Haberler

    Van Hooydonck’un Gözyaşları | EPO çağının mağduru Flaman şampiyon

    Güncelleme:
    Abone Ol

    *Bu yazı ilk olara Rouleur'da yayımlanmıştır.

    *Bu yazı ilk olara Rouleur'da yayımlanmıştır. Çevirisi Tifosi Blog ekibinde yer alan Emer Köseoğlu tarafından yapılmıştır.


    Edwig van Hooydonck podyumda bile ağlamaya devam ediyordu. Bir elinde Ronde van Vlaanderen kupası, diğer elinde anlamlandırılamayan bir matara. Yarış direktörü Eddy Merckx sırtını sıvazlarken Edwig burnunu silmekle meşguldü. Röportajlar sırasında da kendini burun çekmekten alıkoyamamıştı.

    Al yüzlü bir masumiyet ve samimiyet abidesiydi. Sadece 22 yaşındaki şampiyon, ev sahibi olduğu yarışın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en genç kazananıydı. Fakat hem hayat hem bisiklet kritik bir virajın eşiğindeydi. Sonradan anlaşılacaktı ki o gün dökülen hiçbir gözyaşı boşuna değildi.

    25 yıl sonra gerçekleştireceğimiz röportajın neredeyse hayat bulamamasına da aynı şey neden olacaktı. Doping. Gölgesinde kaldı, mücadele etti, konuştu ve bazen dedikleri yanlış anlaşıldı. Artık istediği tek şey sakin bir hayat.

    İlk planlarımızın rafa kalkmasının ardından Van Hooydonck fikrini değiştiriyor ve kuzeydoğu Flandre’nin Wuustwezel kentindeki bir otelde buluşuyoruz. Burası Hollanda’dan önceki son durak. Edwig halen doğduğu küçük kasabada yaşıyor. Spiker arkadaşı Rene Vermeiren de geçmiş hakkında hatırlatmalar yapmak ve işini kolaylaştırmak adına yanımızda.

    Sohbetimizin henüz ilk dakikalarında Vermeiren Japonya’daki 1990 Dünya Şampiyonası’na yetişmek için tren peşinde koşmalarını anlatarak söze giriyor. Trans-Sibirya ekspresi, gemiler ve hızlı trenleri içeren dokuz günlük bir seyahat. Kısacası, bundan böyle bir uçak yolculuğunda bacaklarınızı koymak için yeterli yeriniz olmadığından sızlanmadan önce bir kez daha düşünseniz iyi olur.

    Van Hooydonck’un saçları eskisi kadar parlamasa da hala göze çarpıyor. 1.93’lük vücudu ve kızıl saçları çocukken parklarda onunla bazen alay edilmesine sebep olmuş olabilir ama iki teker üzerinde bir belalı biri varsa o Edwig’in ta kendisiydi.

    Vermeiren, arkadaşının gençlik yıllarında çıktığı 31 yarıştan 30’unu kazandığı bir sezon hatırlıyor. ‘de Lange van Gooreind’ yani ‘Gooreindli Uzun’ pelotonda vakit geçirmekten pek hoşlanmazdı. Dünya Şampiyonası’ndaki bir gençler yarışında 80 kilometre boyunca önde kalan Van Hooydonck bunu şöyle yorumluyor: “Biraz çılgıncaydı ama bisiklette her zaman biraz çılgınlığa ihtiyacınız vardır.”

    Bu sıska çocuk bomba gibiydi. Superconfex takımının yöneticisi Jan Raas bir gün evine bir ziyarette bulundu ve ayrılırken çoktan Hollanda yıldızlar karması gibi olan takımına bir üye daha eklemişti. Aile her zaman yarışlardan sonra spagetti yerdi. Onlara eşlik eden efsane de düzeni bozmadı. “Hepimiz çok gergindik, köpeğimiz bile. Raas’ı daha önce sadece televizyonda ve gazetelerde görmüştüm.”

    20 yaşında, kariyerinin üçüncü ayında, 3 kez daha kazanacağı Brabantse Pijl’i kazansa da Koppenberg’i bisiklet elinde çıkarak ancak 27. bitirebildiği ilk Ronde’si onu rüyadan uyandıracaktı. İlk yıllarında klasiklerin kilit noktalarından olan pozisyon alma mücadelelerinde hem gücünün hem de cesaretinin eksikliği sebebiyle boy gösteremeyen Van Hooydonck’un bu alışkanlığı kariyeri boyunca pek değişime uğramadı. “Her zaman biraz korkardım. Zamanla küçük iyileşmeler yaşansa da her zaman kanayan yaram olacak.” demişti Van Hooydonck yarıştığı günlerde.

    1988 kışında Van Hooydonck sert bir antrenman programına geçiş yapmıştı. Yarıştığı takımın sportif direktörü olan Hilaire Van der Schueren’in Geraardsbergen’deki evine gider ve Muur-Bosberg ikilisinden oluşan yarış finalinde 5 tur atardı. Antrenman sahasına gidip falsolu bir frikiği yüzlerce kez çalışan bir futbolcuya benzerdi. Bu sayede her bir taşın yerini ezberledi. Artık bu küçük tepelerden korkması için bir neden yoktu.

