Haberler

    Çizginin ötesinde

    Abone Ol

    !!window.__es_gtm_helper.inject_ad('outstream','995177889outstream', !!0, !!0, !!0) -->Roland Garros’la başlayalım. Sizi 2015’ten beri Grand Slam’lerde görmeye alışığız. Garip bir turnuva izledik.

    Roland Garros’la başlayalım. Sizi 2015’ten beri Grand Slam’lerde görmeye alışığız. Garip bir turnuva izledik. Sürekli yağmur, aralıksız rüzgâr… Sizin için nasıl geçti 2019 Roland Garros?

    Bu yıl, Roland Garros’taki ikinci yılımdı. Roland Garros, benim için en zor Grand Slam. Bu yıl hava şartları da zorladı. Orada profesyonelce çalışıyorlar, hava durumu kontrol ediliyor. Yağmurun hangi saatlerde yağacağını herkes biliyor ancak yine de sahaya gitmek, hazırlığınızı yapmak zorundasınız. Belli bir saatten sonra “En erken şu saatte” uyarıları başlıyor, çiftlerden itibaren ertelemeler geliyor. Oyuncuların üzerinde de baskı oluşuyor. “Ben bu şartlarda, bu rüzgârda oynamak istemem” diyen oyuncular çıkıyor. Çünkü yeri geliyor, rüzgâr tüm toprağı alıyor. Örneğin Djokovic-Thiem maçında kortun bir tarafı sert kort gibiydi diğer tarafı ise bildiğiniz kum saha gibiydi taşınan topraklar yüzünden. Sonrasında erteleme kararı geldi zaten.

    Toprak kort, hem izleyiciler hem oyuncular için farklı bir deneyim. Muhakkak hakemler için de öyledir. Toprak kortta özellikle rüzgârlı, yağmurlu koşullarda topun bıraktığı izi takip etmek daha zorlaşıyor mu?

    Daha zor oluyor tabii ki. Hava şartları bizim için çok önemli. Örneğin güneşli havada toprak parlıyor. Toprak kortta çağrıyı olabildiğince geç yapıyoruz. Emin olup izi görmek için bu gerekli. Sert korttan toprağa geçince alışmamız için 1-2 gün gerekiyor. Toprağın çok ıslatılması etkiliyor. İz çıkmayabiliyor. Rüzgâr da çok etkiliyor. Rüzgârın kumu savurmasıyla birlikte dışarı giden bir topu içeride görebiliyorsunuz. Beni en çok zorlayan zemin toprak. Bu yıl oldukça iyi bir performans gösterdim. Roland Garros’ta final yapmak çok zor. Benim şansım, Fransız hakemlerle beraber daha iyi iş çıkarmamdı. Bu sistem, tüm Grand Slam’lerde farklı işliyor. Bazılarında size iki gün önceden mail ile bildiriyorlar, bazıları liste yayınlıyor. Roland Garros’ta görev alacak hakemler, tüm hakemlerin önünde açıklanıyor. Bu da çok farklıydı benim için. Benim için çok özel bir deneyimdi. Alkışlar, madalya...

    Rüzgârın kortun iki tarafı arasındaki dengeyi bozduğunu söylemiştiniz. Biraz açabilir misiniz?

    Djokovic-Thiem maçında hava açtı ancak maça devam edilmedi. Bunun nedeni oyuncuların gitmesi değildi. Kort, cidden oynanacak durumdan uzaktı. Toprak kort konusunda profesyoneller. Her kortun, sulamaya karar veren, toprağı setler arasında düzenleyen ayrı görevlileri var. Kule hakemleri, bu görevlileri yönlendirebiliyor. Ancak yurt dışından gelen kule hakemleri genelde bu işleri görevlilere bırakıyor. Her şey ahenk hâlinde. Çizgileri çekmeyi, fileleri sarmayı birlikte yapıyorlar. Bu kort görevlileri ödül seremonilerinde de yer alıyorlar diğer görevlilerin aksine.

    Rüzgâr etkisi altında oyuncular özellikle serviste problem yaşadı bu yıl gözlerine kaçan topraktan ötürü. Göz, çizgi hakemlerinin her şeyi. Tamamen odaklanmanız gerekiyor ancak rüzgârı yönetemiyorsunuz. Başınıza geldi mi benzer bir durum?

