Mükemmeliyet
" Biz bu ürünü (basketbolu) yüceltmeye çalışıyorsak yüceltebiliriz, küçültmeye çalışırsak yücelmesini beklemek hayalperestliktir.
"
Biz bu ürünü (basketbolu) yüceltmeye çalışıyorsak yüceltebiliriz, küçültmeye çalışırsak yücelmesini beklemek hayalperestliktir.
"
1991 yazında, tam da Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Üsküp’ten İstanbul’a geliş sürecinizi paylaşır mısınız? Daha önce planladığınız bir süreç miydi?
O dönem savaşın başlaması nedeniyle Yugoslavya’yı terk etmek zorunda olduğum için Türkiye’ye geldim. Yani bir seçenek değil bir mecburiyetti.
Üsküp’te okulunuz bitmek üzereyken Türkiye’ye geldiniz ve İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne yatay geçiş yaptınız. Eczacılık ile antrenörlük arasındaki tercihi nasıl yaptınız?
Üsküp’te antrenörlüğe herhangi bir maddi beklentim olmadan başlamıştım. Bunun yarı sıra eğitimimi de sürdürmem gerekiyordu ki zaten oyunculuğu da üniversiteyi rahatça bitirebilmek için bıraktım. Çünkü Yugoslavya’da Basketbol, kişinin hayatını devam ettireceği bir iş değildi. Ana tema üniversiteyi bitirmekti. Yatay geçişimi yaptığımda orada son sınıf öğrencisiyken, burada üçüncü sınıftan başlamak durumunda kaldım. Aynı zamanda antrenörlük yapmaya da devam ettim. Öncelikle Eczacıbaşı, daha sonra Efes Pilsen olmak üzere kariyerim bu yönde devam etti. Basketbol, bir tercihten ziyade bir tutkuydu.
Aydın Örs, “Çok çalışmak, vizyon koymak ve planlı olmak, şampiyonluk yolundaki en önemli şeyler.” diye belirtiyor. Siz de kendisiyle yedi yıl çalıştınız. Kendisiyle nasıl tanıştınız ve hakkında neler söylersiniz?
Rabotniçki’de altyapı antrenörü olduğum dönem İstanbul’a gelip gidiyordum. Ablam da Efes Pilsen tesislerine yakın oturuyordu. Aydın Abi o dönem Efes Pilsen altyapı antrenörüydü. Ben de vakit geçirmek, sohbet etmek ve antrenman izlemek için Efes’in altyapı antrenmanlarına gidiyordum. Türkiye’ye geldikten sonra bu gidiş gelişler daha sık olmaya başladı.Beraber çalıştığımız yedi yıllık dönemde çoğunluğu iyi olmak üzere, iyi ve kötü günleri beraber geçirdik. Türkiye kariyerime Eczacıbaşı’nda başlamış olsam da Aydın Abi’nin yeri bende hem insan olarak hem de antrenör olarak çok başkadır.
Petar Naumoski transferinde etkiniz olduğunuz biliniyor. Özellikle, Naumoski’nin Jugoplastika’dayken İstanbul’da yaşadığı otel travmasını atlatmasına nasıl destek oldunuz?
Aydın Abi ile bir oyun kurucu seçim sürecimiz vardı. O dönem Türk takımlarının yabancı tercihi hep pota altını domine eden uzunlardı ve bu yüzden yabancı bir point guard’ın Türkiye’ye gelmesi zor bir süreçti. Yine de yabancı tercihini o pozisyondan yana kullanmayı tercih edince gündemimizdeki ilk isim Aleksandar Djordjevic olmuştu. 1992 Final Four’unda Joventut’a karşı üçlüğü atıp Partizan’a kupayı kazandırınca, “Artık alamayız” dedik ve B planımıza yöneldik. Tabi o dönem veriler bu kadar kolay gelip gitmiyordu. Naumoski’nin Rabotniçki’de iyi bir sezon geçirdiğini biliyorduk. Birkaç videosunu izledik ve teklif götürüldü. Otel konusuna gelirsek, bizim ülkemize gelen neredeyse bütün yabancılarda şöyle bir durum var: Önyargılı bir şekilde geliyorlar ve birkaç senenin sonunda yaşam kalitesini gördükten sonra hepsi burada kalmak istiyor. Dolayısıyla Naumoski’yi yargılamamak gerekir, herkesin başına gelebilecek bir şanssızlık. Tek başıma bir etkim olduğunu söylemekse fazla iddialı olur. Fakat oyuncuyu önerdiğim doğrudur.