    Ronde sabahı Van Hooydonck berbat hissediyordu. Aslında bu hissi çöp poşetinde gelen bir hediyeye benzetebiliriz. “İyi hissettiğiniz zaman aptalca şeyler yaparsınız, gereksiz ataklar gibi. Ben bekliyordum. 120. kilometreden sonra hava soğudu ve yağmur başladı. Her geçen kilometreyle daha da iyi hissediyordum.”

    Muur başlamadan kendini her bir üyesi sırılsıklam olmuş 7 kişilik bir lider grupta buldu. “Orada atak yapmak istedim ama Jan Raas ‘Bosberg’e kadar bekle’ dedi. Muur’u tırmanmak beni zorlamamıştı. Yüzde seksenimle tırmanıyordum. Diğerleri acı içindeyken kontrol tamamen bendeydi.’

    Tepede 7-Eleven’dan Dag Otto Lauritzen ile yalnız kaldılar ve ikili yarışın son sınavına, Bosberg’e ulaşırken arkalarındaki grupla aralarında küçük bir fark yaratmışlardı. İşte çalışmaları burada meyvelerini vermeye başladı. Atak yaptığı halde tepeye kadar hızını koruyabileceğini bildiği telefon direği hemen karşısındaydı. Çamur taneleriyle kaplı yüzüyle karanlıktan aydınlığa yaptığı atağında pedalları dövüyor, kafasını Paula Radcliffe gibi sallıyordu. Uzun kol ve bacaklarının Belçikalının gösterisine estetik bir değer katmadığı doğru olsa da, istediği etkiye yaratmak için yeterliydi.

    Meerbeke’deki podyumda gurur ve şaşkınlığın getirdiği gözyaşlarına boğulacaktı. “Birçok insanın evden izlerken bile ağladığını duymuştum.” diyerek giriyor söze. “Yarışa iyi olmadığımı düşünerek başlamıştım. 22 yaşındaydım ve Ronde’yi kazanmıştım. Çocukluğumdan bu yana izlediğim yarışı asla kazanamayacağımı düşünürdüm. Benim için fazla büyük bir yarıştı.

    O akşam Belçika birası içmeyi reddetti ve favori yemeği olan kırmızı lahanayla sosis yedi. Bir sonraki hafta da Paris-Roubaix’yi kazanmaya yaklaşsa da podyumun son basamağından yukarı çıkamamıştı.

    Dertsiz tasasız geçirdiği gözlerden uzak günler artık geride kalmıştı. Belçika basını her genç yetenek gibi onu da Eddy Merckx ile kıyaslamaya başlamıştı. Edwig ise basının ilgisinden hiç hoşnut değildi. Sokakta insanlar tarafından durdurulmak veya etrafında bir sürü otlakçının bitmesi onu mutlu etmemişti.

    “Benim için mesele kahraman olup olmamak değildi. Sadece bisikletçi olmak ve yarışlar kazanmak isterdim. Gerisi hiç önemli değildi. Kendim ve ailem için yarışırdım. Belçika halkı için değil.”

    Belki böyle bir genç yeteneğin varlığının takımdaki Jean-Paul Van Poppel, Rolf Gölz ve Jelle Nijdam gibi tecrübeli bisikletçilerin hoşuna gitmeyeceği düşünülebilir ama Van Hooydonck’un içindeki olgun yarışçı işte bu noktada ortaya çıkıyordu.

    “Takımda ve yarışta söz hakkı her zaman en güçlünün olurdu. Sen 25 ben 20 yaşında da olsak ben daha güçlüysem benim dediğim olur. Yeterince açık mı?”

    1991 yılında favori çıktığı yarışta ikinci Ronde’sini kazandı. En önemli fark kendine olan güveniydi. Muur’de dört kişilik bir grubun bacaklarına yük bindirdi ve Bosberg’de iki sene önce belirlediği noktada yine ortalığı dağıttı. Fişek gibiydi. Yol kaç kilometre olursa olsun o sadece bir kez patlayabilirdi. Tekrarı yoktu.

    Bu kez gözyaşları senaryoda yoktu ve ikinciyle olan farkı da 44 saniyeye çıkarak bir önceki zaferi neredeyse ikiye katlamıştı. Bu zaferden sonra takımın Buckler’daki mekaniği Chris Van Roosbroeck ona yeni bir lakap daha armağan etmişti. Eddy Bosberg.

    Van Hooydonck çizgiyi dikkat çekici, bacağının dörtte üçlük bölümünü kaplayan bir taytla geçmişti. Fikir birkaç ay önce uzun bacaklısını sıcak bir Valensiya Turu’nda makasla kesen takım arkadaşı Eric Vanderaerden’e aitti. “Ağrıyan dizimi soğuk havadan korumak için bir şey yapmalıydım. Herkes bana gülüyordu ama kazandım.”

    “Sonraki gün Bask Turu’nu izlemek için koltuğuma geçtim ve bir baktım herkes benim gibi giyiniyor.” diyor gülerek. “Tüm üreticiler artık bunları üretiyordu. Her biri için 1 Euro bile alsam şimdiye çoktan Bahamalar’daydım.”

