Çokluk ve Ortakçılık-Politik Felsefe ve Spinoza' Konulu Konferans
Mersin Üniversitesi (MEÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından, 'Çokluk ve Ortakçılık-Politik Felsefe ve Spinoza" konulu konferans düzenlendi.
Mersin Üniversitesi (MEÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından, 'Çokluk ve Ortakçılık-Politik Felsefe ve Spinoza" konulu konferans düzenlendi. Konferansın konukları felsefe alanındaki yazı ve çevirileriyle tanınan Cengiz Baysoy ile Sinem Özer oldu.
Prof. Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi'nde yapılan konferansta, moderatörlüğünü Felsefe Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Eray Yağanak'ın yaparken, konferansa MEÜ'nün farklı bölümlerinden öğretim elemanları ile Felsefe Bölümü öğrencileri katıldı. Konferans öncesi konuşan Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Çetin Veysal, katılımcılara teşekkür etti.
Günümüz felsefesinde kullanılan 'çokluk' kavramının açımlanması üzerine bir konuşma yapan Yazar ve Çevirmen Cengiz Baysoy, bu kavramın aşkınlık düzlemine karşı içkinlik düzleminden anlaşılabileceğini belirterek, felsefe tarihinde 'halk' kavramıyla karşıtlığını vurguladı. Halk kavramının temsil edici olarak gördüğünü belirttikten sonra, temsil edilemeyen olarak çokluk kavramının halk kavramı karşısında unutuluşa maruz kaldığını belirten Baysoy, "Çokluk, hiçbir yere gönderme yapmayan, kendine gönderme yapan bir kavram iken, 'halk' devlet gibi temsil edici bir güce gönderme yapar" dedi.
'Çokluk' kavramının anlaşılması için 'tekillik' kavramının anlaşılması gerektiğini belirten Baysoy, bu kavrama 17'inci yüzyıl Alman filozofu Leibniz üzerinden şu şekilde açıklama getirdi: "Sonuçta çokluk tekillerin çokluğudur. Eski düşünce, tür-cins ayrımı üzerinden hareket ederek tekil olanı anlayamazken, Leibniz 'monad' düşüncesiyle buna ışık tutmuştur. Monad, kendisinden itibaren anlaşılan, başka bir şeye indirgenemeyen olarak görülebilir. Tekil olarak monad, bütünün parçası veya bütünün açıkladığı bir parça değildir. Bütün parçaya göre açıklanır. Bunun dışında bu yaklaşımın bilinç-bilinçdışı kavramını da devre dışı bıraktığını görürüz Leibniz'de" diye konuştu.
Konuşmasının devamında kamusal alan-özel alan ayrımlarını eleştiren Baysoy, Hannah Arendt'in yapmış olduğu eylem ve üretim ayrımına da eleştiri getirdi. Baysoy, "Arendt düşüncesinde bu kavramlar arsındaki ayrımda, politik olan ya da eylem ön plana çıkarken, üretim daha alt bir kategori olarak görülür. Arendt böyle bir ayrım yaparak aslında eylemin de bir üretim olduğu ve kendine içkin bir üretim olarak eylemin düşünülebileceğini gözden kaçırır" ifadelerini kullandı.
Spinoza ve Hobbes üzerinden bir konuşma yapan Yazar ve Çevirmen Sinem Özer ise felsefe tarihinde gücün kurucu olduğu gerçeğine ilk değinenin bu iki filozof olduğunu belirtti. Özer, Hobbes'un ve Spinoza'nın güç anlayışlarını şu ifadelerle açıkladı: "Hobbes, tek tek bireyler arasındaki ilişkiyi 'herkesin herkese karşı savaşı' olarak görürken, spinozacı düşünce bireylerin ortaklığı veya güçlerin ortaklığı üzerinden hareket etmişti. Hobbes, 'herkesin herkese karşı savaşını devlette sonlandırarak veya devletin kontrolü üzerinden güçlerin denetimini sağlayarak modern egemenlik teorisini geliştirir. Doğa durumundan politik topluma geçişin teorisidir bu. Spinoza güçlerin ortaklığı üzerinden daha farklı bir yaklaşımı öne sürer ve modern egemenlik düşüncesine alternatif bir yaklaşım serer ortaya. Toplumsallık birbirini dışlayan, olumsuzlayan bir güçler ilişkisi üzerinden düşünülmediği için egemenlik oluşturmayan bir politik düşünceye varır."
Hobbes'un doğa durumunun, kapitalist ekonomiye yakınlığını vurgulayan ve politikanın ortaklık üzerinden düşünülmesi gerektiğini kaydeden Özer, güçleri birbiri karşısına koyan Hobbes düşüncesinin kederli duygular üzerinden hareket ettiğini, Spinoza için ise politika neşenin ortaklığının üretilmesi olduğunu dile getirdi. - MERSİN