    Tabii ki yaşadım. Bu yıl çok yaşadım. Herkes ondan şikâyetçiydi zaten. Kule hakemine dahi toz gitti. Yine de işimizi yapmak zorundayız. Oyuncular gibi elimizi kaldıramıyoruz beklemeleri adına. “Görmedim” işareti yapıyoruz sadece kule hakemine kötü senaryoda. Djokovic-Thiem maçı kadınlar finaliyle aynı gün oynandı. O gün üç maçta görev aldım Philippe Chatrier’de ve hepsinde çok rüzgâr vardı.

    İnsan evrimi içerisinde, teknolojinin de gelişmesiyle bir konuya 2-3 saat dahi odaklanmak zorlaşıyor. O ortamda, milyonlarca dolarlık oyuncularla, devasa bir stadyumda o odağı 8-9 saat korumak ne kadar zor? Bir çizgi hakemi için günün ilk maçıyla son maçı arasında odak farkı var mı?

    Çok fark var. Tek göreviniz var: İyi görebilmek. İyi görebildiğiniz kadar iyi hakemsiniz. Sabah gelip nerede çalışacağınızı öğreniyorsunuz. Roland Garros’ta bir gün önceden bilemiyorsunuz. Her kortta iki ayrı takım oluyor yedekli. Kortun içinde dokuz kişisiniz zaten. Yan kortlarda yedi kişiyiz. Sabah geldiğinizde en dinlenmiş hâlde bir saat içeride bir saat dışarıda çalışıyorsunuz. Maç programının uzadığı, birden fazla korta bakmamızın gerektiği durumlarda bir buçuk saat içeride 45 dakika dışarıda çalışma gibi bir programımız da oluyor. İlk üç seans çok iyi, çok odaklı geçiyor ancak sonrasında yorulmaya başlıyorsunuz. Yorulma durumu çalıştığınız çizgiye göre de değişiyor. Bana göre en zor çizgi baseline. Bu yıl Roland Garros’ta çokça baseline’da çalıştım.

    Ayrıca kadın maçından sonra erkek maçında görev almak da çok zor. Büyük bir hız farkı var. Refleksinizin de alışması, kafanızı çeviriş şekliniz, dikkatiniz biraz değişiyor. İlk üç seanstan sonra dinlenme sürelerimizi iyi tutarak, bolca çay-kahve tüketerek dikkatimizi taze tutmaya çalışıyoruz.

    Baseline, longline ve servis çizgisi arasındaki farklar neler? Baseline’ın sizin için en zor çizgi olmasının nedeni ne? Önünüzde sürekli hareket eden bir oyuncu olması ve görüş açınızı kapatması mı?

    O da var. Uzun çizgilerde -longline- top size geldiği için görüşünüz daha açık. Baseline’da açınız farklı olduğu bir nebze daha güçleşiyor işler. Topu sadece bizim tarafımızdayken izlemiyoruz. Biz tüm maçı seyrediyoruz. Tamamen refleks ve motor fonksiyonlarıyla karar veriyoruz. Serviste, her seferinde düzenli olarak size bir top geldiği için daha zor diyenler de çıkabiliyor. Baseline’da önünüze daha az top düşüyor.

    Tenis izleyiciliğiyle başlayıp sonra oynamaya başlıyorsunuz. Akabinde de bir antrenörlük periyodunuz var. Bir yandan akademik kariyerinizi sürdürürken bir yandan da hakemlik konusundaki hedefleriniz için çalıştığınız yıllarda odağınızı nasıl korudunuz?

    Ben spora basketbolla başladım. BESYO’ya beni basketbol taşıdı. 4 yılı yarı profesyonel olmak üzere 13 yıl basketbol oynadım, basketbol hakemliği de yaptım. Tenisten çok farklı. Basketbolda sürekli hareket hâlinde olmanız gerekiyor. Orta hakemlik yaptım basketbolda. Basketbol bir şekilde bitmek zorunda kaldı. TRT’de tüm Grand Slam’ler yayınlanırken sevdiğim tenisçilerin, Seles ve Graf gibi isimlerin hareketlerini, davranışlarını gördüm. Kuralları tenis maçlarını izleyerek oynayarak öğrendim. Kuralları en başta okuyarak öğrenmedim. Belli bir yerden sonra değişiklikleri öğrenmeniz için kuralları okumanız gerekiyor tabii. Takım sporundan ferdi bir spora geçmek çok zorladı beni.

