Xavi Pascual ile Gava, 2010’daki şampiyonluk, takım savunması ve iyi bir paella üzerine
Xavi Pascual ile İspanya saatine göre 09:00, Türkiye saatine göre 10:00’da Zoom üzerinden röportaja başlıyoruz.
Xavi Pascual ile İspanya saatine göre 09:00, Türkiye saatine göre 10:00’da Zoom üzerinden röportaja başlıyoruz.
Eylül’ün 9’unda 48 yaşına girecek olan Pascual, salonunun ortasında yer alan iki kişilik, beyaz, yanları aralıklı siyah desenlerle kaplı koltuğunun üzerinde görünüyor. Arkasında ise ara sıra güneş ışığı alan, ferah bir çıkış alanı dikkat çekiyor.
Kol işlemeleri siyah, geneli gri olan tişörtü, kablolu telefon kulaklığı, saatin getirmesi beklenen durgunluğun tam aksine zinde olan görüntüsüyle ilk sorumu yanıtlıyor: “Merhaba. Teşekkür ederim, iyiyim. Koronavirüs döneminin belirli bir kısmında Barcelona’ya geldim. Her gün iki-üç maç izliyorum. Ayrıca dinlenmekten de keyif alıyorum.”
Xavi Pascual gibi bir sporun figürlerinden olan biriyle röportaj yaparken işe damak tadıyla başlamak geri kalan dakikaları belki biraz riske atabilir. Fakat o, paella üzerine konuşmaktan büyük zevk alıyor.
“Biraz önce kahvaltı ettim. Açıkçası akşam yemeği, favori öğünüm. Çünkü o zaman daha farklı şeyler yiyebiliyorsunuz. Japon mutfağını çok seviyorum, özellikle de soslu tarifleri denemekten keyif alıyorum. Fakat paella, hayatım boyunca en keyifle yediğim şeylerin başında geliyor.”
Paella’nın tarihte ilk kez, 10. yüzyıla doğru Müslüman İspanyol halkı olan “Morolar” tarafından tüketildiği yer alıyor kaynaklarda. Kaynaklara göre pirinç, balık, birkaç farklı çeşit yeşillik ve sos, bu tarifin özü. Peki, İspanyol antrenöre göre iyi bir paella nasıl olmalı?
“Paella, günümüzde onlarca farklı malzeme kullanılarak yapılıyor. Balık, karides, midye, kalamar, ahtapot, domates, sebze suyu… İçerisine girebilecek her şey giriyor. Fakat bence önemli olan şey az malzeme kullanıp o bolluk tadını yakalamak. Safran çok önemli bir unsur. Kırmızı şarap ve pirinç de öyleler. Özellikle pirincin boyutu, pişme süresi çok önemli. Bunları söylüyorum fakat çok iyi bir aşçı değilim. Sadece ortalamayım.”
Yemekleri bırakıp parkeye doğru yönelirken hikâyenin en başına doğru yöneliyoruz. İber Yarımadası’nın güneydoğu ucunda yer alan Gava, Katalonya bölgesinin kültür ve turizm değeri en yüksek olan şehirlerinden biri. L'Hospitalet de Llobregat ile komşu hizasında olan bu sahil şehri, aynı zamanda Xavi Pascual’ın doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği yer.
“Gava ile Barcelona arasında 20-25 kilometre mesafe var. Barcelona, turizm, kültür ve eğlence anlamında Avrupa’daki en iyi şehirlerden biri. Aslında Gava ile alakalı olan plajlar bu unvanın nedenlerinden biri. Oradaki atmosfer mükemmel. Sabah birçok tarihi yeri gezip akşam rock konserlerine gidebiliyorsunuz. Gava’da yaşadığım için şanslıyım.”
