'Yedi Dünya, Bir Gezegen' ve duygular şelale
İnsan doğal yaşamla ilgili bir belgesel izlerken üç kere ağlar, iki kere yerinden kalkar mı? Anlatsalar inanmazdım ama başıma geldi.
İnsan doğal yaşamla ilgili bir belgesel izlerken üç kere ağlar, iki kere yerinden kalkar mı? Anlatsalar inanmazdım ama başıma geldi. 'Yedi Dünya, Bir Gezegen' belgeselinin ilk dakikalarında bir buzulun üstünde doğum yapan foku izliyoruz. Sonra da dondurucu soğuktan kurtulmak için buzun altındaki suya sığınarak hayatta kalmakla buzun üstünde yavrusunu korurken ölmek arasında seçim yapmak zorunda kalışını. Çünkü yavrunun yüzebilmesi için 10 gün geçmesi gerek ama daha doğalı üç gün olmuş ve korkunç bir buz fırtınası var. Çare yok, koca fok suyun içine akıyor. Bir süre güç topladıktan sonra buzdan kafayı çıkarıp yavrusuna seslenirken siz de ağlıyorsunuz. Henüz uçamayan yavrularına yiyecek bulmak için onları yuvada bırakıp giden ama döndüklerinde yuvayı boş bulan albatrosları izlerken de gözleriniz doluyor. Yuva boş çünkü değişen iklim koşulları artık öyle rüzgarlar estiriyor ki yavrular yuvalardan buz gibi çamurlu sulara düşüp titreye titreye ölüyor. Eskiden çok daha büyük alanlarda rahatça yayılan su samurları, eriyen buzullar nedeniyle yükselen suların kapladığı ve küçücük kalan kara parçalarında üst üste olmamak için 80 metre yüksekliğinde tepelere tırmanıyorlar mesela; o tepelerde eskiden buzullarda koşturan ama artık yaşam alanları çok kısıtlanan kutup ayıları da var yalnız. Bu karşılaşmanın sonuçlarını izlerken içi kavruluyor insanın. Sonsuz bir çeşitlilik
Peki bir 'acıların belgeseli' mi bu? Elbette değil. Antarktika'da buzun altında göz alabildiğine yayılmış, pembenin her tonundaki denizyıldızlarının üzerinde zıp zıp zıplayan uzun bacaklı sarı deniz örümceği veya dişiler kendilerini daha iyi görsün diye en yüksek tepeyi ele geçirmek için mücadele eden iki adet rengarenk pul payet kaplı erkek sürüngen, doğal yaşamın sonsuz çeşitliliği konusunda insanın aklını başından alıyor. Yaşadığımız dünyayı kimlerle paylaştığımızı, onlara neler ettiğimizi gözler önüne seren ama hala elimizden gelen şeyler olduğunu gösterip, çözüm de öneren bir belgesel 'Yedi Dünya, Bir Gezegen' (Seven Worlds, One Planet). Övgünün sonu yok, biraz ara verip bilgi kısmına geçelim: Milyonlarca yıl önce yeryüzü kabuğunun inanılmaz güçler tarafından parçalanmasıyla ortaya çıkan yedi kıtayı ve bu kıtalara has hayvanların yaşantısını anlatan ve yedi bölümden oluşan belgesel dizi Sir David Attenborough'nun sunumu ve Hans Zimmer'in müzikleri eşliğinde, her bölümde farklı bir kıtayı ele alıyor (Antarktika, Asya, Güney Amerika, Avustralya, Avrupa, Kuzey Amerika ve Afrika).
İstanbul'da düzenlenen galaya katılan yapımcı Fredi Devas yapılan çalışmayı şöyle anlattı: "Bu belgesel 41 ülkede ve 92 ayrı bölgede çekildi. 1500'den fazla kişiden oluşan uluslararası bir ekip tarafından hazırlandı. Çekimi dört yıl, yani 1.794 gün süren bu yapım için biyolojik çeşitlilik konusunda şimdiye kadar üretilen en büyük seri diyebilirim. Belgesel, renkli yaratıklardan ve nefes kesen manzaralardan çok daha fazlasını, güçlü bir mesajı da içeriyor. Bu mesajı verebilmek için pek çok zorlukla karşılaştık. Antartika'da dokuz metre buzul deldik ve uzman dalgıçlar suya dalar gibi buzulun içerisine daldılar. Bu açıdan teknik dalış oldukça zorlayıcıydı. Dalgıçlar 40 dakika boyunca halatsız ve buzullardan dolayı sinyal alamadıkları için GPS'siz yüzmek zorunda kaldılar. Çıkışı nereden geldiklerini hatırlayarak bulmak zorunda kaldılar, bu da oldukça ürkütücüydü." Aslan payı kameramanların
Tabii Devas'a bir belgeselin nasıl bu kadar etkileyici olabildiği, insanı nasıl böyle duygudan duyguya sürükleyebildiği de soruldu. Bunca emeğin ve bunca titizliğin yanı sıra işin sırrı teknolojide sevgili okur. Bir sırt çantasında dünyanın her yerine kolayca taşınabilen drone, hiç ses çıkarmadan hayvanların burnunun dibine kadar yanaşıyor, onları hiç tedirgin etmeden en doğal görüntülerini yakalayabiliyor. Siz de mesela soğuktan korunmak için birbirlerine sarılıp yumak olmuş maymun ailesi uykuya devam ederken drone'u fark eden en minik aile üyesinin meraklı gözlerini izlemeye doyamıyorsunuz. Fakat elbette aslan payı yine ve hala kameramanlarda. Bölümlerin sonuna eklenen çekimlerin perde arkası görüntüleri gösteriyor ki Antarktika'da o drone'u kullanabilmek için ekip 10 gün süreyle korkunç dalgalarla boğuşarak çekim bölgesine ulaşmış. Kameramanlardan birinin tuvalete yapışmış, öğürürken görüntüleri bile var; günlerce bu haldeymiş. Aynı kameraman, karaya ayak bastıktan sonra her şeyi nasıl unuttuğunu ve bunun nasıl hayatta bir kez yaşanabilecek bir deneyim olduğunu anlatıyor ve o güzelim hayvanların neslinin hızla tükenmekte olduğundan bahsederken kendini tutamayıp ağlamaya başlıyor. Her biri dört ton ağırlığındaki iki denizfilinin kapışmasını savaş alanının hemen yanında izleyen kameramanların cesaretine şapka çıkarmamak mümkün değil. Fazla övdüm, farkındayım ama gerçekten çok etkilendim. Keşke herkes çocuklarına da izletebilse...