insanlara bakın, hayatı yaşayın ve birbirinizi sevin diyen ustalar.

    Eğitimin sonrasında yavaş yavaş setlerde görev almaya başlamışsın. Hatta setteki ilk görevinin bir film projesinde kostüm asistanlığı olduğunu okuduk. Kamera arkasında çalışmanın, bu dünyanın disiplinini öğrenmen ve de oyunculuğun açısından ne gibi artıları oldu?

    Aslında eğitimim sonrası değil, lisenin son yılında çalıştım kamera arkasında. Beni konservatuvar sınavına hazırlayacak birine ihtiyacım vardı, İstanbul'a sonradan gelip burada parasız yatılı okuyan bir gençtim ve kendi çevremde bu insanlara ulaşamıyordum. Bir aile dostumuz vasıtasıyla kostüm asistanlığı yapmaya başladım. Bir yandan harçlığımı çıkarıyor, diğer yandan da beni hazırlayacak, aynı açıdan baktığımız gibi bana farklı pencereler de aralayacak bir usta arıyordum. Bu süreçte set arkasında çalışmak, ekip arkadaşlarıma karşı geliştirdiğim empatiyi besledi ve bana, onlara saygı duymayı öğretti. Sette bir oyuncunun düşeceği tuzaklardan biri kendini çok beğenmek, önemsemek yani kibirdir. Ben bu tuzağa düşmemeye çalışıyorum.

    Tiyatro sahnesinde ve kısa filmlerde rol almaya başladığın dönemde ilk kez bir dizi projesinde izledik seni. Yayınlandığı döneme damga vuran bir dizi Karadayı'da Orhan Kara karakterine hayat verdin. Bu ilk dizi projesinin sendeki izlenimleri neler?

    Okul yıllarında dizilerle aramızda hep bir mesafe vardı. Tiyatro metinlerinin o harikuladeliğini televizyonda bulmak imkansızdı. Okuldan ayrıldıktan sonra bir süre daha tiyatroda ısrarcı oldum. Ama Karadayı'nın senaryosu, yönetmeni, oyuncuları, yapımcısı, mükemmel bir "ansambl"dı. ve kendimi onun bir parçası olarak buldum. İnsan kıymetini sonradan anlıyor bazı şeylerin. Karadayı, dramamızın güzel örneklerinden biriydi. İlk işim olması benim için bir şanstı.

    Birçok başarılı dizi, tiyatro oyunu ve filme imza atan bir oyuncu oldun ama özellikle de başrolüne hayat verdiğin Sen Anlat Karadeniz dizisi çok büyük kitlelere ulaşarak yıllar sonra bile hatırlanacak bir iş oldu. Senaryoyu ilk okuduğunda bu kadar iyi bir iş çıkaracağınızı tahmin edebilmiş miydin?

    Harika diyalogları sayesinde karakterlerin iyi yaratıldığı, bir konsepti ve vicdanı olan bir diziydi Sen Anlat Karadeniz. Erkek egemen şiddetin anlatıldığı bir hikayenin bu denli büyük bir ilgi görmesinin kesinlikle durup düşünmemiz gereken de bir tarafı var. Biz her lafı, her sahneyi konunun hassasiyetine ve katmanlarına saygı duyarak, üzerine titreyerek çektik. İyi yazıldığını görebiliyordum, yoksa yaşadığım şehri bırakıp peşinden gitmezdim. Ama televizyon tarihimizdeki en yüksek reyting ortalamasına ulaşmasını elbette beklemiyordum.

    Şimdi ise yepyeni bir proje ile karşımızdasın. TRT 1'de yayınlanan Barbaroslar: Akdeniz'in Kılıcı. Daha önce seni hiç böyle bir karakterde izlememiştik. Bir tarihi figürü canlandırmanın ne gibi dinamikleri var senin için?

    Barbaroslar'da meşhur Kaptan-ı Derya'mız Barbaros Hayrettin'in şöhretini yeni yeni kazanmaya başladığı, henüz Hızır olduğu zamanı oynuyorum. Hızır, bir gün denizlerin hakimi olmaya hazırlanırken, ben de bu yolculuğunda ona eşlik ediyorum. Tarihi bir kahramanı canlandırmanın harika tarafı elinizde çok fazla kaynak olması. Zor tarafıysa, onun gerçekten aklından geçenlerle ilgili hiçbir şeyin bulunmaması. Çünkü tarih, iktidarların gölgesinden kaçamıyor. Ben ise onun bir zamanlar kardeşleriyle ufka bakıp kurduğu hayalleri merak ediyorum. Dünya denizcilerinin önünde saygıyla eğildiği bir insan, gerçek bir kahraman Barbaros Hayrettin. Benimse artık en yakınımdakilerden biri, bir arkadaş bana. Bu yüzden şanslı hissediyorum.

    İçinde yer aldığın projelere baktığımızda seni sürekli değişen ve yeniliğe çok açık bir yapıda olduğunu görüyoruz. Belki klişe bir soru olacak ama bir projeye "evet" demeden önce en çok hangi faktörlere dikkat edersin? ve de hem mesleki açıdan hayatında olan insanların hem de yakın arkadaşlarının yorumlarını alır mısın? Yoksa tamamen tek başına mı gün sonunda karar verirsin?

