Zeynel Lüle... Gazetecilikten müzisyenliğe... Sandıkta beklettiğim bestelerimi çıkarma vakti
30 küsur yıldır gazetecilik yapan biri için müzik vesilesiyle röportaj vermek nasıl bir his?Benimle yapılan röportajlarda veya televizyon programlarında gündem veya benim ilgi alanım olan Avrupa Birliği hakkında konuşuyor, insanı kasan şeyler anlatıyorum ama müzik konusu bambaşka.
30 küsur yıldır gazetecilik yapan biri için müzik vesilesiyle röportaj vermek nasıl bir his?
Benimle yapılan röportajlarda veya televizyon programlarında gündem veya benim ilgi alanım olan Avrupa Birliği hakkında konuşuyor, insanı kasan şeyler anlatıyorum ama müzik konusu bambaşka. O yüzden şu an şarkılarım vesilesiyle bir araya gelmiş olmamız bana kendimi çok iyi hissettiriyor. Hani sıkılırsın, bir pencere açarsın, dışarıdan bir hava gelir, "Ohh" dersin ya... Öyle bir his...
Gündemi değerlendirdiğiniz programların yanında şimdi bir de şarkılarınız, klipleriniz var...
Evet, sonunda... Gazetecilik yapmaya başlamadan önce bir müzisyen kimliğim vardı. Zaten tamamen bir tesadüf sonucu gazeteci oldum.
Hürriyet ağır bastı, okulu bıraktım
Nasıl bir tesadüf?
Ankara Siyasal'ı bitirdikten sonra, 1980 yılında Fransa'ya müzikoloji okumaya gittim. Strasbourg'da okuyordum ama para kazanmak için Paris'e gidip bir piyano barda çalıyor, sonra Strazburg'a dönüyordum. Catherine Deneuve gibi ünlü isimlerin müdavimi olduğu bir bardı. Hatta 1982'de Hürriyet'e 'Ünlülerin barında Türk piyanist' diye haber oldum. Bir gün orada dönemin Hürriyet Paris temsilcisi Selçuk Perin'le tanıştım. "Ara sırada bize Strazburg'dan haber atar mısın" diye sordu.
Böylece gazeteciliğe adım attınız...
Evet, 80 sonrası, darbe olmuş; Avrupa'da sürekli, "Türkiye demokrasiye dönecek mi dönmeyecek mi" diye konuşuluyor ve ben Avrupa Konseyi'nin merkezindeyim! Yazdığım her şey Hürriyet'te haber olmaya başladı. Üç sene sözleşmeli çalıştım, sonra kadroya geçtim.
Müzik eğitimi ne oldu?
Üçüncü seneden sonra bıraktım çünkü Hürriyet daha ağır bastı.
Sizin döneminiz öyle bir dönem ki gazetenin hem Strasbourg hem Paris temsilcisi var.
O dönemki Türk basınının bugünküyle ilgisi yok. Gazetelerin pek çok yerde temsilcisi vardı, hele Hürriyet'in köylerde bile bir muhabiri vardı.
Sizin çalışma yönteminizle yabancı bir gazetecininki arasında nasıl farklar vardı?
Biz habere, 'Türkiye'ye dokunuyor mu' diye yaklaşıyorduk. Bir tren kazası olduğunda bile haberi, "Acaba trende Türk var mıydı" diye bakarak yapardık. Ama yabancı gazeteciler Antarktika'yı da, Hollanda'yı da yazıyordu. Bir de biz geç saatlere kadar bir raporun görüşülmesini dinlerdik ama onlar için sosyal güvenlik konuları çok önemliydi, "O saate kadar çalışmam" diyorlardı.
Türkiye, Avrupa'da olan bitenle ne kadar ilgili peki?
80, 90 ve 2000'li yıllarda giderek artan bir ilgi vardı. Süreç sancılı da olsa AB üyesi olacağını düşündüğümüz dönemler yakındı. Müzakerelerin başlama sürecinde Türk halkı kendini Avrupalı hissetti, sabahlara kadar televizyon başlarında kaldı. Canlı bağlantılar ve 'son dakikalar' yaptık, çok heyecan vericiydi. Gümrük Birliği kararından sonra insanlar burada havai fişekler attı, düşünün. 2011-2014 arasında Kanal D'de Serdar Cebe'yle 'Avrupa'dan' programını yapmıştık. Ama artık böyle programlar yapılmıyor, basın kuruluşları bunu lüks görüyor. Televizyon kanalları diziler ve yemek programlarıyla doldu. Toplumun ilgisi de düştü.
Bugün nasıl bakıyorsunuz Türkiye-AB ilişkilerine?
- İki taraf da üzerine düşeni yapmadı. Türkiye'yi daha fazla suçluyorum. AB, "Vatandaşına işkence etme" diyor, sen etmeye devam edersen haliyle raporlar da kötü çıkıyor ve başlıklar açılmıyor.
Özlüyor musunuz temsilcilik günlerinizi?
Gazeteciliği tamamen bırakamam, sonuçta 30 yıldan fazla bir zamandır benim parçam oldu. Şimdi YouTube'da BabıaliTV kanalında dünyadaki gelişmeleri konuşuyoruz. Bildiklerimi anlatmak istiyorum. AB ve Türkiye ilişkisi üzerine 'Bir Aşk ve Nefret Hikayesi: Hani biz evlenecektik?' adında bir kitap da yazdım, yeni yıla doğru yayımlanacak. Ama temsilcilik günlerini özlemiyorum çünkü o heyecan bitti. Ancak, "Türkiye seneye AB üyesi olacak" deseler, heyecanlanırım sanırım. Benim için temsilcilik defteri kapandı.
Yavuz Bingöl söylemişti
Ve müzik defteri açıldı...
Evet, ilk bestelerimi 16-17 yaşlarında yapmış, sonra Ankara'da, Fransa'ya gitmeden önce de piyanist-şantör olarak çalışmıştım. Sonra, başta dediğim gibi araya gazetecilik girdi. Artık uzun zamandır sandıkta beklettiğim bestelerimi çıkarma vakti... Bu bestelerin bazılarını Yavuz Bingöl söylemişti. Ama şimdi ben, gazetecilik gibi bir aktivitenin dışında kalınca arkadaşlarımla birlikteyken söylediğim şarkıları artık stüdyoda söylemeye karar verdim. 19 Temmuz'da 'Yalnız Şarkı'yı çıkarmıştım, geçen hafta 'Özleyiş' adlı şarkımı yine YouTube'da yayımladık. Yakın zamanda Spotify'da da olacak.
Biraz misyoner olmuştum
"Bir kere Türkiye'yi kınayan bir tasarı tesadüfen benim tarafımdan engellendi. Pınarbaşı'nda çok kişinin öldüğü bir olay oldu. Askerin yaptığı söyleniyordu. Türkiye'yi kınama tasarısı görüşülecek, Avrupa Parlamentosu'nun kapısında bir grup gösteri yapıyor. Büyükelçiyi aradığımda, tasarıyı yumuşatmaya çalışıyordu. O arada İçişleri Bakanlığı, olayın kaza olduğuna dair bir açıklama yapmış ama bu açıklamayı Dışişleri Bakanlığı'na yollamamış. Bir şekilde tasarıyı sunan parlamenterlere ulaştık ama 15 dakika gecikseydik o tasarı çıkmış olacaktı. Ben hep Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle bütünleşmesini istedim. O nedenle biraz misyoner olmuştum. O parlamenterlerin haber kaynağıydım, her şeyi bana soruyorlardı çünkü her zaman gözlerinin önünde bir Türk yoktu."
Temsilcilik günlerinden (1997)...