Sizin de içerisinde 15 yıl bulunduğunuz süreçte Efes Pilsen forması giyen oyuncular ve meslektaşlarınız “aile ortamı” vurgusu yapıyor. Efes ekolünün oluşmasında bu aile ortamının etkisi nedir?
Bence Efes, Türkiye basketbolunun çok üzerinde ve Avrupa’da dahi çok aranacak bir organizasyon. Dolayısıyla sadece çalışanı değil, üst yönetimiyle de çok önemli bir yapı mevcut. Bunu bir bütün gibi düşünürsek, parçalara ayırmak imkansız diyebilirim. Bu bütünün temellerini ise organizasyon içerisindeki kişilerin çalışma yeteneği, hırsı ve heyecanı oluşturuyordu. Yine de en önemli etkenin de beraber geçirilen uzun zaman, yani istikrar sağlamak olduğunu söyleyebilirim.
Peki 1993 yılında Aris’i karşı kaybedilen final, 1996 yılında ülke basketbolunun yönünü değiştiren Koraç Kupası’nın kazanılmasında etkili oldu mu?
Kesinlikle! O zamanlar eğlence ve bilgiye ulaşmak bu kadar kolay değildi. Şu anda iki tuşla istediğiniz takımın taraftarı olabilirsiniz fakat o dönemde bir aidiyet duygusu oluşturmak gerekiyordu. O dönemde de Efes’in finaller görmeye başlaması, kitleleri ve yatırımcıları kendisine çekebilmesini sağlamıştı. Dolayısıyla basketbol ürünü daha yukarılarda yer almaya başladı. Böylece yarı final, finaller ve kupalardan rahatlıkla bahsedilmeye başlandı.
2003-2006 yılları arasında Final Four kapısından dönülen üç sezonunuz var. İlk sezon son saniye basketiyle kaybedilen Skipper maçı, ikinci sezon hakem hatalarının damga vurduğu Panathinaikos serisi ve son sezonda ise şampiyonluk ipini göğüsleyecek CSKA’ya karşı verilen mücadele… Bu sezonlarda farklı yapılması ya da planlanması gerektiğini düşündüğünüz şeyler var mı?
Biz o yıllarda bütçe anlamında ikinci kademeden gelen bir takımdık. Yine de daima zirveye oynadık ve bence çok başarılı olduk. Zaten daha düşük bütçeli ve sürpriz takım olmanın bedelini de hakemler vb. durumlarla birçok yerde ödedik. Yine de geriye dönüp bu sezonlara baktığımda, Neyle ne yaptığınız önemli” diyorum. Tabii, keşke şans da biraz yanımızda olsaydı. Çok daha iyi şeyler olabilirdi. Fakat bunlar da yaşanması gereken şeylermiş.
Türkiye’den İtalya’ya… Benetton döneminiz Eurocup’ta yılın koçu seçildikten sonra ayrılmanızla sonlandı. Bu ayrılık kararının arkasındaki sebepler nelerdi?
2009 yılında Avrupa’daki kriz sebebiyle bütçeler fazlaca düşüş gösterdi ve kulüple ilgili kapanma haberleri dolaşmaya başladı.Bana üç yıllık yeni bir sözleşme teklif edilmesine rağmen, iki senelik tecrübemin üzerine ayrılmam gerektiğini düşündüm ve teklifi kabul etmedim. Sonrasında bir sezon çalışmadım ve bu gerçekten çok iyi geldi.
Bugüne kadar Yugoslavya, Türkiye ve İtalya’da görev yaptınız. Bu üç ülkenin basketbol tarzlarını ve kültürlerini nasıl kıyaslarsınız?
