Teniste Medvedev gerçeği: Çirkin değil, ferasetli
Yıllar geçiyor ve erkekler tenisinde bir gerçek değişmiyor.
Yıllar geçiyor ve erkekler tenisinde bir gerçek değişmiyor. Yaklaşık on beş yıldır teniste Roger Federer, Rafael Nadal ve Novak Djokovic damgası var. Bu isimlerin kariyerlerinin baharında oldukları yirmili yaşlarda neredeyse hiçbir büyük kupayı bırakmamaları (öyle ki sonradan Andy Murray’nin de aralarına katılmasıyla, bir dönem Grand Slam ve Masters’ların neredeyse hepsini aralarında bölüşüyorlardı) çok da göze batmıyordu. Fakat tenis için ileri bir yaşa geldikten sonra (üçü de 30’unu çoktan devirdi) böyle bir başarı elde etmeleri ve hepsinden önemlisi, geri kalanlarla makasın –kapanmak şöyle dursun– daha da açılması bir “Michael Jordan sendromu” doğuruyor: Onlar gidince erkekler tenisinin hâli ne olacak?
Neyse ki Medvedev var! 23 yaşındaki Rus Daniil Medvedev, alttan gelen (ve aslında bir türlü gelemeyen) 90’lı taifenin içinde “geleceğin bir numarası” diye taltif edilmemiş tek isim belki de. Ama son zamanlardaki istikrarlı oyununu, “Amerika Açık Serisi” diye bilinen Amerikan yazına hükmederek zirveye taşıdı. Medvedev yaz aylarında zirvedeki hemen her oyuncunun en az bir tanesini pas geçtiği Amerika Açık öncesi üç büyük turnuvanın (Washington, Montreal ve Cincinnati) üçüne de katıldıve üçünde de finale çıktı. Bu yıl 44 maç kazanarak en fazla galibiyet alan tenisçi oldu. Dahası son 20 maçının 17’sini kazandı ve nihayet dün gece Cincinnati’de David Goffin’ı yenerek ilk Masters kupasına uzandı.
Medvedev 1996 doğumlu, 1.98 boyunda. Lakabı ismiyle müsemma: “Ayı” (Medved Rusçada ayı demek). Dün Cincinnati’yi kazanarak kariyerinde ilk kez dünya sıralamasında ilk beşe girdi. En önemli özelliği uzun rallileri. Uzun boyuna rağmen, üç büyüklere karşı bile uzun rallilere dayanabiliyor ve topun en çabuk öldüğü çim kortta dahi yirmi-otuz vuruşluk oyunlar oynamasıvaka-i adiyeden. Bundan ötürü, geçtiğimiz günlerde New York Times’ın ünlü tenis yazarı Ben Rothenberg, Medvedev’i konu alan yazısının başlığında “çirkin (göze hoş gelmeyen) bir tenis oynayarak kazanıyor”demeyi tercih etti. Gerçekten öyle mi?
Üç büyükler, teniste sadece kazanmadılar; aynı zamanda bir kültür de belirlediler. Bu kültür temelde birkaç başlığa indirgenebilir: Stratejik olarak yoğun bir arka çizgi (baseline) oyunu, görece az vole; taktiksel olarak kendi göbeğini kendi kesme; tarz olarak edepli ya da rakibe saygılı oyun. Hâl böyle olunca, bunun dışında bir tenis tasavvur edilemez hale geldi. Wimbledon’da Nick Kyrgios’un Nadal’a yaptığı tam da bu nedenden ötürü tepki gördü. Oysa soru basit: Bu üçlü bir yenilmez armada teşkil ediyor ve onların ön kabullerini sorgulamadan onları alt etmek mümkün mü? Kyrgios bu soruya hayır cevabını verdiğinden, ince çizgiyi de aşarak, edepsizliği ele almış olsa da, kanaatimce doğru bir strateji izledi. Keza Wimbledon’daki Nadal-Kyrgios maçının bir ikinci tur maçına göre seyir zevki ve heyecanı (ve gerilimi) gayet yüksek bir maç olduğunu kimse inkâr edemez.
İşte Medvedev de bu öncüllerden bir diğerini sorguluyor. Sürekli “winner” aramak yerine topu oyunda tutuyor, backhand’inde slice’a bile fazla başvurmadan her topa yetişip karşıya atıyor ve çoğunlukla da açılı vuruşlar yapıp rakibinin hata yapmasını bekliyor. Bu oyun stili, mesela Nadal’a sökmedi ve geçen hafta Montreal finalinde son sette “bagel” (sıfıra karşı kazanılan set) yedi, zira Nadal’ı tam da winner arayan, ralliyi uzatmayan oyuncular yenebiliyor. Ama Federer ve Djokovic için durum böyle değil. Nitekim Medvedev, cumartesi günü Cincinnati yarı finalinde Djokovic’i bir set geriden gelip mağlup etmeyi başardı.
Peki Rothenberg (ve aslında Medvedev’in dediğine göre, onunla ilgili yorum yapanların yüzde ellisi) neden Medvedev’in göze hoş gelmeyen bir oyunu olduğunu söylüyor? Rusların belki de kaderi bu. Igor Stravinski de ilk çıktığında, müziği kulağa alışılmadık geldiğinden, yuhalanmıştı. Medvedev yuhalanmasa bile garipseniyor, hepsi bu. Oysa teniste her bir vuruşu istikrarlı bir şekilde yapabilmenin, rakibin her hamlesine karşılık verebilmenin ne kadar meşakkatli olduğu biliniyor. Medvedev kolaya kaçmıyor, zoru deniyor ve –örneğin aynı oyun tarzına sahip Gilles Simon’dan farklı olarak– doğru yerde savunmadan hücuma geçmeyi, cesur oynamayı da biliyor. Ve bu yüzden kazanıyor.
Djokovic maçına bakın. Medvedev hiç olmadığı kadar fileye geldi, zira hep geri çizgide kalarak Djokovic’in rahatını bozamayacağını biliyordu. Keza, “ortalama bir servisim var” dese de turun en iyi return’cüsü olduğu, ligin en iyi servisçisi olan John Isner tarafından defaatle söylenmiş olan Djokovic’e tam 18 ace” attı. Maçın en kritik puanlarından birinde, ikinci sette 3-3 / 30-30’da gemileri yakıp ikinci servisinde ace’e gitti (Dün finalde son oyunda da benzer şekilde harikalar yarattı). Tam da kendi istikrarlı oyununa bu çeşitliliği kattığı için dünya bir numarası Djokovic’i çaresiz bıraktı.
Medvedev ne yaptığını gayet iyi biliyor: “Rakiplerimi alışık olmadıkları vuruşlara zorlayarak hata yapmaya itiyorum. Birçok maçı, rakiplerim buna alışamadıkları için kazandığımı söyleyebilirim.” Fakat bunun çirkinlikle bir alakası yok. Çirkinlikten bahsedebilmemiz için, mesela Medvedev’in topu şişiriyor olması gerekirdi. Fakat “Medved” asla boş bir vuruş yapmıyor. Onun oyunu göze çirkin gelmiyor, alışılmadık geliyor. Ama tenis izlemeye beş-on yıl önce başlamış birine Pete Sampras’ları, Goran Ivaniseviç’leri izletseniz de benzer bir tepki verirdi. Medvedev normdan sapıyor ve normu içselleştirmiş olanlar bunu yadırgıyor, hepsi bu.