“Devasa işler yapamayız, çünkü bisiklet kültürümüz yok”
Aydın Ayhan Güney, spor organizasyonları yapmaya 1990’lı yıllarda ithal ettiği 60 dağ bisikletiyle turlar düzenleyerek başlıyor.
Aydın Ayhan Güney, spor organizasyonları yapmaya 1990’lı yıllarda ithal ettiği 60 dağ bisikletiyle turlar düzenleyerek başlıyor. O yıllar bu tip amatör etkinliklerle geçiyor. 2000’de ise, Kapadokya’da ilk profesyonel dağ bisikleti yarışını düzenliyor. Kendi ifadesine göre, düzenlenen yarış sayısı arttıkça organizasyonlar daha iyi hâle gelmeye başlıyor. 2007’de Dağ Bisikleti Avrupa Şampiyonası ile başka bir seviyeye adım atıyor.
2008 ise Güney için önemli bir yıl. İlk defa Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nu düzenliyor. Sonrasında 2015’e kadar düzenlemeye devam ediyor. Ardından 2018 ile birlikte Antalya Bisiklet Turu macerası başlıyor.
Antalya Bisiklet Turu’nun üçüncüsü, geçtiğimiz hafta, 20-23 Şubat tarihleri arasında düzenlendi. Dört etaplı bu yarış, geçtiğimiz yıllarda 2.2 kategorisinde düzenlenirken bu sene ise bir üst seviyede, 2.1 kategorisinde organize edildi. Organizasyon tarihinde ilk kez bir World Tour takımı organizasyonda yer aldı. Uzun lafın kısası, değeri günden güne artan bir turdan konuşuyoruz.
Aydın Ayhan Güney ile, üçüncü Antalya Bisiklet Turu’nun son etabının hemen ardından bir araya geldik ve sportif organizasyonlar yapmanın zorluklarından, Antalya Bisiklet Turu’nun günbegün büyümesinden, ülkedeki bisiklet kültürü noksanlığından ve birçok başka konudan konuştuk. Güney’in tüm konuşmasında vurguladığı temel nokta, önce bir temel oluşturmak ve oluşan temelin üzerine bir şeylerin inşa edilmesi gerektiğiydi.
Antalya, turizm konusunda bütçe bulmak için en ideal lokasyonlardan biri olsa gerek.
Antalya, turizm adına bütçe bulmak için ideal bir yer ama bütçe bulmak dünyanın her yerinde zordur. En zor şey, bir insanın parasını almaktır. Ama Antalya’daki iş adamları 2018’den sonra bu işe inandı, güvendi. Devam etmek istediler ve devam ettik. 2.2 seviyesinde başladı tur. Bir yıl daha devam etti. Sonra şunun farkına vardık ki organizasyon kabuğuna sığmıyor. World Tour takımları gelemiyor. Gelmek isteyip gelemeyenler oluyor. Geçen yıl 2.2 seviyesindeyken iki tane profesyonel kıtasal takım hakkımız olmasına rağmen UCI’dan izin alıp üç tane pro kıtasal takım getirdik. Böyle olunca bu yıl öncesinde 2.1 seviyesine yükselmek için başvurduk ve başvuru kabul edildi.
Şubat’ta Antalya Bisiklet Turu var, turun son günü Gran Fondo Antalya düzenleniyor. Sonrasında geçen yıl Marmaris ve Kapadokya’da organizasyonlar oldu. Geçtiğimiz sene, yanlış bilmiyorsam tam yedi tane spor organizasyonu düzenlediniz.
Evet. Ancak bazı organizasyonlara bazı yıllarda ara vermek gerekiyor. Sponsor desteğiyle ilgili olarak, bölgesel şartlara bağlı olarak, bazı organizasyonlar her yıl düzenlenemiyor. Bazı yarışlar ise katılım az olduğu için kendisini çeviremiyor. Destek bulamıyor. Devamlı olmayan organizasyonlar olabiliyor.
Peki organizasyon sayısının arttığını görecek miyiz? Sayının artması yalnızca sponsor desteğine, yani bütçeye mi bağlı? Başka etkenler var mı, varsa neler?