    İyi bir oyuncu olmadım hiçbir zaman ancak fena bir antrenör değildim. Antrenörlüğe beni yönlendiren hocam hakemlikle de tanıştırdı. O zaman Konya’da yaşıyordum, Selçuk Üniversitesi’nde öğrenciydim. Kursa katıldık ve hakem olduk. Konya’da düzenlenen Türkiye 16 Yaş Turnuvasında görev aldım. Tabii bir anda kuleye çıkmak kolay olmadı. Oyuncular tarafından uyarıldığımız oluyordu. Haluk Akkoyun da oradaydı. Sonra kule hakemliği dururken üniversitedeki hocamız yardımıyla Fed Cup, Davis Cup gibi organizasyonlarda çizgi hakemliği yaptık. Hakemliğe tam anlamıyla başladığım turnuva bana göre İzmir’de düzenlenen 2005 Universiade. Servis hakemliği görevi aldım ancak başlarken pek fikrim yoktu servis konusunda. Ama iyi performans gösterdim ve diğer turnuvalarda da görev aldım.

    Doktora için 2005 yılında İstanbul’a taşındım. Sonra o dönem “Nasıl devam ettirebilirim hakemliği?” diye düşündüm. Ataköy’de düzenlenen ilk WTA turnuvasına seyirci olarak gelmiştim. Oraya seçilememiştim. Beraber çalıştığım arkadaşlarım seçilmişti. Ondan sonra neredeyse bütün turnuvalara şeçildim ve hakemliğim bir şekilde ivmelenmeye başladı. Wimbledon kapısını bana açan, Wimbledon’ın şef hakemi Adrian Wilson’ın İstanbul’daki WTA Turnuvasının son yılında baş hakem olarak görevlendirilmesiydi. Servis hakemliğimden emin değildi. Bana sordu. Serena Williams, Jelena Jankovic, Samantha Stosur, Victoria Azarenka, Maria Sharapova gibi oyuncular vardı. Çekiniyordum ama “Yaparım” dedim. O turnuva bana 2013’te Wimbledon kapısını açtı. Wimbledon elemeleriyle Grand Slam kariyerime başladım. 2015’te de doğrudan seçildim.

    Merkez Kort’a çıkmak, kalabalık izleyici kitlesi, çim kokusu... 2015 Wimbledon’da, o heyecanın içinde “Ben burada ilerleyebilirim” dediniz mi?

    Elbette elemeler farklı yerde yapılıyor. Onu farklı bir turnuva gibi düşünebiliriz. Ana tablo bambaşka. Seyirciler, kortlar, atmosfer bakımından çok farklı. Wimbledon’da şöyle bir sistem var: Size verdikleri seviyeleriniz, L diye tabir edilen numaralarınız var. İlk kez ana tabloda görev aldığınızda L4 seviyesindesiniz ve L4 ile L3 seviyelerinde hiçbir şekilde show court’larda, merkez kortta görev alamıyorsunuz. L4’te turnuvaya ilk 10 gün için seçilebiliyorsunuz. Geçen yıl ben L4’ten L2’ye yükseldim. Show court’larda görev alabilecek seviyedeydim ve tüm turnuva boyunca görev aldım. Ana tabloda geçen yıl ilk günüm Merkez Kort’taydı ve Roger Federer’in maçı vardı. Çok büyük bir kalabalık; heyecanlı ve biraz stresliydi benim için. Hawk-eye olması da bir baskı oluşturuyor.

    Çim kortu seviyorum. Özellikle kort yeniyse, tebeşirleri yeni atıldıysa. Şöyle bir anım var: Kort 1’de karışık çiftler finali vardı ve kulede de ünlü hakem Mohamed Lahyani görevliydi. Servis çizgisindeydim ben de. Tebeşirin yükseldiği söylendi ve şahin gözü istemediler. Sonrasında bir ace pozisyonunda “içeride” kararı verdim ancak Lahyani, tebeşir görmediğini söyledi. Oyunculara yardımcı olmayı seven de bir hakem... Challenge istediler ve dışarıda kararı geldi. Hawk-eye’ın yüzde beşlik sapma oranı var. Bizim çokça yaşadığımız bir durum. Hawk-eye’da söylediğimizin tersine bir karar çıktığında yüzde yüz emin olsanız dahi müdahalede bulunamıyorsunuz ve bu durumda içinizde fırtınalar kopuyor.

    Overrule anlarını sormak istiyorum. Sandalye hakemleri oyuncularla daha çok iletişim kurabiliyor ama çizgi hakemlerine verilen talimat bildiğim kadarıyla sıfır tepki yönünde. Doğru gördüğünüze eminsiniz ama sandalye hakeminden başka bir karar çıkıyor ya da oyunculardan itiraz gelebiliyor. Sakin kalmakta zorlandığınız oluyor mu?