Pascual, sağ kulaklığını deneyip birkaç saniyeliğine giden sesini düzelttikten sonra sözlerine devam ediyor: “Gava’da doğdum. Ailemle iyi bir hayatımız vardı, mutluyduk. Üniversite’ye kadar o bölgede eğitim aldım. Arketip tarzı kültürümüzü öğrenmeye çalışıyordum. Üniversite’de ise Barcelona’ya gittim. Çünkü şehrimizin şartları üst seviye eğitim ve basketbol için elverişli değildi. Fakat dediğim gibi, Barcelona ile Gava arasındaki mesafe çok az olduğu için sıkıntı yaşamadım.”
Hazır basketbol demişken, Katalan antrenörün parkelerdeki kariyerini irdelemeye başlıyoruz. 1990-1991 sezonunda CB Gava takımında, henüz 18 yaşında, baş antrenörlük yapan Pascual, dört yıllık üniversite eğitimi sonrasında yani 1995’te takım elbiselerle parke kenarına geri dönüyordu.
“Basketbolla beş-altı yaşımdayken ilgilenmeye başlamıştım. Avrupa Şampiyonalarını dikkatle takip ediyordum. Antrenör olmak için birçok araştırma yaptım ve sonunda ideal yolu buldum. Gava’da benden büyük oyunculara antrenörlük yaptım. Üniversitedeyken işler biraz aksadı fakat sonrasında her şey istediğim gibi gitmeye başladı.”
Pascual, 1995 ile 1997 yılları arasında Cornella’da asistan antrenör olarak görev yaptı. Milenyumun dördüncü yılına kadar Santfeliuenc, Olesa ve Aracena gibi küçük market takımları çalıştırdı. 2004’te ise karşısına büyük bir fırsat çıkıyordu. “Aslında biliyor musun, küçük takımlara antrenörlük yapmak geleceğim açısından daha iyi oldu. Çünkü o yıllarda bir antrenöre göre gençtim ve gençken ego yönetmeyi öğrenmek çok daha değerli. Tabii ki oyuncunun yeteneği, oyuncunun mental ve fiziksel durumları önemli fakat iyi bir antrenör olmak için iyi bir insan analizcisi olmanız gerekiyor. Onları basketbol sahası dışında da kontrol etmeniz gerekiyor. Tecrübelerinizi aktarmayı öğrenmeniz gerekiyor. Barcelona’ya geçmeden önce bunları tecrübe etmem mükemmeldi.”
2004-2005’te Barcelona’nın B takımının baş antrenörlüğüne getirildi. Oradaki kariyerine dair, “B takımda genelde gençler oluyordu. Bireysel gelişime önem veren birisiyim. Bu nedenle oradaki bir yılımda oyuncu gelişimine çok fazla önem verdim.” diyor ve ertesi sezon, A takımda, Dusko Ivanovic’in asistanlığına getirilmesine dair konuşuyor: “Bu fırsatı bir kez bile düşünmeden kabul ettim. Çünkü iyi bir seviyeyi tecrübe etme zamanımı geldiğini biliyordum. Temel şeyleri yeteri kadar öğrendiğimi ve üzerine ciddi bir şeyler koymam gerektiğini hissediyordum.”
2008’de Ivanovic’in ayrılmasının ardından Pascual’ın şaşalı yılları başlıyor. Zira biri Euroleague olmak üzere orada kazandığı 12 kupa pek de göz ardı edilecek gibi değil. Ivanovic sonrasında göreve getirilme süreci hakkında, “Yöneticiler Ivanovic gittikten sonra bana teklif yaptılar. Bu teklifi direk düşünmeden kabul etmedim. Çünkü neyi yapıp neyi yapamayacağımı anlamam gerekiyordu fakat kısa süre içerisinde bu sorumluluğu almak istediğime karar verdim.” demecini veriyor.
Bu “karar verme süreci”, onun kendini bilme felsefesine gayet paralel olan bir şey. Öyle ki kariyeri boyunca görece alt seviyelerde antrenörlük yapan biri için sırada yıldızlar ve onların egoları var. Ancak İspanyol antrenör, daha ilk sezonundan itibaren o egoları idare etmeyi başardı.
