Başka türlü görmek
Ryan Giggs tarafından Players Tribune internet sitesi için yazılan bu makaleyi , Tifosi Blog ekibi Eurosport Türkiye için çevirmiştir.
Ryan Giggs tarafından
Players Tribune
internet sitesi için yazılan
bu makaleyi
, Tifosi Blog ekibi Eurosport Türkiye için çevirmiştir.
Her şey biraz yavaşlıyor. Oyun zihninizde yavaşlıyor. Daha önce göremediğiniz pasları görebilmeye başlıyorsunuz. Top sizdeyken çok daha sakin oluyorsunuz.
Bazen dönüp kendi gençliğime bakıyorum ve topu bu kadar fazla kaybediyor oluşumu görmekten nefret ediyorum. Tecrübeyle beraber topu tutmayı daha da sevdim; her seferinde o Hollywood pasını denemektense zaman geçirip bekledikten sonra topu savunmadaki bir boşluğun arkasına atmayı veya dikine bir pasla santraforu topla buluşturmayı daha da sevdim.
Oyunculuk kariyerimin son beş veya altı yılı muhtemelen en keyiflileriydi. Daha merkezi bir role geçmeyi çok sevmiştim. Oyunun daha fazla içindeydim, daha fazla seçeneğim vardı, saha benim için daha da genişlemişti.
15 veya 16 yaşında Salford Boys'tayken ortada oynamıştım ama sonrasında pek böyle bir tecrübem olmamıştı. Dolayısıyla Manchester United'da ortada oynamaya başladığımda bu benim için bir sürecin başlangıcıydı. Sahanın ortasında topu almak, sahanın tamamına bakmak; oraya koşan oyuncular, buraya koşan oyuncular...
Ve United'dayken dört bir yanımda enerji vardı. Önümde Wayne Rooney, solumda Ji-Sung Park, ileri geri koşan Patrick Evra, yanımda Michael Carrick...
O anlamda şanslıydım. Ve şanslıolmamın bir diğer sebebi de dripling yapabiliyor olmamdı. Orta sahada oynarken bu, çok değerli bir yetenektir. Paul Gascoigne mesela, topu orta sahada alır ve rakibi geçerdi. Bu benim de donanımımda olan bir şeydi.
Yine de paslarımı geliştirmek zorundaydım. United’da tamamen saha görüşümüzle ilgilenen bir uzmanımız vardı. Onun sayesinde fark ettim ki orta sahada oynadığım zamanlar, pas tercihlerim genellikle sağ kanadaydı. Sağa attığım kadar sola pas atmıyordum. Çevresel görüşüm üzerine çalıştık ve sorunu anladık. İki taraftaki görüş yeteneğim aynı değildi.
Kariyerimin çoğunu sol çizgi üzerinde geçirdiğimden paslarımı genelde sağa atmaya alışıktım. Uzmanımız soluma koşu yapan oyuncuları kaçırdığımı fark edince de bu eksiği kapatmak için uzun süre çalıştık.
Rolüm merkeze doğru kaydıkça hem daha çok geliştim hem de takım arkadaşlarımla daha çok iletişime geçtim, özellikle de Michael Carrick’le. O, arka dörtlüden topu alırdı, ben de ona alan açar ve ileri hareketlenirdim.
Merkezde oynadığım ilk sezonda önümde Chicharito vardı. Topu aldığım anda şöyle düşünürdüm: “Tamam Chicha, topu nereye istersin? Nereye koşacaksın? Sol stoperin mi arkasına sarkacaksın yoksa sağ stoperin mi?”
Topu alır almaz üç aşağı beş yukarı onun nerede olacağını bilirdim. Wayne (Rooney) küçük boşluklarda kendine yer edinirken Ji-Sung Park içeri yaklaşır, Patrice (Evra) de kanatlardan bindirme yapardı. Bu yüzden hücumlarda hiçbir zaman çaresiz kalmazdım.
Aynı satranç gibiydi, sadece doğru hamleyi bulmaya çalışırdım.
Gençken sahada her şey çok hızlı gerçekleşirdi ve taktik adına birçok genç oyuncu gibi donanımsızdım. Deneyimim arttıkça oyunun taktik ögelerine daha çok kafa yormaya başladım. Rakip nasıl pres yapıyor? Biz nasıl bir pres uygulamak istiyoruz? Arkama sarkmak isteyen birine karşı mı oynuyorum? Ben de aynısını ona yapmak istiyor muyum?
" Deneyimim arttıkça oyunun taktik ögelerine daha çok kafa yormaya başladım."
Taktik birikimimin artmasına rağmen Sir Alex Ferguson yerine David Moyes geldiğinde bizi nelerin beklediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Takımla bir senelik kontratım kalmıştı ve o geldiğinde Türkiye’de U-20 Dünya Kupası’nı takip ediyordum. Tam o sıralarda David beni aradı ve takıma oyuncu olarak hizmet etmenin yanı sıra teknik bir görev üstlenip üstlenemeyeceğimi sordu.
Böyle bir durumla karşı karşıya kalmak beni heyecanlandırdı. Aslında bunu yapmak için gerekli vasıflara sahiptim ama tesislere antrenman yapmak değil yaptırmak için gelmek, hiçalışık olduğum bir durum değildi. İkisini de yapabilir miydim? Bir karar vermem gerekliydi.
David’in durumuna iki farklı perspektiften bakabilirdiniz. Bir takımın yeni teknik direktörüyseniz genellikle sizden kötü gidişata son vermeniz, batan gemiyi kurtarmanız beklenir. Lakin o tam tersi bir durumda görevi devralıyordu. O, bir şampiyonu devralıyordu.
