Nostalji uykusunun sonu
Who wants to sleep in the city that never wakes up? Blinded by nostalgia !!window.__es_gtm_helper.inject_ad('outstream','1759336581outstream', !!0, !!0, !!0) -->Muhtemelen Eurosport izleyicilerinin en sevdiği Arctic Monkeys şarkısından, Old Yellow Bricks’den bir alıntıyla başladık.
Who wants to sleep in the city that never wakes up?
Blinded by nostalgia
Muhtemelen Eurosport izleyicilerinin en sevdiği Arctic Monkeys şarkısından, Old Yellow Bricks’den bir alıntıyla başladık. Bir dönemin yayın tanıtımlarında bu şarkı kullanılır, anlatımlara büyük bir enerjiyle girmemizi sağlardı. Daima kafamı karıştırmış sözleri de bizi bu seneki Euroleague playofflarına bağlamayı başarıyor. Anadolu Efes ve Barcelona, yıllardır Avrupa basketbolunun dev birer bulmacası olarak karşımızda duruyorlar: Basketbol kültürü köklü, başarı geçmişi bulunan, kalburüstü oyuncularla, kariyerli antrenörlerle çalışarak para harcayan, farklı modeller deneyen bu iki büyük şehir kulübü, nasıl oldu da son yılların güç merkezi haline gelen Olympiacos, CSKA, Fenerbahçe ve Real Madrid blokunun dışında kaldı? Arşivler yalan söylemiyor. Efes Avrupa’da son kez Final Four(1) gördüğünde henüz 2000li yılların başındaydık. Barcelona ise Xavi Pascual’ın yenilikçi tempo basketbolu dizaynıyla hem İspanya’yı hem de Euroleague’i(2) domine ettiği günleri mumla arar oldu. Yaklaşan playoff serisi, her iki taraf için de bu kayıp yılları unutturabilecek dev bir fırsat. Ama Vitoria’ya giden trende, bu seri için sadece bir kişilik kontenjan var ve hataya mahal yok. Sonuçta kim sonsuza kadar nostalji uykusunda kalmak ister ki?
Kendimize karşı dürüst olalım: İlk üç hafta itibarıyla Anadolu Efes ya da Barcelona’dan birinin Final Four yapacağı düşüncesi, ancak iki takım taraftarlarının gerçekleşmesini umduğu, umut dolu bir temenni olabilirdi. Efes, Münih’te kazanarak başlamış ama ardından pek de ikna edici olmayan bir Zalgiris karşısında ağır bir iç saha yenilgisiyle şaşırtmıştı. Doğuş Balbay’ın dengesini kaybederken gönderdiği üçlük olmasa, Khimki maçı da kayıpla bitecekti. Barcelona için de tablo daha parlak değildi. Geçen sezonun hengâmesinde, beklenmedik biçimde yeniden ortaya çıkıveren Stevislav Pesic sürprizinin kısa sürmesi bekleniyordu ama “Jasikevicius burada koç olacaksa, yardımcı ekibimde üçüncü koç olur” sivriliğiyle devam eden olaylar zinciri, daha sezon başındaki Gran Canaria’ya yenilgisiyle tüm bir sezonun parodiye dönüşme riskini de beraberinde getirmişti.
Normalde, “alt tarafı birkaç maç” denip de geçilebilecek bir kötü serinin, böyle bir pesimizmi çağırması boşuna değil. Barcelona’nın post-Pascual döneminin kupasız geçen sezonları, bir türlü oturmayan oyuncu kadrosu, oyun yapısı ve kimlik arayışıyla bezeliydi. Georgios Bartzokas ve Sito Alonso dönemleri sakatlık ve bir dolu aksilikle hızlı biterken, koçların takımda büyük otoritesi bulunan Navarro’ya ve dolayısıyla da takıma söz geçirememesi medyatik oldu ve arada bir kendini hissettiren ama hiç kaybolmayan sevimsiz bir konuya dönüştü. Son kez Euroleague finaline yaklaştıkları 2012 Final Four’unda İstanbul’daydılar. Marcelinho Huertas bitime 36 saniye kala gönderdiği üçlüğü kaçırmış ve Olympiacos’un hanedanlığı işte orada başlamıştı. Tribünlerde yakaladığım Pesic ise laf arasında bir ilginç noktaya değiniyordu: “Sezon başı Efes’e geliyordum, her konuda anlaşmıştık. Ama son anda beni arayıp vazgeçtiklerini, yerli antrenöre şans vermek istediklerini söylediler.”