“Ah, evet, oradayken birçok yıldızla çalıştım. Birçok yıldızın kademe atlamasını sağladım. Bunu nasıl yaptığımı genel birkaç ifadeyle açıklamak istiyorum. Bir oyuncu düşün, çok yetenekli, fiziksel olarak üst seviyelere hazır, kritik anlarda sorumluluk alabiliyor, atlet ve şutu iyi. Bütün bunları iyi bir şekilde kullanabiliyor. Fakat eğer bu oyuncuyu gerektiği kadar kullanmazsan veya gerektiğinden daha fazla kullanırsan işler berbat bir hâl alır. Az kullanırsan yetenekleri düşer, egosunu bahane edip huzursuzluk yaratır. Çok kullanırsan bencilleşir, egosunu ve başarılarını bahane edip huzursuzluk yaratır. İşte burada o ince kırmızı çizgiyi belirlemek önemli. Oyuncuyu mental olarak kontrol etmek, mükemmel oynadığı maçlardan sonra belki daha kolay görünen maçta da mükemmel oynamasını sağlamak önemli.”
Xavi Pascual, sözlerini bitirdikten sonra dört-beş saniye bekliyor, sağ elini çenesine götürüyor ve, “Bir de NBA’i kontrol etmek gerekiyor. Sizin süper yıldızlarınızın olması iyi bir şey fakat NBA gibi 30 takımının da bütçesinin çok yüksek olduğu bir yer, sizin yıldızınızı rahatlıkla manipüle edebilir ve onu sizden alabilir.” diyor.
Tam burada NBA’e yönelmek istesem de işe farklı bir açıdan bakmak mantıklı geliyor. Malum, Deni Avdija, Theo Maledon, Leandro Bolmaro gibi birçok Avrupalı genç yıldız adayı, bu yıl draft’a girecekler. Bu isimlerin profesyonel olup NBA’e gitmeyi düşünmelerine dair Pascual, “Bence bu konu çok ilginç. Luka Doncic’ten sonra Euroleague patentiyle NBA’e gitmek değer kazandı.” diyor.
Sıradaki durak, 2009-2010 Euroleague sezonu. O sezonda Siena, Kauas, Cibona, ASVEL ve Fenerbahçe Ülker’in olduğu A grubundan namağlup lider çıkan Barcelona, Top 16’yı beş galibiyet ve bir mağlubiyetle geçmişti. Çeyrek finaldeki rakip ise Real Madrid’di. Bu turdan itibaren yaşananları Xavi Pascual’dan dinleyelim.
“İlk iki aşamada yalnızca bir mağlubiyet almıştık. Mükemmel oynuyorduk ve açıkçası tüm takımların zayıf noktalarını ezberlemiştik. Real Madrid’e karşı oynadığımız ilk çeyrek final maçında hücumda zorlandık. Sezon standartlarımızın altına düştük fakat savunmada iyi işler yaparak kazandık. İkinci maç ise bence şampiyonluğumuzun kilitlerinden biriydi. Ev sahibi avantajına sahip olmamıza rağmen ikinci maçı kaybetmiştik. Yani, eğer Madrid’de oynayacağımız iki maçtan en az birini kazanamazsak Avrupa’ya nokta koyacaktık. Üçüncü maçta hem hücumda hem de savunmada beklediğimizden daha iyi oynadık. 84 sayı attık. Dördüncü maç ise tam bir kaostu. Molalarda kalemimin kapağını sanırım 40 defa düşürdüm. Stresliydim. Eğer kazanırsak en ciddi rakibimizi orada, kendi sahasında eleyecektik. Zordu fakat bunu başardık.”