Moyes’u zorlayan bir diğer durum ise takımdaki oyuncuların çoğunun kariyerlerinin sonuna yaklaşmalarıydı. Rio Ferdinand, Patrice Evra, Nemanja Vidic, ben… Hepimizin kramponları asma zamanı yaklaşıyordu. Moyes da her teknik direktör gibi takıma kendi imzasını atmak, bir şeyleri değiştirmek istedi.
O sezonun sonunda Moyes’un bulunduğu durumda dört maçlığına ben de bulundum. Çevremde hep iyi insanlar vardı–antrenörlerden biri olan Phil Neville, akademideki Nicky Butt ve o sene teknik ekibe katılan Paul Scholes- ama ben hâlâoyuncuydum. Yani oyuncusu olduğum takımda kimin oynayıp kimin oynamayacağını ben seçiyordum. Kendimin oynayıp oynamayacağını bile... Son sezonum olduğunu bildiğimden bu fırsattan yararlanmak istedim ama sanırım bunu pek başaramadım.
Yine de Manchester United’ı yönetme fırsatına sahip olmuştum. İnanın, daha önceki hiçbir deneyiminiz antrenmandan sonra ofisinizde oturup kadronuzu oluşturmak ve kapınızı çalan oyuncularla ilgilenmek konusunda size yardımcı olmuyor. Gerçekten inanılmaz bir deneyimdi.
O dört maçı kazanmak adına kendime çok baskı yaptım ve o sürede bir teknik direktör olmak için gereken kafa yapısına sahip olduğumu anladım.
İkinci maçımda Sunderland’e Old Trafford’da 1-0 mağlup olduk. Takım arkadaşları ve arkadaşlarını seçmek zorunda olduğunuzdan bahsediyorum ya, o mağlubiyetten sonra bu konuda bir daha hiç sorun yaşamadım. İçim rahattı çünkü onlar iyi oynamamışlardı. Zor kararlar vermem gerektiğini biliyordum ve bundan keyif aldım.
Bu süre zarfında Sir Alex’le de birkaç kez konuştum. Kendim olmak istesem de işinde en iyi olan bir adamla bu kadar yakınken neden ondan yardım almayayım ki?
O dört maçtan sonra iki yıl boyunca Louis Van Gaal'in altında çalıştım. Futbolu bildiğimi sanıyordum ama Louis bana çok şey öğretti. Antrenman sahasında geçen iki sezon çok büyük bir tecrübeydi. İyi bir antrenman yaptırdığında ve çocukların da keyif aldığını hissettiğinde veya takımın bir maça hazırlanmasına yardım ettiğinde ve maçtan iyi bir sonuç aldığınızda... Bunlar insana büyük mutluluk veriyor.
" Kendim olmak istesem de işinde en iyi olan bir adamla bu kadar yakınken neden ondan yardım almayayım ki?"
United'dan ayrıldıktan sonraki futboldan uzak olduğum dönemde fazlasıyla özlediğim bir mutluluk... Kendime zaman ayırdım, çokça gezdim, oğlumun futbol oynayışını izledim. United'dayken yapmaya hiç zamanımın olmadığı şeyleri yaptım. Ama oyuncularla iç içe olmayı, takımı bir maça hazırlamayı özledim.
Sonra Galler işi çıkageldi.
Yetenekli oyuncularla çalışmak, fevkalade bir fırsattı. Yetenekli oyuncular, düşüncenin yükünü üzerinizden alır.
Futbol mantığıyla düşününce bir milli takımıyönetmek yorucu bir iş olabilir. Oyuncularla günü gününe çalışamıyorsun. Yalnızca kısa süreyle bir arada olabiliyorsunuz. Bazense ayrılıklar üç ayı bulabiliyor.
Bu ayrılık sürecinde de takımınız tamamen değişebiliyor, genellikle sakatlıklar ve form dolayısıyla. Ve kulüp menajerleri kadar ününüz de olmuyor. Sürekli prensipleriniz, oyun stiliniz, taktikleriniz üzerine çalışıyorsunuz. Bazen tam anlamıyla ayakta kararlar vermeniz gerekiyor.
Ancak eğer tek bir oyuncunun bile gelişimine yardım edebilirseniz, tek bir kelimeyle dahi olsa, bu bir teknik direktör olarak size çok büyük keyif veriyor. Bu altın değerinde bir şey.
Ve oyuncularımın arasında gerçekten parlamayı bekleyen büyük yetenekler var.
Bu işi devralmanın bir meydan okuma olacağını biliyordum çünkü bu bir geçiş süreciydi. Takımı Euro 2016'ya taşıma yolunda çok başarılı bir sınav vermiş bir oyuncu grubu ve heyecan verici gençlerden oluşan bir oyuncu grubu bir aradaydı. Olay dengeyi sağlamakla alakalıydı.
İşin başına geçince ilk 11 için bir rekabet yaratmak istedim. Her pozisyonda iki oyuncu olmasını istedim, her teknik direktörün isteyeceği gibi. Ve her antrenmanda o rekabet duygusunu hissetmek istedim.
Manchester United'dayken hafta içinde yaptığımız antrenman maçları genellikle hafta sonu maçlarından daha zor oluyordu. Çünkü her gün Gary Neville'a, İngiltere’nin en iyi sağ bekine karşı oynuyordum.
İşte benim Galler'de yaratmak istediğim rekabet de bu. Sakatlıklardan bahtına ne çıkacağını asla bilemiyorsun ve istikrarsızlık da sinir bozucu bir hâl alabiliyor. Devamlı düşünüyor olmalısın, esnek olmalısın, yaratıcı olmalısın.
Tüm bunlar birer zorluk. Ve tüm bu zorluklar, beni daha iyi bir oyuncu yaptı. Şimdi ise beni daha iyi bir teknik direktör yapacaklar.