O günlerde Pesic’in yerine tercih edilen yerli antrenör Ufuk Sarıca’ydı ve Sasha Vujacic, Dusko Savanoviç ve Stanko Baraclı, o zamana göre iddialı gözüken bir kadro kurulmuştu. Ertesi sene Oktay Mahmuti geri döndü ve ekibe Jordan Farmar, Jamont Gordon ve Joshua Shipp de katıldı. Fakat bir türlü olmuyordu. Küllerinden doğan Olympiacos’un mimarı Dusan Ivkoviç’in elindeki Cedi Osmanlı, Thomas Heurtelli, Dario Saricli kadroda umut vardı ama o senenin (2015) şampiyonu Real Madrid’le playoffta eşleşilmişti. Bir sonraki sene bu kez Furkan-Cedi-Granger-Heurtelli hücum canavarı bir ekip, dönemin dişli takımı Kızılyıldız’a ikili averajda geçildiği için erken veda etti. Perasoviç ikinci dönemindeki 2017 kadrosuysa son sekizde Olympiacos’a karşı saha avantajını yakalasa da sonunu getiremedi ve Ergin Ataman geçen sezonun ortasında takıma döndüğünde, bir şeyleri toparlamak için vakit artık çok geçti.
***
Her ne kadar saha avantajını elinde bulunduruyor ve maç istikrarı bakımından rakibinden daha iyi durumda gözüküyor olsa da Efes’i kafa karıştırıcı bir rakip bekliyor. Barcelona’nın sezon başında gelen Gran Canaria yenilgisine çok da fazla anlam yüklemesek de Kasım sonu-Aralık başı arasındaki 6 maçtan 5’ini kaybettiklerinde geçtiğimiz senelerden çok da farklı bir yöne doğru gittikleri izlenimini yaratmıyorlardı. Playoff yapamayan takımlardan Olympiacos, Buducnost ve en kritik yerde de Bayern’e yenilmeleri, kötü bir günde yakalandıklarında çözüm üretemediklerine bir işaret olarak algılanabilir. Fakat bu takımın başka, savaşçı ve oldukça tehlikeli bir yüzünü de görmezden gelemeyiz. Son şampiyon Real Madrid’i bu sezonki beş buluşmanın dördünde mağlup etmeleri buna güzel bir örnek. Efes’i de 65 sayıda tutarak yendikleri maç gözdağı niteliğindeydi ve Pesic’in ilk dakikalarda oyundan atılmasından aldıkları hırsla, Fenerbahçe’ye evindeki ilk yenilgisini tattırmanın da eşiğine geldiler. Buradan hareketle şu çıkarımı yapabiliriz: Yoğun maç maratonunda dikkati dağılabilen bu takım, daha ciddi ve telafisi mümkün olmayan bir safhaya geldiğinde yüksek konsantrasyon toparlayabiliyor ve avcı önsezilerini gün yüzüne çıkarabilen, sert ve çok tehlikeli bir takım haline dönüşebiliyor.
Yukarıdaki grafiklerde de görüldüğü gibi, Efes ve Barcelona maçlarını çok farklı metotlarla kazanmaya çalışan yapılara sahip takımlar. Efes hücumda çoğunlukla kısalarıyla şut kullanan, bol bol ve oldukça verimli üçlük deneyen, bunun sonucunda da ilk 7-8 hafta neticesinde yükselen ve lig ortalamasının üzerine çıkan temposunu sezon sonuna dek koruyan bir takım. Barcelona ise tam tersine, tempoyu fazla yükseltmeden, çoğunlukla sayılarını üçgen hücum benzeri yapıları uygulamaya sokup post-uplar yaratmaya çalışarak, pozisyonları çembere yakın yerlerden bitirmeye çalışan daha klasik bir Avrupa takımı görüntüsü çiziyor. Barcelona’nın EL’de en sık faul alan takımlar arasında olmasının yanında, maç başına yaklaşık 20 dakika oynayan ve sahada bulunduğunda şutların %23’ünü kullanan (USG %) bir Ante Tomic’in kaydettiği sayılardan neredeyse yarısının asistsiz gelmesi(3) son bahsettiğimiz noktayı daha tek başına anlatıyor. Efes ve Barcelona’nın yanında, Euroleague ortalama oyun temposu en düşük iki takım (Zalgiris&Fenerbahçe) ile en yüksek iki takımı (Gran Canaria&Armani Milano) karşılaştırmada fikir vermesi açısından Grafik 3’te bulabilirsiniz.
