Ben, Naomi Osaka
*Bu yazı Esquire'da yayımlanmış ve Kerim Kılıç tarafından çevirilmiştir.
*Bu yazı Esquire'da yayımlanmış ve Kerim Kılıç tarafından çevirilmiştir.
Ben, Naomi Osaka. Hatırlayabildiğim kadarıyla, insanlar beni tanımlamak için çaba sarf ettiler. Asla tek bir tanıma uygun olmamıştım ancak beni etiketleme konusunda çok hızlıydılar. Japon mu? Amerikan? Haitili? Siyah? Asyalı?
Pekala, ben aynı anda bunların hepsiyim. Japonya’nın Osaka kentinde Haitili bir baba ve Japon bir annenin çocuğu olarak doğmuştum. Gelişim yıllarımı Birleşik Devletler’de geçirdim. Bir kız çocuğuyum, bir kız kardeşim, birinin arkadaşı, birinin ise kız arkadaşıyım. Asyalıyım, siyahım ve kadınım. Teniste iyi olmamın dışında 22 yaşındaki bir yaşıtımdan farksızım. Kendimi sadece kendim olarak kabul ettim: Naomi Osaka.
Dürüst olmak gerekirse, şimdiye kadar, durmak ve kendimi ifade etmek için zamanım olmamıştı; bu yüzden pandemi hepimizin yaşamını bir gecede değiştirdikten sonra bazı bağlantılar kurabileceğimizi düşünüyorum. Son birkaç ayda, hayatımda nelerin gerçekten önem arz ettiğini tekrar gözden geçirdim. Belki de fazlasıyla ihtiyaç duyduğum bir kendimi sıfırlayabilme fırsatıydı.
Kendime “Eğer tenis oynayamasaydım fark yaratmak için ne yapabilirdim?” sorusunu sordum. Konuşmak için zamanın geldiğine karar verdim. Bu yüzden, burada söyleyeceklerimi, iki yıl önce Amerika Açık’ı kazandığımda ve hayatım tek bir gecede değiştiğinde yazacağımı asla hayal edemezdim. Sanırım gelecekte bu kısmı tekrar okuduğumda bir şahıs olarak gelişimim devam edecek. Ama tam burada ve şu anda bu benim kim olduğum ve işte benim düşüncelerim.
Bir polis ve üç iş arkadaşının George Floyd cinayetini ve zulmünü gösteren korkunç videosunu gördüğümde kalbime ağrı girmişti. Harekete geçmek istedim. En sonunda, yetmişti artık!
Cinayetten birkaç gün sonra saygımızı göstermek ve seslerimizi sokaklarda duyurmak için erkek arkadaşımla birlikte Minneapolis’e uçtum. Saint Paul’daki insanlarla acılarını paylaştık ve barışçıl bir şekilde protestolara katıldık. George Floyd Anıtı’nı ziyaret ettik ve yas tutmak için bir araya gelen insanlarla bağ kurduk fakat ortada anlamsızca bir hareket ve sebepsizce yok olan bir hayat var. Minneapolis’te olmak, o an doğru olan şeydi.
Los Angeles’a geri geldiğimde bir çoğumuz gibi dilekçeler imzaladım, protestolara katıldım ve bağışta bulundum. Ama kendime, bu dünyayı çocuklarım için daha iyi bir yer haline getirmek için neler yapabileceğimi sormaya devam ediyordum. Sistemik ırkçılık ve polis şiddeti hakkında konuşma vaktinin geldiği sonucuna vardım.
George, kendisini korumasını için maaş alan polisler tarafından öldürülmüştü. Ve her George için, bir Brianna, bir Michael ve bir Rayshard var. Bu acı verici liste uzayıp gidiyor. Bunlar sadece kameralarla kayda alınan trajedilerdi. 2014 yılında Michael Brown Davası’ndaki öfkeyi hatırlıyorum ve o günden bu yana hiçbir şey değişmedi. Siyahlar yıllardır bu zulümle mücadele ediyorlar ve ilerleme en iyi ihtimalle çok kısa süreli oluyor. “Irkçı olmamak” yeterli değil. Irkçılığın karşısında olmalıyız.
Polisin mali kaynaklarının kesilmesi için olan hareketleri destekliyorum. Bu cümleden onların tamamen kökünün kazınmasını düşündüğüm anlamı çıkarılmasın. Mali kaynakların bir kısmı -suç işleyip, hüküm giymiş polislere sağlanan ödenek gibi- toplum içindeki sosyal alanlara/önlemlere tahsis edilmeli: Çoğu zaman ihmal edilen eğitim, barınma ve gençlik programları. Topluluklarımıza bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşmalı ve birbirimizi güven içinde tutabilmeliyiz.
Ortak bir çabamız olacak. Bugünkü protestolar bir ivmeye ve umuda sahiptiler. Bu sefer, farklı bir enerji var. Harekete farklı yüzler katılıyor. Oslo’dan Osaka’ya, Tallahassee’den Tokyo’ya global ölçekte ve tüm ırklardan ve etnik kökenlerden insanlar dahil oldular. Birçoğumuzun asla beklemeyeceği veya hayal edemeyeceği bir şey oldu, Japonya’da bile ‘Black Lives Matter’ yürüyüşü yapıldı.
Japonya etnik açıdan oldukça homojen bir ülke, bu yüzden ırkçılıkla mücadele benim için zorlayıcıydı. Online kanallarda ve hatta televizyonda ırkçı yorumlarla karşılaştım. Ama bunlar azınlık. Aslında, iki ırka sahip insanlar -özellikle sporcular- Japonya’nın geleceği. Biz (ben, Rui Hatchimura ve diğerleri) halkın, taraftarların, sponsorların ve medyanın çoğunluğu tarafından benimsendik. Birkaç kişinin cehaletinin, kitlelerin ilerleyişini engellemeye çalışmasına izin veremeyiz. Her yaştan, özellikle daha genç olan Japon hayranlarımdan hissettiğim sevgi daima hoşuma gidiyor. Japonya'yı temsil etmekten gurur duyuyorum ve daima gurur duyacağım.
Toplumun sistematik ırkçılıkla kafa kafaya mücadele ettiğimiz, polisin bizi koruduğu ve öldürmediği bir yöne doğru evrimleşmesi benim için çok anlam ifade ediyor.
Değişen algı ve düşüncelerde aldığım küçük rol adına gurur duyuyorum.
Grand Slam kazandığımda gururla Japonya'daki bir sınıfta çift ırka sahip coşku halinde olan bir kız tasavvurunu seviyorum.
Onun bir rol model belirleyebileceği ve kim olduğuyla gurur duyacağı oyun alanının onun için daha dostça bir yer olmasını ümit ediyorum.
Büyük hayaller kurun.