Şamil Tayyar: Gezi Olayları Bir Darbe Girişimidir
AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar Samsun'da yaptığı konuşmada, gezi parkı olaylarının bir darbe girişimi olduğunu söyledi.
AK Parti Gaziantep Milletvekili ve Siyasi ve Hukuk İşleri Başkan Yardımcısı Şamil Tayyar, gezi parkı olaylarının bir darbe girişimi olduğunu söyledi.
AK Parti Siyasi ve Hukuk İşler Başkanlığı Samsun'daki AK Parti Samsun İl Başkanlığında düzenlenen 12. Bölge Toplantısında konuşan AK Parti Gaziantep Milletvekili ve Siyasi ve Hukuk İşleri Başkan Yardımcısı Şamil Tayyar, "Darbeler ve Demokrasi" hakkında katılımcıları bilgilendirdi.
GEZİ OLAYLARI BİR DARBE GİRİŞİMİDİR
Gezi olaylarının bir darbe girişimi olduğunu belirten AK Parti Gaziantep Milletvekili ve Siyasi ve Hukuk İşleri Başkan Yardımcısı Şamil Tayyar, "Gezi olayları 13 ağacığın taksim gezi parkından bir başka alana nakli üzerinden başlayan ve Türkiye'yi saran bir karmaşık olaylar zinciridir. Benim tespitime göre gezi olayları bir darbe girişimidir. Eğer Türkiye'ye şuana kadar 4 ayrı darbe hadisesinin meydana geldiğini dikkate alırsak aslında çok ciddi ve kapsamlı uluslararası bağlantısı olan bir beşinci büyük darbe girişiminden söz etmek mümkündür. Türkiye bu hale nasıl geldi? 26 ve 27 Mayıs ayında Taksim parkında belli kesimlerin yavaş yavaş toplanmaya başladığını gördük. Bazen kendi arkadaşlarımızdan birçok yerde bu toplanmanın ağaç sevgisinden, çevre sevgisinden böyle masum duygularla bir araya geldiğini ve sonrasında biraz yoldan çıktığını hep söylerler ama ben o konuda da farklı ve ayrı düşünenlerden birisiyim.
"MASUMHANE BİR TOPLANIŞ DEĞİLDİ"
Ben o toplanmanın da çok masumane taleplerden kaynaklandığını düşünenlerden birisi değilim. 31 Mayıs tarihinde o çadırların yakılmasıyla beraber hadiseler büyümeye başladı. Yaklaşık 19 gün Taksim merkezde olmak üzere Türkiye'nin her yerini yangın yerine çevirmeye başladılar. Bu sadece o 3 - 5 gencin ağaç vesilesi ile bir araya geldiği toplanma olmadığını söyledim. Hazırlıkları çok önce eskilere dayanan çok ciddi bir organizasyondur. Bunun içersinde Türkiye'de hem derin devletin hem de bir takım uluslararası bağlantıları söylemek mümkündür.
"BABAKANLIĞIN ANAHTARINI İSTEDİLER"
Medyanın, finans çevrelerinin ve bunun gibi toplumun üzerinde bir nüfus kullanan her kesimi sürece bir şekilde müdahil olduğu bir dönemi yaşadık. Fakat burada hem kendi açımızdan, hem devlet açısından hem sürece farklı sahiplerle katılanlar bakımından olayların çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. 19 Haziran ayına kadar eylemlerin şiddetli bir şekilde devam ettiğini söylüyor. Bu arada onlar Taksim Dayanışma Platformu adı altında bir araya geldikleri o örgütten bir açıklama yaptılar. 'Eğer siz bu eylemlerin durmasını istiyorsanız şartları yerine getireceksiniz' dediler. Şartları da 'üçüncü boğaz köprüsünden vazgeçeceksiniz. Çılgın projeden vazgeçeceksiniz' diye sıralama devam ediyor. Şartlarında bir şey eksikti. O da 'Ey Başbakan şu çalıştığın başbakanlığın anahtarını da bize versen de bizde rahat rahat çalışsak iyi olurdu' demedikleri kaldı. Aslında isin özeti bir yerde de buydu. Başbakanlığın anahtarını istediler" dedi.
ÇADIRLARI POLİS DEĞİL 7 İŞÇİ YAKTI
Gezi olaylarındaki çadırları polislerin yakmadığının altını çizen Tayyar, "İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Özbay, düzenlediği basın toplantısında 'bu hükümet biran önce istifa etmeli, parlamento kendisini feshetmeli. Biz arkasından CHP ve MHP ile birlikte İşçi Partisinin de dahil olduğu bir koalisyon kuralım' dedi. İşçi Partisi mecliste yok hatta milletvekili bile yok. Onların amaçları CHP ve MHP'nin de yer aldı bir ara rejim hükümeti kurmaktı ve parlamentonun fesh edilmesiydi. Bütün bunlar bir darbe girişiminin, bir darbe hesabını ve bir darbe tezgahını en iyi tanımlayan hadiseler zinciridir. Ama üzülerek gördük ki, bizler ve devlet bu süreci okumakta ve anlamakta bir miktar zorlandık. Çünkü sonraki gelişmeler bizi de çok şaşırtacak hadiselere gebeydi.