Yüksek temponun özellikle Euroleague takımlarına her zaman fayda sağlamadığı fikri, Olympiacos-Fenerbahçe ikilisinin son 6 senede yakaladığı başarılarla güçleniyor. Aynı süreçte tempo basketbolunu tercih eden CSKA normal sezonu domine etmesine karşın yalnızca bir final oynayabilmişken FB ve OLY ikilisinden toplam 6 final çıktı. Neyse ki Anadolu Efes, Milano ya da Gran Canaria’dan farklı olarak ofansif verimliliğini tempoyla birlikte yüksek tutmayı başarabilen bir ekip oldu. Her 100 hücum başına elde ettiği 107,6 sayıyla bu kategorinin ikincisi Efes (#1 Fenerbahçe)(4), her ne kadar sezon başındaki seviyesinden nispi olarak gerileme yaşasa da EL ortalamasının üzerindeki bu seviyesini de sezon boyunca korudu. Buna son 6 EL maçının 4’ünde 90 sayıyı aşan Efes’in zinde bir hücum düzeninde Barcelona karşısına çıktığını belirtebiliriz. Bununla birlikte, Anadolu Efes’in topun el yaktığı belirleyici anlarda, bir başka deyişle clutch time’da da hücum verimliliğinden ödün vermeden oynamayı başardığını görüyoruz. Yakın maçlar oynanmasına müsait bir playoff serisi için, şüphesiz olumlu bir veri.
Bu “efektif hücum” paketini hazırlayan bileşen arasında, Efes’in kendi Euroleague tarihinde yakaladığı en iyi üçlük yüzdesi (%40,7) önemli bir yerde. Üstelik bu oran, düşük tempoda tasarruflu üçlük deneyen Zalgiris tarzı bir düzenin yansıması değil. Playoff takımları arasında Efes’ten daha fazla üçlük deneyen tek takım Real Madrid ve onların isabet oranı da %40’ı bulmuyor. Genel olarak şutlarını ve sayılarını kısaları üzerinden bulan Efes’te hücumlar kimsenin tekelinde değil ve üçlük denemeleri/isabetinde de Shane Larkin-Adrien Moerman-Krunoslav Simon-Rodrigue Beaubois ve Vasilje Micic, Ergin Ataman’ın yönettiği organizasyonda dengeli bir yapıyı oluşturmayı başarıyorlar.
Üçlüklerdeki dikkat çekici performans, Efes’in pota altı oyununda etkin olmadığı izlenimi yaratamamalı, zira çembere yakın şutlarda gelen %67 isabet yüzdesi, Efes’in lider olduğu başka bir kategori.(5) Bu verimliliğin sebebi olarak ille de bir isim arayacaksak, ikili oyunlarda içe ya da dışa açılan uzunları bulma becerisini geliştiren ve gerektiğinde de yüksek yüzdeyle şut kullanan Vasilje Micic’i ortaya atabiliriz. Kullandığı hücum başına top kaybı yapma oranı yüksek ve belirleyici anlarda bazı yargı hataları fazla olsa da Efes’in asist üzeri sayı üretiminde %54,5’le Euroleague ilk üçüne girmesinde büyük payı olan Micic, Bryan Dunston’a 31 ve Tibor Pleiss’a 36 ve çıkan Moerman’a da 34 asist kaydetmiş durumda.(6) Tüm bu yapının işleyişinde kısaların topsuz koşu ve toplu perdeler kadar özellikle Simon’un uzman olduğu topsuz perdeler de büyük önem arz ediyor. Sıklıkla zipper cut olarak niteleyebileceğimiz, içeriden dışarıya yapılan sprinter topsuz koşularla alınan pas, oldukça hareketli ve gerektiğinde orta ve uzun mesafe şut da kullanabilecek uzun oyuncularla açık alanda oynanan bir ikili oyunlarla birleşiyor. Tüm bunlar sorunsuz işlerse, sonuçta ortaya günümüz basketbolunun oldukça farklılaşan spacing anlayışını benimsemiş, izlemesi keyifli bir takım ortaya çıkarıyor.
***
Peki tüm bunlar F4’e gelmeye yeter mi? EL’nin son 5 yılına bakarsak, en iyi dört hücum ya da savunma takımının firesiz F4’e gelemediğini görürüz. Hatta sene başına savunmacı ya da hücumcu takımların katılım yüzdelerini kıyasladığımızda, %50’ye denk gelen bir şanstan bahsedebiliriz. Özetle her ne kadar geçen yıl itibarıyla hücumcu takımlar öne çıksa da savunmaya ağırlık verenlerin de F4 yolunda ciddi bir şansı olduğu yadsınamaz bir gerçek. İşte Barcelona’nın şansları da burada başlıyor.