Bizim için iki ana etken var. Birincisi sponsor desteği. Çünkü bu yarışlar katılım ücretleriyle kendini döndürecek organizasyonlar değil. Büyümesi için destek bulması gerekiyor. Sponsor desteği olduğunda ise bizim de oturup düşünmemiz gerekiyor. Nihayetinde bu işler, uzun zaman alan ve zor işler. Hazırlık süreci çok zor. Daha fazla organizasyon yapacak olursak, bu işleri istenilen kalitede çekip çevirebileceğimize bakmamız lazım. İkincisi ise ekiplerin yorgunluğu söz konusu. Birçok insanla çalışıyoruz ve onlar da işlerinin yoğunluğundan dolayı yoruluyorlar.
Teklifler var. Gran Fondo yarışları özellikle çok talep görüyor. Fakat şunlara bakmamız lazım; bölgenin turizm altyapısı ne hâlde, kaç otel var, kaç kişilik lokantalar var, ulaşım nasıl sağlanıyor. Bunların dikkate alınması şart. “Hadi burada bisiklet yarışı yapalım” dediğiniz an iş bitmiyor. Zira oraya insanları götürmemiz gerekiyor.
Hazırlık sürecinin zorluğundan ve uzunluğundan bahsettiniz. Antalya Bisiklet Turu ya da Türkiye Bisiklet Turu gibi çok etaplı yarışların hazırlık süreci ne kadar sürüyor ve hazırlık sürecindeki en zorlu kısım hangisi?
Bu tür organizasyonların her zaman en zorlu kısmı bütçe bulmaktır. Dünyada da ülkemizde de bu böyledir. Yalnızca kamu kurumlarının organizasyonlarında bütçe çok sorun olmuyor.
Bütçenin sıkıntı olmadığını varsayalım.
Daha çok bütçe. (Gülüyor) Bütçe olduğunu varsayarsak, bu tip derecesi yüksek yarışlarda takım bulmak çok zordur. Takım bulma çalışmalarına çok önceden başlanması gerekiyor.
Çok önceden başlaması gerekiyor dediniz. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun başlamasına iki aydan az bir vakit kaldı ancak henüz turun organizasyon ihalesi yapılmadı.
Çok geç kalındı. Biz düzenlerken de benzer problemler oluyordu. Bir iki ay kala ihaleler yapılıyordu. Bu durumda organizasyonu sağlıklı yürütmek pek mümkün değil. Organizatörün önceden belli olması gerekiyor. Özellikle de öyle üst seviyedeki yarışlarda. Örneğin biz 2.1 kategorisindeki bir yarışın organizatörü olarak, 2021’deki yarış için ses getirecek ekipleri ve kişileri şimdiden bulmamız lazım.
O zaman hazırlık sürecinin bir yıl önceden başladığını söyleyebiliriz.
Evet, gelecek aydan sonra yavaş yavaş 2021 çalışmalarına başlanır. Önce düşünerek başlıyorsunuz. “Gelecek sene Antalya’da ne yapalım” sorusunu soruyorsunuz. Notlar alınıyor. Mesela geçen sene (2019) akvaryumdan başlattık yarışı. Bu sene Aspendos’tan ve Yat Limanı’ndan etaplar başlattık. Bu tarz önemli bölgelerden başlayarak insanlara keyif vermemiz gerekiyor. Sporcular her şeyden önce bizim gibi insanlar, profesyonellikten önce insanlık geliyor. Güzel bir yerden start almak, onların da hoşuna gidiyor. Onlar da hepimiz gibi fotoğraflar çekiyorlar.
Gelecek yılki organizasyon için böyle önemli yerleri düşünerek başlıyoruz. Bu süreçte ise bu yerlerde yarış düzenlemek için izinlerin alınması; fikirlerin, yeni konsept ve temaların oturtulması gerekiyor. Fiziki çalışmalar yarıştan iki buçuk-üç ay önce başlıyor. Takımların davet edilmesi, seyahat planlamaları, otel planlamaları, parkurların defalarca geçilmesi, parkur grafiklerinin çıkarılması, eğimlerin ve yoldaki arızalı bölgelerin hesaplanması; bunların hepsi fiziksel çalışmalara dahil.
Yoldaki bir çukurun bile göz ardı edilmemesi gerekiyor değil mi?
Tabii ki, yalnızca o da değil! Bazen aşırı yağış nedeniyle tüm yol çöküyor. Geçen sene bu başımıza geldi. Geçen sene yarışa bir hafta kala parkur değiştirmek zorunda kaldık. Çünkü Kemer’in dağlarından Antalya’ya inen dağlarda yol çöktü. Böyle şeylere hazırlıklı olmak gerekiyor.