"BAKAN HALE POLİSİN YAKTIĞNI SANIYOR"
Biz daha düne kadar o çadır yakma eylemini yani hadiseleri alevlendiren ve Türkiye'ye yayan onların da kendilerine en ciddi dayanak olarak gösterdikleri çadır yakma eyleminin polislerin yaptığını zannettik. Hatta dünkü toplantılarımızda AB Baş müzakerecisi Egemen Bağış bir konuşma yaptı. O konuşmada ben anladım ki bakanımız da halen o çadırların polislerin yaktığını zannediyor. Halen kendi içimizde bile bu meselenin aslını çok fazla bilmiyoruz. Çünkü o çadırları yakan polisler değildi. Ama uzunca bir süre o çadırların polisler tarafından yakıldığı iddiası üzerinden Türkiye'de provokasyonlar yapıldı. Oysa sonradan ortaya çıktı ki, çadırları yakan 7 işçiydi. Bunun 4'ü taşeron işçi, 3'ü de sürekli çalışan sözleşmeli işçi idi. Bu çadırları işçiler yaktıysa biz basit çadır yakma eylemini bile niye 2 ay bekledik. Ama onun üzerinden aylarca provakosyanlar yapıldı" diye konuştu.
AĞIR DARBE İNDİRDİK AMA DERİN DEVLETİ HALEN YOK EDEMEDİK
Derin devleti halen yok edemediklerini belirten Tayyar, "Taksim Dayanışma Platformuna üye bazı kuruluşlar 6. Bölge İdare Mahkemesine başvuruda bulundular. 'burada yürütmeyi durdurun' dediler. Mahkeme 6 Temmuz tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verdi. O mahkemenin yürütmeyi durdurma kararını okuduğumuzda, kararın gerekçesinde daha önce 1. İdare Mahkemesinin yürütmeyi durdurmayı bırakın projeyi iptal ettiğini öğrenmiş olduk. Çünkü o yürütmeyi durdurma kararı 1. İdare Mahkemesinin iptal kararına dayandırıyor. 6 Haziran tarihide İstanbul 1. İdari Mahkemesi eyleme konu olan proje için iptaline karar veriyor, kimsenin bundan haberi yok ve eylemler devam ediyor. Benim aklıma takılan şu, eylemler devam ederken başvuruyu yapan bir kuruluş var. Bu kuruluşa bir sorumluluk düşmez mi. 'Ey vatandaşlar siz eylem yapıyorsunuz ama zaten bu proje ile ilgili mahkemenin verdiği bir karar var.
"YİNE EYLEM YAPARIZ"
Hükümet oturup bir karar verecek. Onun sonucuna göre gerekli ise yine eylem yaparız' denirdi. Sonuçta bu davayı açan bir kurum var. Şikayetçi olunan kurum kendisine ile ilgili açılan davada sonucun ne olduğunu bilmez mi? Bu kurumun avukatları yok mu? Yani Türkiye yangın yerine çevrilmiş ve siz halen onunla ilgili mahkeme kararından haberdar değilsiniz. Belki bu kararı o günlerde kamuoyuna deklare etselerdi bu boyuta gelmeyebilirdi. Bizim o derin devlet dediğimiz yapının ne kadar güçlü ve faal olduğunu gösteriyor. Bugün Cumhuriyet tarihinin en kırılma noktalarından birisi 12 Eylül 2010 referandumudur. AK Partinin de gerçek manada iktidarı başladı. Vesayetçi rejime en ağır darbelerden birisi indirildi. Bizim açımızdan oluşturduğu başka bir olumsuzluk vardı. Bazı yerlerde bununla birlikte devletin sahibi olarak kendini görme alışkanlığının yavaş yavaş bir virüs gibi bünyeye girdiğini gördük.
"BİZİM REHAVETE KPILMA LÜKSÜMÜZ YOK"
Oysa bu aktif fay hattı faaliyetlerine bu şekilde devam ediyorsa, bizim rehavete kapılmaya asla lüksümüz olmadığını düşünüyorum. Ağır bir darbe indirdik ama derin devleti halen yok edemedik. Onun için derin devletin en önemli güç kaynaklarından birisi olan Türk Silahlı Kuvvetlerin demokratik sisteme entegrasyonunu sağlamadan sivil siyaseti evrensel standartlarda tam anlamında özgürleştirmeden bunu yendiğimizi söyleyemeyiz. Aslında derin devlet gerçek manasında kullanılsa çok da kötü bir şey değil" şeklinde konuştu.
DARBE VE İHTİLAL AYNI KAVRAMLAR DEĞİLDİR
Darbe ve ihtilal aynı kavramlar olmadığını ifade eden Tayyar, "Bugün cumhuriyet tarihinde 4 darbe oldu. Bunların hiçbirisi ihtilal değil tamamı darbedir. Çünkü ihtilal aslında bir halk hareketi ve isyanıdır. Bazen kanlı da olsa kısmen meşruiyeti vardır. Ama darbeler tümden anayasal rejimi gayri hukuki yollardan değiştirme girişimidir. Eğer illa ihtilal arayacaksanız Türkiye'de 2 tane ihtilal var. Birinci 1928 Cumhuriyet ihtilali, ikincisi de 3 Kasım 2002'deki Anadolu ihtilalidir".