Bu sezonki Savunma Ratingleri itibariyle değerlendirildiğinde (100 hücum başına yenen sayı) Barcelona, EL’nin en iyi üç savunma takımından birisi ve bu istatistik seriye tutunmalarını sağlayacak olan ana faktör.(7) “NBA’de oynanan oyun basketbol değil, basketbol savunmadan kurulur.” gibisinden açıklamalarla arada ateşi harlama girişimleriyle tanıdığımız Pesic’ın kendine has mizacını ve katı disiplinini iyi tanıyanlar için bu tablo pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Çok sorunlu geçen Bayern yıllarını bir tarafa bırakırsak, Sırp koç 2000’den sonra çalıştırdığı EL takımlarıyla, maç başına en az sayı yiyen beşlinin dışına hiç çıkmadı.(8) Sezonun genelinde lig ortalamasından çok daha iyi savunma yaptıkları, hatta sezonun ikinci kısmıyla birlikte vidaları biraz daha da sıkıp playoff biletini de bu özellikleriyle aldığını söyleyebiliriz; fakat bazı stres testlerinde de pek geçer not alamadıkları da aşikâr. Örneğin sadece son çeyrekler bazında değerlendirilince, savunma sertliğinde Real Madrid, Maccabi, Fenerbahçe ve CSKA’nın daha gerisinde kalmaları, uzatmada kazandıkları Zalgiris karşısında 26, kaybettikleri kritik Bayern maçında da 24 sayı yedikleri son çeyrekleri açıklıyor. Clutch time baz alındığında da savunma ratinglerinde sekizinciliğe geriliyorlar. Tüm bu istikrarsız durumlar, zaman zaman zigzaglı bir yol izleyen Barcelona savunma verilerinin arka planını oluşturuyor. Ancak bu çelişkili durum hangi dinamiklerle karşımıza çıkıyor?
Karşımıza çıkan bu garip duruma yanıt ararken Barcelona’nın boyalı bölge ve çember yakınlarında yaptığı savunmayla, perimetre ve üçlük savunmaklarını ayırmak gerekiyor. Uzunlara baktığımızda çok yırtıcı savunmacı olmasa da bakıldığında fizik olarak boyalı bölgede ağırlığını hissettiren Ante Tomic ve daha ziyade mücadele hırsıyla bezdiren Pierre Oriola-Chris Singleton gibi değişimeli oynayan iki 4 numaranın yanında, pota baskıda oldukça agresif bir guard olan ve takımı ateşleyen Pau Ribas, yardım savunmasını çok iyi yapan ve gerektiğinde guard ve ikili oyunlarda adam değişimiyle pivot savunmasına dahi geçebilecek kısa forvet Victor Claver çok sıkı bir çember koruyucu hat oluşturuyorlar. Bu sayede Barcelona, hem rakibin ikilik isabeti yüzdesini düşürüyor, gerekirse faul yapıp çizgiye gönderiyor ve dolaylı yoldan da rakibi yayın gerisinden oynamaya zorluyor.
Ne var ki, geniş alanda oynanacak bir Pick’n Roll için yavaş kalan uzunlar Tomic/Seraphin’le birlikte, topa baskıyı ve yardımlaşmayı iyi yapmasına karşın birde kolay geçilen, basit bir iki drive&kick aksiyonunda kontrolü çabuk kaybeden bir guard kombinasyonuna sahipler. Rakip sahada cansiperane pres yapan bir Thomas Heurtel’in, akabinde gelen kenar oyununda adamını unuttuğunu görebilir, ya da Kyle Kuric’in kendisini güç olarak geri püskürten bir guardın penetresini, Kevin Pangos’un da yardıma giderken unuttuğu şutörün bomboş üçlük atışını izlerken bulabilirsiniz. Tüm bunlar neticesinde Barcelona, rakipten sayıların geldiği kaynağına baktığımızda ikiliklere çemberini kapatan, ancak bunu yaparken rakip üçlüklere de engel olamayarak bu alanda kırılganlaşan bir savunma yapısına sahip gözüküyor. Yukarıda bahsettiğimiz Efes dış şut tehdidiyle birlikte düşündüğümüzde son 5 haftada 19/35 gibi oranıyla ritim bulmuş bir Shane Larkin’in çok can yakabileceğini, her mesafeden yüksek yüzdeyle oynayan Vasilje Micic’in yüksekten ikili oyunlarda rakip uzunları çemberden uzaklaştırıp hareketli uzunlar Dunston-Pleiss ikilisine alan açabileceğini ya da Efes’in sevdiği hücum setlerinden olan İspanya Pick’n Roll’u oynarken yaptığı topsuz perdeleriyle Krunoslav Simon’un Barcelona savunmasının aklını karıştırdığını görmemiz mümkün.