İş yalnızca organizasyonu yapmakla bitmiyor. İşin nasıl yapıldığı, nasıl süslendiği, nasıl satıldığı… Bunlar çok önemli. Bunlar için ayrı bir ekibin çalışması gerekiyor. Tanıtımı, billboard’ları, basını, konferansları vs. Organizasyonlar böyle güzelleşiyor. “Yoksa çizgiyi çek, yolları polis kapatsın, yolun kenarına ufak bir podyum koy, bitti gitti” anlayışıyla bu iş yürümez, iyi bir organizasyon yapılamaz. Böylesi, hiçbir amaca hizmet etmeyen bir organizasyon olur.
Türkiye’deki bazı yarışlarda parkur düzenleniyor. 90 kilometrelik, dümdüz bir parkur. Sporcular tam olarak ısınamadan iş bitiyor. Biri birinci diğeri ikinci oluyor. Dünyada böyle bir şey yok. Bunu biz Gran Fondo’larda bile yapmıyoruz. Ülkemizdeki sporcuların gerçek yarışları görmesi lazım. Bu yüzden Türkiye takımları Antalya Turu’nda başarılı olamıyorlar. Çünkü bizim sporcularımız bu tarz yarışlarda hiç yer alamıyorlar.
Bu yüzden parkuruyla, zorluğuyla, yağmuruyla, oteliyle, görseliyle, manzarasıyla, kısacası her ayrıntısıyla yarışımızı sunmamız gerekiyor.
Geçtiğimiz iki sene bu yarış 2.2 kategorisinde düzenlendi. Bu yıl ise 2.1 kategorisine yükseltildi. Gelecek sene için hedefinizin canlı televizyon yayını olduğunu söylemiştiniz. Peki bir sonraki kategoriye -eski adıyla HC, yeni adıyla ProSeries olan kategoriye- yükselme hedefiniz var mı? Ve buna ihtiyaç var mı?
Şimdi 2.2’den 2.1’e yükselmek, bize bir kapı açtı. Biz artık World Tour takımlarını davet edebiliyoruz. Turumuzu duyurmak istiyorsak, bu takımlardan en azından iki üç tanesinin buraya gelmesi gerekiyor.
Biz bu yarışı düzenlemeye başlarken benim düşüncem 2.2 olarak başlamaktı. Bölgeyi ve sponsorları tartalım diye düşündüm. Biz kendimizi görelim dedim. Sonra 2.1’e geçeriz dedim. Ancak 2.1’in üstü hedeflerimiz arasında yok. Çünkü gerekli değil. Biz burada dev bir prodüksiyon yapıp devasa paralar kazanma amacında değiliz. Bu ancak Avrupa’da olur. Çünkü yerleşmiş bir bisiklet kültürü var.
Bu kadar bütçeyle Türkiye’yi tanıtma amacı gütmek zor. Türkiye’yi tanıtmak istiyorsak, iki üç tane ünlü bisikletçiyi getiririz ve bunun etkisini görürüz. Eurosport’taki yayınlar kadar etki yaratabiliriz.
Biz çeşitlilik istiyoruz ve bizim yarışımıza her kademeden ekipler gelebiliyor. World Tour takımı da, ProTeam’ler de, kıtasal takımlar da, hatta milli takımlar da gelebiliyor. Burada da gördük ki, bir kıtasal takım bir World Tour takımından daha iyi çalışıp yarışı daha güzel hâle getirebiliyor. Amacımız iyi bir yarış yapmak ve bunu yapabildiğimizi düşünüyorum.
Öte yandan, sporcular burada otellerin ve yarışın kalitesinin yanı sıra, kendilerine değer verildiğini görüyorlar. Yani öyle taşın başına çıkıp bir madalya almıyor. Karşısında seyirci oluyor, dev bir podyuma çıkıyor. Kendisine verilen değerin farkına varıyorlar ve keyif alıyorlar.
Şüphesiz ki her düzenlediğiniz organizasyon size yeni bir şeyler öğretiyor. Öyle tahmin ediyorum ki 2020 Antalya Bisiklet Turu’nda, daha önce hiç karşılaşmadığınız sorunlarla karşılaştınız ve yeni tecrübeler edindiniz. Bu yarışın size öğrettiği şeyler nelerdi?