    Sinema ve tiyatroda, metinle ilk karşılaşmamda az çok bir karar vermiş oluyorum aslında. Ama televizyon için durum biraz daha karışık. Başınıza ne geleceğini bilmediğiniz uzun bir yolculuk televizyon. Senarist, yönetmen hatta yapımcı bile değişebiliyor. Elbette her şey, metni ilk okuyup bitirdiğiniz andaki heyecanla başlıyor. Ama sonrasında menajerimle, ailemle ve fikrine güvendiğim dostlarımla uzun bir karar süreci başlıyor. Tek bir rolün insanı olmak benim harcım değil. Hayatın her alanında ilgimi çeken şey, her zaman çeşitlik.

    Televizyon ve sinemanın yerini yavaş yavaş dijital platformlara taşıyor olması hakkında ne düşünüyorsun?

    Bence yerini almıyor, kendine yeni bir alan yaratıyor. Hikaye anlatmanın kendine yeni yollar bulması heyecan verici. Bir fikir, bir anlatı da tıpkı bir canlı gibi hayatta kalmak istiyorsa çeşitlilik göstermeli, çoğalmalı. Yarış gibi görünen bu çeşitliliğin kazananı nihayetinde hikaye anlatıcılığı.

    İlerleyen zamanlarda mutlaka şöyle bir karaktere hayat vermek istiyorum dediğin bir rol var mı kafanda?

    İyi bir yazarın kaleminden çıkmış her karakter heyecanlandırır oyuncuyu.

    Sen konservatuvar mezunu bir oyuncusun. Güçlü bir oyuncunun mutlaka iyi bir eğitimle olabileceğini düşünenlerden misin?

    Her işi iyi yapabilmek için okumak, düşünmek, uygulamak, uzun mesailer harcamak elzem elbet. Oyunculuk için durum farklı değil, oyuncu insan bir enstrümanist nihayetinde. Konservatuvar, enstrümanınızı tanımanıza, farklı yöntemleri, farklı düşünen hocalardan öğrenmenizi sağlıyor. Bir insan oyuncu olmak istiyorsa tabii ki inşaat okumasın, oyunculuk okusun ya da bir ustası olsun. Bu soru senelerdir neden dolaşıyor bilmem. Fakat iyi bir oyuncu olmak için zeki olmanıza da gerek yok, iyi bir iç kavrayış, güçlü bir empati ve rezil olmayı göze alabilmek sizi oyuncu yapmaya yetebilir.

    Geriye dönüp baktığında oyunculuğun sana kattığı en özel şey ne sence?

    Hayatta ya biri olursunuz ya da oyuncu olursunuz. Ben de oyuncu olmayı seçenlerdenim. Üstelik drama hayatın rafine bir hali. ve belki de ondan daha güzel. Hayatla arama bir mesafe koyup insanın arka bahçelerini görmemi sağlıyor. Sosyal medyadan çok uzak bir oyuncu olarak görüyoruz seni. Ama bir yandan da bu kadar uzak olmana rağmen takipçi sayın çok fazla.

    Sosyal medyaya olan yaklaşımın nedir? Meslek gereği de olsa "galiba bir şeyler yapmalıyım, aktif olmalıyım" dediğin anlar oluyor mu? Sosyal medya galiba bir oyuncuya en çok ödün verdiren alanların başında olsa gerek.

    Sosyal medyada ödün vermeden var olabilmek çok güç. Profesyonelce de yaklaşamıyorum, oradan para kazanmadığım için saflıkla da suçlanıyorum. Bir sosyal sorumlu alan olarak kullanmanın samimi bir yolunu da bulamadım. İlgi duyduğum, desteklediğim, sevdiğim şeyleri paylaşabilirim elbette. Orada beni takip eden insanlara karşı kendimi sorumlu hissettiğim kesin. Umarım sağlıklı ilişki kurmanın bir yolunu bulabilirim.

    Son olarak hayat motton ile bitirelim mi?

    Hayatın nasıl olduğu değil, kimlerle olduğu önemli derdimdi eskiden; bu hala geçerli, şimdilerde, kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi başkalarına da yapma, bunu insan ve dünya ile olan ilişkimde gerçek kılmaya çalışıyorum.

    Beman Magazıne

    Şubat 2022

    Ulaş Tuna Astepe kimdir?

    5 Mayıs 1988 tarihinde İzmit'te dünyaya geldi. İlk ve ortaöğrenimini İzmit'te tamamladıktan sonra İstanbul Lisesi'nde yatılı olarak okudu. Yükseköğrenimini Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümünde yaptı. 2008 yılında Osmanlı Cumhuriyeti filminde kostüm asistanlığı yapan Astepe, ardından tiyatro ve televizyon projelerinde yer almaya başladı. 'Karadayı' dizisinde 'Orhan', 'Analar ve Anneler' dizisinde 'Mustafa', 'Rüya' adlı dizide 'Alaz', 'Sen Anlat Karadeniz'de de 'Tahir' karakterini canlandırdı. Şimdilerde TRT1'de "Barboroslar Akdeniz'in Kılıcı" dizisinde oynamaktadır. Emre Yeksan'ın yönettiği 'Körfez' filminde 'Selim' karakterini canlandıran Astepe, ayrıca 'Üniversiteli', 'Zayiat', 'Meşakkat ve Karısı' ile 'Balık Havuzu' adlı kısa filmlerde de yer almıştır.

    Kaynak: Snob Magazin / Magazin

    Akdeniz Magazin Haberler

    Bakmadan Geçme

    1000
    Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
    title