Yugoslavya’yı diğerlerinden ayıran en önemli iki özelliği, gelenek sahipliği çalışma sistematiği. Biz ise henüz kendi basketbol geleneğimizi oluşturamadık. Akdeniz insanı olarak hep duygularla hareket ediyoruz, daima günü düşünüyoruz ve masada planlar konuşuluyor. Fakat yola çıktıktan sonra duygular ağır basıyor ve konuşulan planda sapmalar oluyor. İtalya için, bu iki ülkenin ortasında diyebilirim. Bizdeki öncelikler ve oradaki öncelikler çok farklı, bu sebeple kabul etmemiz lazım ki spor kültürleri maalesef bizden yukarıda.
2010 yazında başlayan Galatasaray döneminize dair, öncelikle o “ikonik” CSKA galibiyetini sorarak başlamak istiyorum. Gerek salon gerekse ekran başındakilerin baştan sona büyük bir inançla takip ettiği bir karşılaşmaydı. O akşam, o salonda sizin hissiyatınız neydi?
Prensip olarak her karşılaşmaya kazanma fikriyle çıkan bir antrenörüm. Kendimden de başkalarından da hep maksimumu zorlamayı beklerim. Buna rağmen tabii ki gerçekçi de bir adamım. Bu yüzden CSKA takımının ne kadar iyi olduğunu hepimiz biliyorduk. Yine de hiç kimse yenilmez değildir. Tabii ki o günkü taraftar… Aradan yaklaşık sekiz yıl geçmesine rağmen tüylerimi diken diken eden bir atmosfer vardı. Bugün YouTube’da ABD ve Avrupa fan sayfaları o güne dair tribün görüntülerini hâlâ paylaşıyor. Bunlar çok özel hikayeler, bu destekle birlikte bu özel hikayenin bir parçası olmak ve kazanmış olmak çok güzel. Aslında herkes biliyor ki belki beş maç oynasak böyle bir galibiyet elde edemeyecektik fakat o gün olması gerekiyordu ve oldu. Keyifli ve özel bir gündü.
Galatasaray’daki ilk döneminiz iki yılın ardından son buldu. Tam da 2+2 yıllık yeni anlaşmadan bir ay sonra… Ayrılık sonrası verdiğiniz bir röportajda, ayrılık süreci hakkında “yalan ve iftira” vurgusu yapmıştınız. Dönemin başkanı Ünal Aysal’ın diğer branşlardaki antrenörlerle de yaşadığı problemler göz önüne alındığında, size haksızlık yapıldığını düşünüyor musunuz?
Galatasaray’daki ilk senemin sonunda bana Real Madrid’den teklif geldi. Sadece söz verdiğim ve konuştuğumuz plana sadık kalmak için teklifi kabul etmedim. Sonrasında yapılanlar çok hoş ve kaliteli olmadı. Haksızlık yapıldı mı? Aslında herkes doğruları biliyor. Bu yüzden de bu doğruları benim anlatmama ihtiyaç yok. Sadece bana karşı yapılanlara her insan gibi ben de üzüldüğümü belirtmeliyim. Yine de bu da hayatın bir parçası diyerek hayatınıza devam ediyorsunuz. Ama sonunda doğrular da ortaya çıkıyor.
Real Madrid teklifinden bahsettiniz. TAU Ceramica ve Fenerbahçe Ülker tekliflerini de mevcut kontratlarınıza bağlı kalmak için reddettiğinize dair haberler vardı. "Bu tekliflerden birisini kabul etseydim daha farklı bir kariyerim olurdu” diyebilir misiniz?
Fenerbahçe Ülker’den hiç teklif almadım. TAU Ceramica’dan ise iki kez teklif aldım. Birisi Efes Pilsen’deki ilk dönemimde, ikincisi Efes Pilsen’den ilk ayrıldığım dönemdeydi. Bu dönemde ayrıca Real Madrid’den ilk teklifimi de almıştım. Tüm bu teklifleri sadece söz verdiğim ve bir plana bağlı olduğumuz için reddettim. Pişman mıyım? Daha pragmatik düşünebilirdim. Her ne kadar sözüne sonuna kadar inandığım ve güvendiğim, özel bir yönetici olan Tuncay (Özilhan) Bey’le söz üzerine kurulu bir düzenimiz olsa da, pragmatik ve bencil olmak kendi açımdan daha doğru olabilirdi. Yine de neticede bunlar benim doğrularım ve ben bu doğrularla hayatıma devam ediyorum. Mutsuz değilim.