Tabii ki, her yarış bize bir şeyler öğretiyor. Ayrıca Antalya Bisiklet Turu’nda biz yalnız başımıza çalışmıyoruz. Polisle, jandarmayla, belediyelerle çalışıyorsunuz. Bu çalıştığınız kurumdaki kişiler sürekli değişiyor. Onlara yeniden ve yeniden derdinizi anlatmanız gerekiyor. İş bununla da sınırlı değil. Organizasyonda çalışan gönüllüler değişiyor. Bizim elimizde olmayan, federasyonun kontrolünde olan bazı hizmetler de var. Yarış hakemleri, yarış motorları gibi… Tüm bunlar bizim her sene yeni bir şey öğrenmemize ve bir sonraki sene için gardımızı almamıza yol açıyor.
Ben bu yarışla birlikte, bu kategorilerdeki 11. yarışımı düzenledim. Daha önce Kemer-Antalya etabındaki gibi bir ortama hiç rastlamamıştım. Öyle güzel bir parkuru hiç kullanmamıştık. Böyle parkurları kullanmaya cesaret etmek gerekiyor. Organizatörler, “kolay parkur olsun, uğraşmayalım, gidip gelelim” diye düşünebiliyor. Halbuki öyle olmamalı.
Parkur ne kadar iyiyse ve dinamikse, seyirci ve sporcu o ölçüde zevk alır. Fakat bu organizatör için çok zordur. 20-30 tane aracı, başka bir sürü değişkeni kontrol altında tutmak zorlaşıyor. Ama parkur güzel olunca bunlarla başa çıkmak, yapılması gereken bir iş hâline geliyor. Üzerine bir de yağmur ve dolu yağdı. İş iyice zorlaştı. Tüm ekipler, motorcusundan sporcusuna, hakeminden diğer çalışanlara, o etabı güvenli bir şekilde bitirebildi. Bu çok önemliydi.
Ek olarak, daha önceden göremeyeceğiniz şeyler oluyor. Örneğin yine Kemer-Antalya etabında, finişe su birikti. Bunu önceden görmek için yollara su basmak gerekir. Yağmur yağmadan görmek imkânsız. “Su birikmiş, ne olacak” derseniz büyük sıkıntı yaşarsınız. Büyük kazalar olabilir. Ama o suyu oradan tahliye etmek, finişteki riskleri görmek çok önemli. Bu senenin bana öğrettiği en önemli şey, öyle zorlu bir parkurda yarışı nasıl daha iyi hâle getirebileceğimdi.
Son sorum şu olacak. Ivan Basso ve Andrea Tafi gibi çok önemli iki İtalyan bisiklet efsanesi buradaydı. Basso, İtalya Bisiklet Turu’nun Antalya’dan başlaması gerektiğini esprili bir şekilde söyledi. Siz de elinizle para işareti yaptınız. Örneğin bu sene Giro’nun ilk üç etabı Macaristan’da koşulacak. Macaristan’ın çok büyük sportif bütçelere sahip olmadığını da biliyoruz. Birkaç yıl sonra ilk üç etabın Antalya’da koşulacağını düşünelim. Bu kaç milyon euro’luk bir organizasyon ve sizce gelecekte mümkün olur mu?
Bu iş tamamen pazarlıklara bağlı ama Büyük Tur’ların başka bir ülkeden başlaması için dört ila altı milyon euro arası bir paradan bahsedilir. Bu miktar, bir Avrupa ülkesi için çok olmayabilir ama döviz kuru nedeniyle bizim ülkemiz için çok ciddi bir bütçe oluyor. Yakın gelecekte bu nedenle bile böyle bir şeyin mümkün olmadığını söyleyebilirim.
Öte yandan, Türkiye’nin öyle bir ihtiyacı da yok. Giro ya da Tour de France ülkemizde başlasın ama kimin için başlasın? Öyle bir bisiklet kültürümüz yok ki. Etaplara ilgi gösterecek seyircimiz de yok. Bizde insanlar bisikleti gördüğü zaman arkasını dönüp yürüyor, ya da yolu kapattığımız için küfrediyor.
Önce kültür lazım. Ülkeyi tanıtmak istiyorsanız da o bütçelerde değil, daha küçük bütçelerle başlayacaksınız. Şöyle düşünün; siz bekarsınız, ileride evlenirim ve çocuklarım olur diye 10 odalı ev alıyorsunuz. Önce bir evlen, sonrasına o zaman bakarız.
Danışmanlarla ve halkla ilişkiler uzmanlarıyla, elde olan bütçemizi çok daha verimli kullanabiliriz.
Hazırlayan: Enes KANBUR