“Şampiyonluğumuzun diğer kilit noktası ise kesinlikle yarı finalde oynadığımız maçtı. CSKA Moskova, sezonun en iyi hücum takımlarından biriydi. Savunmalarında birkaç sorun vardı. Biz de onlarınkine benzer artı ve eksilere sahiptik. Fakat ilk dört-beş dakikada yanılmıyorsam sadece dört sayı atabildik. Savunmada berbattık. İlk 20 dakika kâbus gibiydi ama CSKA da formdan düşüyordu. İkinci yarı herkes mükemmeldi. Savunmadaki agresiflik seviyemiz hiç o kadar yüksek olmamıştı. Hücumda işler düzeliyordu. CSKA’yı düzenden çıkarmıştık. Ve zor da olsa finale çıktık. Biliyorsun, final maçını gayet rahat bir şekilde kazandık.”
Ricky Rubio, Juan Carlos Navarro, Gianluca Basile, Jaka Lakovic… O kadroyu itmeye, daha doğrusu süre paylaşımına dair Pascual, “Kariyerim boyunca bu tarz konularda tek bir şeye bağlı kaldım: Hak etmek. Eğer bir oyuncum, diğer oyuncularımdan daha iyi olduğunu gösteriyorsa ve bunu istikrarlı bir şekilde yapabiliyorsa o sezon forma onda kalır. İsmi veya yeteneği önemli değil. Oynamak mı istiyorsun? O zaman parkeye çıktığında herkese ne kadar iyi olduğunu göstermek zorundasın. İşte bu, en etkili seçim yöntemim.”
Barcelona’daki ilerleyen yıllarında biraz düşüş biraz istikrarsızlık derken Pascual, 2016’da takımdan kovuldu. 22 Ekim 2016’da ise Panathinaikos ile anlaştı ve art arda iki yıl lig kupasını kazandı.
“Barcelona’daki zamanım dolmuştu. Sürekli olarak bir şeyler değişiyordu fakat bu değişim iyi değil, kötü tarafa doğruydu. Oradan sonra biraz dinlendim. Kitap okudum. Ailemle zaman geçirdim. Sonrasında Panathinaikos ile anlaştım. Oradaki basketbol kültürü muazzamdı. Tutku ve bilgi seviyeleri benzersiz. Taraftarlar için takımlarının başarılı veya başarısız olması önemli değil. Önemli olan, yeşil formalı 12 oyuncuyu orada izlemek.”
İspanya’da Barcelona, Yunanistan’da Atina ve şimdi de Rusya’da Zenit. Bu kariyer yolculuğuna dair 47 yaşındaki antrenör, “Bence birçok insanın kazanmak isteyeceği başarılara sahibim. Geriye dönüp baktığımda kupaları, arkadaşlıkları, kritik galibiyetleri görüyorum ve bütün bunlar beni mutlu ediyor. Şimdiki görevim hem saha içi hem de saha dışıyla alakalı. Zenit’te bir basketbol kültürü yaratmak istiyorum. Buradaki insanları takımlarıyla birlik yapmak istiyorum. Zenit mükemmel bir organizasyon ve geleceğe dair vizyonları umut veriyor. Bir planımız ve tabii ki yedek planlarımız da var. Geriye kalan tek şey, kusursuz bir denklem yaratmak.”
Parkelerden yavaş yavaş uzaklaşmaya doğru yaklaşırken elbette işin teknik kısmına da değiniyoruz. Xavi Pascual, her ne kadar ego yönetimi ve mental gelişime dikkat çekse de işin detaylarının önemini biliyor. “Gittiğim takımlarda belirli bir set planı hazırlarım. Bu set planını varyasyonlara bölerim. ‘Perde çıkışı nerede olacak? Son kat nerede yapılacak?’ gibi. Sonrasında bunları pratikte de görür ve ona göre devam ederim. Bence basketbolun X’ler ve O’lar kısmında en önemli olan şey savunma.”