    Elinden kaçırdığı en önemli yarış ise aslında onun vücuduna ve kas yapısına en uygun olanıydı. Paris-Roubaix. 1987’de henüz pelotondaki sıradan bir gençken 5. bitirdiği yarıştan 3 sene sonra Steve Bauer ve Eddy Planckaert santimetrelerle ayrılıyor, o ise 5 metre arkadan üçüncülüğe yerleşiyordu.

    Basit bir taştan oluşan o kupayı kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. 1992’deki Kings Of Cycling kitabına aç ve çok yönlü bir şampiyon tarafından yazılmış bu cümleler şimdi okuyunca daha anlamlı geliyor. “Kendimi çok iyi bir bisikletçi olarak görüyorum. Harika olmak içinse yapmam gereken Paris-Roubaix ve diğer klasiklerden birkaçını kazanmak. Ve biliyorum ki Lombardia dışındakileri kazanabilirim. Ağustos’ta 26 yaşıma gireceğim ve 35’ime kadar yarışmak istiyorum. Zevk aldığım sürece yarışacağım.”

    Ne yazık ki Edwig’in kariyeri çok daha erken noktalandı. Pedal kafesleri ve bone kasklar yerini kilitli pedallar ve günümüz kasklarına bırakırken doping de yerinde saymadı. Pelotonda amfetamin kullanımı azalırken yeni trend EPO ve büyüme hormonlarıydı. Lakin bu değişim Van Hooydonck’u ilgilendirmiyordu.

    1992 gibi yarışların hızlandığını fark etmişti. “Tırmanışlarda atak yapan yakalanamıyordu. 1994 Milan-Sanremo’sunu izledin mi, Gewiss’i?”

    “Birçok söylenti duydum. Sürekli yendiğim rakiplerim bir anda beni geçmeye başlamıştı. Ne yaşanmıştı ki? Raas ile 10 yıl kadar yarıştım, her zaman güçlendik ve iyiye gittik.”

    Raas hiçbir zaman EPO’nun büyüsüne kapılmadı mı? Hiç sana teklif etti mi? “Hayır. Bize kullanmamamızı söylemişti.”

    Emekliliğe çıkan yoldaki sonuçları da fena değildi. Bırakmadan bir ay önce Dwars Door Vlaanderen ve Brabantse Pijl’i ikinci tamamlamıştı. “Benim için yeterli değildi. Daha önce birçok yarış kazanmıştım.”

    Flaman yıldız 30 yaşına girmesine iki ay kala, Mayıs 1996’da sporu bıraktı. Yerel yönetimde bir iş buldu ve şu an babası gibi alüminyum satıyor.

    Artık Van Hooydonck bir ilgi objesi değil. Sanat galerilerini ve şehrin 1 numaralı takımını Santiago Bernabeu’da görmek adına yılda birkaç kez Madrid’i ziyaret etmekten zevk alıyor. Spora eskisi kadar yakın değil. Sep Vanmarcke’ı beğenmenin yanı sıra bisiklet damarlarına işleyen oğlu Dante ve yeğeni Nathan’ın da kariyerlerini yakından takip ediyor. Tatillerde bazen bisiklete başvursa da eskisi gibi sürmüyor. Şehrin etrafında, kullanması oldukça rahat bir gidonla sakin turlar atıyor. Şimdiye kadar yeterince zorlandı.

    Rakipleri hakkında etik olmayan bulguların ortaya çıkması bile Van Hooydonck’u pek konuşturamadı. Kullanımına karşı olduğunu, UCI başkanı Hein Verbruggen’e EPO kullanımındaki artışın iyiye sinyal olmadığını söylediğini ve Johan Museeuw’un kariyeri boyunca doping kullandığını beyan ederek köşesine çekilmişti.

    Museuuw da 2015’te De Zondag’a verdiği bir röportajda rakibinin hakkını vermişti. “Benim zamanımda bisikletçilerin yüzde ikisi falan EPO kullanmıyorsa onlardan biri de Edwig Van Hooydonck’tu.”

    Bunun doğru olduğunu varsayarsak Van Hooydonck’un kariyerinin ellerinden alındığını söyleyebiliriz. Fakat doping mevzusu artık onunla yapılan röportajların gediklisi haline geldi. Artık EPO’ya kurban giden biri olarak anılmak istemiyor.

    “Gazeteciler hep ilaçlar hakkında konuşmak istiyor. Ben istemiyorum, yetti artık.”

    Kendisi artık durumu atlatsa da beni ilgilendiriyor. Van Hooydonck’un da içinde bulunduğu yüzde ikilik kısma yeterince haklarını vermedik. Kılıç ve kalkanlarını kuşanıp gelen nükleer bisikletçilere karşı savaşan çift Ronde şampiyonu kariyerinin zirve döneminde sporu bıraktı. İlkelerine bağlı kalmak için. İşte gerçek Flandre Aslanı.

    Kaynak: EuroSport.com / Spor

    Flaman Haberler

    Bakmadan Geçme

    1000
    Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
    title