2013 yılında, ikinci Anadolu Efes döneminizde dördüncü kez Final Four kapısından döndünüz. Gelecek planlarınızda Anadolu Efes ile Euroleague’de Final Four görmek gibi bir hedefiniz var mı?
Şu anda yok. Kariyerimin en başında bir hayalim vardı: Euroleague’in en üst seviyelerini görmek. Oraya geldikten sonra görüyorsunuz ki o seviyelerde tutunmak lazım ve o seviyeler de o kadar sofistike yerler değil. Bu, benim hiç hayalim ya da heyecanım yok demek değil tabii. Buna rağmen uzun vadeli plan yapmak, bu işte çok da mantıklı ve rasyonel bir şey değil. Çünkü birçok parametre size bağlı kalmıyor. Efes’te ne kadar düzgün bir yapı içerisinde çalıştıysam da başka yerlerde olumsuz anlamda tecrübeler edindim. Bunlar hayatta olan şeylermiş.
" Ne zaman ki ben istifa ettim ve sosyal medyada taraftar sayfaları baskı kurmaya başladı, o zaman benimle görüşmek istediler. Halbuki ben o zamana kadar da oradaydım. "
Sizin de Galatasaray’daki ikinci döneminizin, sizin kararınızla son bulmasında başrol oynayan “basketbolda ve amatör branşlarda küçülme fikri” hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Basketbol zaten küçüktü. Daha nereye kadar küçülteceğiz? Küçülmek problem değil, en büyük problem verilen sözleri yerine getirmemek. Sözler yerine getirilmediğinde sürekli türbülans içerisinde olunur, hiçbir zaman öngörülemez ve herhangi bir plan yapılamaz. Bu dönemde benim karşı olduğum ve isyan ettiğim şey, bu düzensizlik ve ilgisizlikti. Altı ay çalıştığım dönemde sadece bir kez maaş almama rağmen bir kez bile maaşımı sormadım. Gördüm ki kimsenin umurunda değil ve kimse ilgilenmiyor, o zaman istifa kararı aldım. Ne zaman ki ben istifa ettim ve sosyal medyada taraftar sayfaları baskı kurmaya başladı, o zaman benimle görüşmek istediler. Halbuki ben o zamana kadar da oradaydım. Esasında benim anlamadığım süreçler bunlar. Başarılara, bütçeden bağımsız iyi organizasyonlarla ulaşılabildiğine inanan bir insanım. Galatasaray’daki ilk dönemimizde de çok paramız yoktu, yolun başında salondaki taraftar sayımız da çok azdı. Buna rağmen insanlar bizim yaptıklarımızı gördüler ve bize inandılar. Sezon başında St. Petersburg maçında 150 olan taraftar sayısı, yarı final serisindeki Banvit maçında -bakın Fenerbahçe maçı demiyorum- 12 bin kişiye çıktı ki, beş bin kişi salonun dışında kaldı. Güzel bir şeyler yapıldığının en önemli göstergesi bu değil mi?
Fenerbahçe Beko baş antrenörü Zeljko Obradovic, geldiği günden bu yana tribünlerin önemli Euroleague ve lig maçları haricinde dolu olmamasından dert yanıyor. Siz de sık sık bu durumu dile getiriyorsunuz. Basketbol tribün kültürü ülkemizde nasıl geliştirilebilir? 90’lı yıllardaki tribün kültürüne dönebilir miyiz?
Bu şekilde dönemeyiz. Eğer biz basketbolun küçülmesi için çaba sarf ediyorsak, basketbola olan ilgiyi arttıramayız. Bu ürün hepimizin ürünü, sadece antrenör ve taraftarların ürünü değil, aynı zamanda en üst seviyedeki yöneticilerin de ürünü. Efes’in yıllardır süre gelen başarıları tesadüf mü? Üst yönetimin sadece para olarak değil, her anlamda bu işe ciddi şekilde ilgi göstermesiyle geldi bu başarılar. Ben bunları sadece büyük kulüpler için söylemiyorum, tüm basketbol takımları için geçerli söylediklerim. Geçen sezon, tribünlerin doluluk oranı maalesef %30’du. Ki bunların yarısı oyuncu, antrenör ve kulüp çalışanlarının davetlileri. Yani demek istediğim şu: Biz bu ürünü yüceltmeye çalışıyorsak yüceltebiliriz, küçültmeye çalışırsak yücelmesini beklemek hayalperestliktir.