“İdeal bir savunma sistemini göz önüne alalım. Potayı iyi korumak birinci amacınız. Bu amacınızı gerçekleştirmek için en az dört amacınız daha var: Çizgi dışındaki şutörlerin hem şut hem de dripling açısını kapatmak, closeout’lara tuzak kurmak, baseline’daki topsuz oyunları kontrol edip boş smaç veya turnike pozisyonlarını engellemek ve pick&roll oynandığı anda adam değişim savunmasını mükemmel yapmak. İşte bu dört amacınızı gerçekleştirirseniz ana amacınızı da gerçekleştirmiş olursunuz. Daima agresif olun, daima pres yapın, rakibinizin basketboldan nefret etmesini sağlayın ve sayı yemeyin.”
Xavi Pascual savunmada adam değişmenin önemine değindiği sırada aklıma Draymond Green, Marcus Smart gibi savunma oyuncuları geldi. Malum, her ikisi ve birkaç isim daha adam değişim savunmasında mükemmel işler yapıyorlar. Buradan yola çıkıp NBA’de değişen oyuna dair görüşlerini alıyorum gri tişörtünün üzerindeki küçük beyaz ip parçasını kopartan Pascual’dan: “NBA ile Avrupa basketbolu, her geçen sezon biraz daha benzerlik göstermeye başlıyor. Elbette kalite olarak NBA önde fakat sistemler, analizler ve bunun gibi şeyler biraz daha benzerlik gösteriyor. NBA’deki atletizmi ve tempoyu seviyorum. Pace&space’i seviyorum. Savunmadaki agresif havayı seviyorum, özellikle de play-off sürecindeki atmosfer mükemmel oluyor.”
Bu demeçlerle birlikte parkelerden çıkıyoruz ve onun saha dışı hayatına odaklanıyoruz. Belirli aralıklarla basketbola dair seminer veren Pascual, bu seminerlere dair, “İnsanlara temel şeyleri anlatıyorum. Birkaç seansta ise detay şeyler var. Bu etkinlikler keyifli geçiyor çünkü farklı perspektife sahip birçok insanla bir arada oluyorsunuz. Onlar kadar sizin de düşünce yapınız genişliyor.” diyor ve eğer kendisi o seminerde bir öğrenci olsaydı neler hissedeceğini söylüyor: “Eh, bilmiyorum. Sanırım, ‘Ben neden buradayım?’ diyebilirdim veya tamamen seminere odaklanıp başarılı olmaya çalışırdım.”
Sekiz yıl önce Barcelona’daki kariyerine dair bir kitap yazan Pascual’a gelecekte böyle bir planının olup olmadığını soruyorum. Önce gülüyor, sonra biraz ciddileşiyor, “Tabii ki. Bir dönem gelecek ve kafamı boşaltmam için bir şeyler yazmam gerekecek.” diyor.
Güneş ışıkları iyiden iyiye Pascual’ın salonuna doğru gelirken biz de sonlara doğru yaklaşıyoruz ve onun hobilerini öğreniyorum: “Padel’in ne olduğunu biliyor musun? Tenis gibi bir spor fakat daha dar alanda oynanıyor. Sanırım bir kortun %40’ı kullanılıyor. Boş zaman bulduğumda padel oynuyorum veya tekneyle denize gidip balık tutuyorum. Biraz da modayı ve medyayı takip ediyorum. Bunların dışında kitap okuyorum, televizyon izliyorum.”
Xavi Pascual, 18 yaşından beri takım elbiselerle birlikte parkenin kenarında. Yükselirken daima kendini bilerek yükseldi. Başarıları, her şeyi hesaba katarak kazandı. Savunma sisteminin ve ego yönetiminin püf noktalarını açıkladı. Hatta neredeyse paella tarifi bile verdi.
Peki gelecekte ne var?
“Basketbol, hayata bakış açım. Kazandığım ve kaybettiğim şeyler en büyük motivasyon kaynaklarım. Gelecekte basketbol olduğu sürece daima huzurlu hissedeceğim. Geri kalan şeyler önemli mi? Sanmıyorum.”