    Şimdiye kadar çok sıkıntılı an yaşamadım. İnşallah olmaz. Sizin sessiz kalıp hakemin sizin yerinize out demesiyle sizin yaptığınız çağrıyı correction diye düzeltmesi arasında çok fark var. Çizgide olduğunu görüyorsunuz topun ama out diyesiniz geliyor ve o çağrının çıkmasına engel olamıyorsunuz. Artık pek başıma gelmiyor. Başlangıçta “Nasıl böyle bir hata yaparsın nasıl konsantre olmazsın?” diye çok yükleniyordum kendime.

    Bu noktada kule hakemlerinin, turnuvanın şef hakeminin yaptığı konuşmalara parantez açabiliriz. İlk olarak şunu söylüyorlar; siz robot değilsiniz, makine değilsiniz. Sadece ne gördüyseniz onun çağrısını yapın. Herkes hata yapıyor. Kule hakemi de hata yapıyor. Yani hata bu işin bir parçası. Bunu sindirmek çok zor olsa da… Artık o kadar çok turnuvada çalışıyorum ki... 28 hafta turnuva yapmışım geçen yıl yurt dışında. Bu yıl 30 haftayı bulacak. Hani çok fazla etkilemiyor artık sizi hata. Böyle gördüm böyle söyledim.

    Oyuncuların da stresini anlamak lazım. Bir puanla maçı kazanabiliyorlar ya da kaybedebiliyorlar. Onlar eğer sizin yaptığınız çağrı yüzünden size ya da kule hakemine yüklenip çok büyük sorunlar çıkarıyorlarsa o zaman kendinizi kötü hissedebiliyorsunuz. Oyuncular size gelip “Bu çağrıyı nasıl yaptın, uyan, gözlüğünü çıkar” gibi bir sürü şey söyleyebiliyor. Kule hakemi müdahale ediyor. “Ona değil bana konuş işte biz çözelim” gibi sizi rahatlatıcı şeyler yapmak zorundalar o tür anlarda. Çizgi hakemi olarak siz hiçbir şekilde mimik yapamıyorsunuz. Ama şöyle bir şey var bazen komik anlar oluyor, samimi bir şekilde dönüp “İçeride miydi?” diye soranlar oluyor. Bu durumlarda sadece ufak gülümseyebiliyorsunuz o kadar.

    Neşeli anlar da yaşanıyor bazen, oyuncuların dönüp teşekkür ettiğini hatırlıyorum çizgi hakemlerine yer yer. Başınıza geldi mi böyle eğlenceli bir an?

    Bazen oyuncu dönüp takdir ediyor sizi. Ben ATP’den çok WTA ile çalışıyorum. Singapur’da geçen yıl Wozniacki, beni gördüğü için şahin gözü istemekten vazgeçmişti mesela. Ondan önce benimle birlikte çok şahin gözü kaybetti. Babası ve takımı dışarıdan iste iste falan demesine rağmen baktı arka arkaya iki tanede haksız çıktı, o yüzden vazgeçti. Onun dışında legend’lar bizi çok yoran ama aynı zamanda kahkahalarımızı durduramadığımız etkinlikler. Artık legend’lara da ciddi bakmaya başladılar. Arada şakalardan ziyade sert espriler de olabiliyor.

    Diğer çizgi hakemleriyle ya da kule hakemleriyle olan iletişiminiz de turnuvalar arttıkça samimileşmiştir. Kader Nouni olsun Eva Asderaki olsun Lahyani olsun grand slam’lerde görmeye alışık olduğumuz sandalye hakemleriyle aranızdaki iletişim nasıl? Telefonlaştığınız, kahve içtiğiniz uluslararası hakemler var mı?

    Evet var. Ben daha çok WTA ile çalıştığım için, Eva da eski WTA hakemi biliyorsun. Benim ilk Singapur’a seçilmem Eva sayesinde olmuştu. İlk maili aldığımda çok sevinmiştim, hemen evet demiştim Singapur’daki WTA finalleri için. O Eva’nın son WTA turnuvası oldu. Sonra ITF’e geçti. Eva çok iyi bir insan. Selam vermeden geçmez, onunla aram iyi. Ama hamilelik dönemi falan geçirdi çok fazla turnuvada göremedim onu. Marija Cicak ile aram çok iyi. Her an her şeyi istediğim gibi sorabiliyorum ona. Bir kural değiştiyse, bir pozisyon kafama takıldıysa... Her şeyi açıklar. Hepsi zaten öyle olmak zorunda o yüzden oralardalar. Jennifer Zhang var Çin’den keza. Kader Nouni beni her gördüğünde Fransızca konuşuyor. Ne dediğini anlamıyorum. O da çok iyi. Çok konsantre. Dünyanın en iyi hakemlerinden bir tanesi. James Keothavong da favorilerim arasında. Çoğuyla aramız iyi yani. Her turnuvada sizi görüyorlar, size güveniyorlar. Siz orada olduğunuz için mutlu olduklarını söylüyorlar. Bunları onlardan duymak da ayrı bir mutluluk oluyor.