Saha kenarında bazen çok sinirlendiğiniz anlara şahitlik ediyoruz. Bu durumu kazanma hırsınıza mı bağlayabiliriz yoksa saha kenarında böyle mi olmak gerekiyor?
Olmak gerekiyor mu gerekmiyor mu artık bilmiyorum, çünkü o dönemleri uzun zamandır geçtim. Neticede, mükemmelliyetçi bir yapım var ve yapılması gereken her şeyin mükemmel olmasını istiyorum. Oyuncularıma hiçbir zaman hatadan bahsetmem. Fakat yapılması gereken şeyin en iyi şekilde yapılmama çabası beni çok fazla hayal kırıklığına uğratıyor. O yüzden tembel ve hedefsiz çalışanları sevmem. Dolayısıyla bu hırs, saha kenarına yansıyor olabilir. Açıkçası mükemmelliyetçi olmak, benim için de hiç konforlu bir durum değil. Fakat ortada bir iş yapılıyor ve bizlerin görevi o işi bir kademe yukarı taşımak ya da taşımanın yollarını bulmak.
2019 kışı ve yazında Pınar Karşıyaka’yı, geçtiğimiz ocak ayında ise Hapoel Tel Aviv’i reddettiğiniz haberlerini okuduk. Oktay Mahmuti, bu sezon içerisinde ya da yeni sezondan itibaren saha kenarına dönecek mi?
Şartlar nasıl oluşur bilmiyorum tabii ama bu sezon kesin olmaz diyebilirim. Ancak çok farklı bir durum gerçekleşmesi gerekir. Sezon içerisinde bir takımın başına geçmek çok doğru değil ve çok benim tarzım olan bir şey de değil. Benetton ve Galatasaray’da olmak üzere iki kez yaptım, gerçekten çok farklı durumlarda çok farklı şeyler yapmak gerekiyor. Çünkü bir sürü başka etken var. Mesela 2018 yılında Galatasaray’ı devraldığımda, takım ligde sondan ikinciydi. O dönemde “Oktay, al kurtar!” dendi. Tamam kurtaralım, fakat kurtaramazsak Oktay’ın itibarı ne olacak? Kimse bunları düşünmüyor. Neyse ki aldık, bir yerlere de getirdik ancak hiç rahat bir süreç değildi. Gelecek sezon içinse net bir şey söyleyemiyorum. Gerçekten hayal kurmamaya çalışıyorum çünkü ne olacağını pek bilemiyorum. Yılların verdiği tecrübeyle şunu anlıyorsunuz ki, çok fazla uzun vadeli plan yapmak doğru bir şey değil. Çalışmadığım dönemde, kendime ve başka şeylere zaman ayırmanın da çok keyifli olduğunu anladım. Hem eğlence hem de kendini geliştirme açısından…
Sizin antrenörlük döneminizde, Mirsad Türkcan, Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur gibi isimler Efes tedrisatıyla NBA’in yolunu tuttu. Şu anda NBA’deki milli oyuncularımız Furkan Korkmaz ve Cedi Osman da Anadolu Efes sonrası NBA’e adım attı. Genç temsilcilerimizle ilgili düşünceleriniz neler?
Doğrusu başarılı buluyorum. Cedi geçen sezondan beri sıklıkla oynuyor, Furkan da bu sezon iyice oynamaya başladı. Yine de şöyle bir geriye baktığımda, birer sezon daha burada oynasalar daha güçlü giderlerdi diye düşünüyorum. Tabii bu benim yorumum. Şu anda da kaybedilmiş bir şey yok. Sadece oradaki kademeleri daha kısa kısa geçmek yerine, daha dolaylı yoldan geçiyorlar. İkisinin de önü çok açık. Cedi’yle çalışma fırsatım oldu, Furkan’la olmadı. Bu sebeple sadece Cedi’nin oyunculuk karakteri hakkında yorum yapabilirim. Kişilik ve oyunculuk olarak çok kıymetli ve özel oyunculardan birisi.