Bu seride Anadolu Efes’in en çok zorlanabileceği alanı seçmek durumunda kalsak, şüphesiz akla ribaundlar gelirdi. Her maçın ritmi ve mümkün olan şut- ribaund adedi birbirinden oldukça farklı olabildiğinden, maç başına ortalama ribaund sayısı bizi yanıltabilir. Ancak daha açıklayıcı bir veri olarak değerlendirebileceğimiz hücum/savunma ve toplam ribaund yüzdelerinde basketbolunun temel öğelerini asla ihmal etmeyen Pesic etkisini fazlasıyla hissedebiliyoruz. Mümkün olan ribaundların yüzde kaçına sahip çıkıldığını söyleyen bu kategoride Barcelona, EL’nin en iyi ribaundçuları arasında sayabileceğimiz Milutinovlu Olympiacos ve Poirierli Baskonia’nın ardında üçüncü sırada. Mevzubahis bu verinin maça yansımış biçimini hayal ettiğimizde Seraphin, Tomic ya da Oriola’nın gayretiyle Barcelona’ya gelecek birkaç ekstra hücumun, serinin seyrini değiştirebilecek nitelikte olduğu da düşünülebilir. Savunma ribaundlarına yeteri kadar sahip çıkamayan ve ikinci şansları elde etme de biraz geride duran bir Anadolu Efes’in, muhtemelen rakipten daha az hücum kullanma ihtimali göz önünde bulundurulursa, kendisine avantaj sağlayacak hücum verimliliği alanını zinde tutmak için şutlarını ne kadar dikkatli seçmesi gerektiği gerçeği ortada duruyor.
Son tahlilde, saha avantajını elinde bulunduran Anadolu Efes’in Barcelona karşısında bir adım önde olduğu hem basketbol iç güdüleriyle hem de istatistik kağıdına bakıldığında karşımıza çıkan görüntü. İşin kilidi, iki tarafın da güçlü yönlerini, yani Efes’in hücumu, Barcelona’nın da savunmayı ne denli etkin kurabildiğine bağlı olacak. Mevcut koşullarda maçın ritminin artması, ya da en azından belli bir seviyenin altına düşmemesi, uzunları da dahil etmek üzere oyununu dışarıdan kuran Efes’in avantajına gibi gözüküyor. Fakat Efes’in şut ritmi her ne kadar belirli bir istikrara sahipmiş gibi gözükse de bizim örneğimizde belirleyici olacak gibi gözüken üçlük isabeti meselesi her zaman tehlikelidir ve en son karşılaşmak istediğimiz senaryolardan biri de, tıpkı Palau Blaugrana’daki Barcelona ya da İstanbul’daki Real Madrid maçlarında olduğu gibi iyi başlanılan bir maçın ardından ikinci yarıda kontağın kapatılması ve tamamen panik hücumlara yönelip işin 1-2 oyuncunun inisiyatifine bırakılması olur. Elbette playoff serilerinin renkli ve öngörülmesi zor dünyası, adeta Zehirli Sarmaşık’ın Botanik Bahçesi gibi türlü tehlikeler içeriyor. İçeride kaybedilecek bir maç serinin uzamasına, rakibi yıprattığını hisseden Barcelona’nın savunma sertliğini daha da yukarılara çıkarılmasına sebep olacağından, ilk iki maçı kayıpsız geçmek, Efes için Vitoria yolunu büyük oranda açacaktır.
1 Buradan sonra kısaca F42 Buradan sonra kısaca EL3 Kaynak: www.overbasket.com Twitter: @overbasket4 overbasket.com5 https://twitter.com/lostgps/status/11167006869541888066 overbasket.com7 overbasket.com/DRTG8 Aynı kaynak /Defense/Points Per Game
Veri kaynakları
Grafik 1 ve 2: https://basketballguru.gr/stats -- Twitter: @lostgps
Grafik 3 ve 6 için: Andreas Christophorou tarafından hazırlanan ve http://www.badbasket.gr/ adresinden ulaşılabilecek gelişmiş istatistiklerdir. Ben bu istatistikleri haftalık bazda derledim ve yukarıdaki biçimde görselleştirdim. Verileri toplayan Christophorou (twitter: @ldcystats), şu adreste Tableau Public’le hazırlanmış birçok görseli de sunuyor.
https://public.tableau.com/profile/andreas.christophorou#!/vizhome/shared/M457P8THR
Grafik 4 ve 5 için: euroleague.net
Grafik 7 için: www.overbasket.com Twitter: @overbasket
Tablo 1: www.badbasket.gr
Tablo 2: overbasket.com