    Rio’da olimpiyat deneyimi nasıl geçti sizin için?

    Çok güzeldi. Çok da farkında değildim aslında ben olayın. Çok heyecanlandım o maili alınca. Olimpiyat diğer organizasyonlara göre en özeli. Ülkeyi temsil etme duygusunu orada daha çok hissediyorsunuz. Açılış törenine gidiyorsunuz. Ben bir de tektim Türk olarak. Çok az devletten tek hakem vardı. Türkiye’den tek hakem olarak temsil etmenin de ayrı bir mutluluğu vardı. Çok da farkına varamadım böyle pek içine giremedim galiba. O yüzden dört gözle Tokyo’yu bekliyorum. Ağustos’ta açıklanacak seçimler, başvuruyu yaptık, bekliyoruz. O da ITF’in bir organizasyonu. Bu komisyonda Grand Slam turnuvalarına sahip devletlerden hakem şefleri oluyor. Onların da kararları, oyları var. Oraya seçilmeyi bekliyorum. Rio da çok özeldi ama galiba ilk olunca çok idrak edemedim. Tokyo ile daha bir olimpiyat yapmış gibi olacağım.

    Siz bir yandan eğitiminizi sürdürürken bir yandan turnuvalara gittiniz. Önce şehirler arası daha sonra yurt dışı başladı. Bu yolculukta sizin takıldığınız engeller, çarptığınız duvarlar oldu mu?

    Hakemlikte erkek hakem sayısı kadın hakem sayısına göre çok çok daha fazla. Ama bu neden kaynaklanıyor bilmiyorum. İlgiden mi motivasyondan mı yoksa bizim ülkenin cinsiyetçi bakış açısından mı emin değilim. Ama ben öyle büyük sıkıntılar yaşamadım. Şöyle bir anım var: Dubai’de mesela bir turnuvada hakem şefi, bir kadının servis çizgisine çağrı yapamayacağını, o kadar güçlü olmadığını düşünüyordu. Şansıma oraya hakem şefi yardımcısı olarak Türk hakemlerimizden biri gitti. Ve dedi “Bırak ben Esin’i yazacağım, sen de gör. Hiçbir sıkıntı olmayacak.” Ve ben orada finalin servis hakemi olarak çalıştım ve o turnuvayı o şekilde bitirdim. O turnuvadan sonra beni birçok yerde servis hakemi olarak yazdılar. “Seni yazıyorum, sen kırdın bu algıyı” şeklinde geri bildirimler de aldım. Bu şekilde cinsiyetçi yaklaşımlar oluyor tabii. Birkaç tane hatalı çağrı art arda gelince işte “kadınlar duygusal, bırakacak kendini” gibi düşünceler olabiliyor.

    Çok samimi arkadaşlarım var. Turnuva öncesi, turnuva esnasında mesajlarıyla beni yalnız bırakmıyorlar. Çünkü orada bir şekilde yalnızsınız. Hakemler arasında da bir rekabet var. Gösterdiğiniz sürece final yapma şansınız var. O da şu şekilde oluyor: Kule hakemleri siz korttayken size puanlar veriyor. Puanlar 1 ile 7 arasında. 3 çok az görüyorsunuz. Onun aşağısı zaten sıkıntı. O turnuvada bir daha çalışamamanıza sebep olabilir. 7 zaten çok zor verilen bir puan. İşte 6 yine zorlardan bir tanesi. Bu puanlara göre final yapma şansınız oluyor. O yüzden hep destek bekliyor insan. Ailem, yakın arkadaşlarım hep yanımda. Onların verdiği motivasyonla da elimden gelen en iyi performansı göstermeye çalışıyorum. Türkiye’de ilk beş, on hakemin arasında kadınlar var. Öyle bir cinsiyetçiliğe hiç rastlamadım.

    Bazı turnuvalarda kule hakemliği yaptığınızı da söylediniz. İlerisi için öyle bir hedefiniz var mı? Ya da ben çizgi hakemliğinin en üst seviyesinde kalmak istiyorum mu diyorsunuz?

    Başlarda vardı. 2010’da İtalya’da başladı benim için macera. Federasyon desteğiyle iki kadın bir erkek İtalya’ya gittik. Üçümüz de white badge aldık. O zaman da bu ITF, Future turnuvalarının hepsinde zaten kule hakemi olarak görev yapıyordum. Bizim milliyet olarak bir sıkıntımız var evet. Normalin üstünde bir performans gösterirseniz ancak kendinizi kabul ettirebiliyorsunuz. 2013’ten sonra 2015’e kadar kendimi çok iyi göstermem gereken bir süreçti. Bunu başardım. Ana tabloya seçildim direkt. Ondan sonra bütün kapılar yavaş yavaş açılmaya başladı. O kadar iyi seçiyor ki sizi takip eden o kurul. WTA’in bir sistemi var. Sizin yaptığınız bütün turnuvaların puanları orada. Dünyada faal çalışan bütün hakemlerin ismini girip sistemden bulabiliyorsunuz. Bu puanlara bakılarak seçildiğiniz bir ortamdasınız.

    Başlangıçta evet düşünüyordum. White badge, bronze badge, silver badge ve gold badge olarak gidiyor. Bizim hiç silver badge hakemimiz yok. Başhakemimiz var ama kule hakemimiz yok. Şu an üç ya da dört tane bronz hakemimiz olması lazım ama hiçbiri kadın değil. WTA’den de her zaman destekleyip soruyorlar; ‘’Esin, bronzunu ne zaman alacaksın?’’ Ben şu an çizgide mutluyum. Keyif alarak bu işi yapıyorum. Zaten eğer bıkarsanız, motivasyonunuzu kaybederseniz bu işi asla yapamazsınız. Çünkü çok yorucu bir iş. Sürekli seyahat halindesiniz. Her zaman sağlam kalamıyorsunuz. Bazen yüzde yüz efor sarf edemiyorsunuz. Ben şöyle düşünüyorum: Eğer bronzu alırsam odak noktam kule olacak. Premier’lerin belli bir seviyesine kadar, uluslararası turnuvaların tamamında görev alabilecek bir hakem olacağım. Çizgide edindiğim saygıyı kaybedip başka bir tarafa yol almam gerekecek. O da benim için sanki yeni bir başlangıç, yeni bir yol gibi çok ayrı bir efor. Evet gidip deneyebilirim ama çok zor bir kurs ve bronzu alıp almayacağınızın hiçbir garantisi yok. Arada kalıyorum hep. Çizgide devam etmek mi, kuleye geçmek mi...

    Bir noktadan sonra alışkanlık oluyor. Bazen diyorum” bu yıl şu şu turnuvaları yapmak istemiyorum. Dinlenmek istiyorum.” İnanılmaz yoruluyorsunuz. 4 hafta art arda turnuva yaptım. 3 haftası Roland Garros’tu. Çok stresli bir turnuva. Sonra Hollanda’ya geçtik. Geldim buraya çok az bir zamanım var. Wimbledon’a gidiyorum. Ayrı bir Grand Slam ayrı bir stres. Bir taraftan da kuleyi işin içine sokarsam işim çok zorlaşacak. Kendime ve hayatıma haksızlık edecekmişim gibi geliyor. Her zaman yukarıda ve her zaman aynı performansı gösterecek zamanım olmayacak muhtemelen. Hâlâ çok iyi iş çıkaran, yaşları büyük insanlar var. Ben çok fazla ilerisini de düşünmek istemiyorum. Ânı yaşamak istiyorum. O yıl hangi turnuvaları yapacaksam yapıp, iyi performans gösterip onları bitirmek istiyorum. Üç tane Grand Slam finali yaptım çizgide. Bir tanesi kaldı, Wimbledon. Eğer şu gidişimde Wimbledon’u da tamamlarsam benden daha iyisi yok diye düşünüyorum. Daha ne kadar gider, daha ne kadar seçilebilirim, daha ne kadar bu performansı gösterebilirim hiçbir fikrim yok. Kendimi iyi gördüğüm sürece bu işi yapmak istiyorum.

    Kaynak: EuroSport.com / Spor

    Roland Garros Wimbledon Haberler

    Bakmadan Geçme

    1000
    Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
    title