Haberler

Hukuk Yargılamasına Hakim Olan İlkeler

Av. Uzm. Arb. Ayşen Güzel

Av. Uzm. Arb. Ayşen Güzel

Avukat Uzman Arabulucu / Hukuk Bürosu
17.02.2025 01:18

I. GENEL GİRİŞ

Hukuk sistemimizde yargılamanın kendi içerisinde hukuk yargılaması, ceza yargılaması ve idari yargılama olmak üzere üç ana kola ayrıldığı görülmektedir. Söz konusu ayrım, yargılamanın temeline, hukuk dallarına hakim olan ana kural ve ilkelere, yargılama kollarının kapsamına giren dava türlerine ve uyuşmazlık çeşitliliğine göre yapılan genel bir ayrım olup, hukuk dallarının birbirinden farklılık arz etmesi sebebiyle yapılmaktadır. Açıklamaları somutlaştırmak gerekirse; bir ceza davası ile hukuk davasının mahiyeti, iki farklı kolda yer alan davalarda uygulanması gereken kaideler birbirinden farklı olduğundan her yargılama türünün kendi içerisinde kendine has özellikleri ile uyulması gereken normlar, hatta kendine has özel kanunlar bulunmaktadır. Bu bakımdan hukuk yargılamasının ceza yargılamasından, hukuk ve ceza yargılamasının da idari yargılamadan ayrıldığı ve farklılaştığı noktalar bulunmaktadır. Bu sebeple her yargılama türü yönünden ayrı esasların düzenlenmesi yerinde görülmektedir.

II. HUKUK YARGILAMASINA HAKİM OLAN İLKELER VE DETAYLARI

A. Hukuk Yargılamasına Hakim Olan İlkelerin Yasal Dayanağı

Hukuk yargılamasında uygulanan temel kanun, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'dur. Ceza yargılaması ile idari yargıda ise, kendi özel kanunları uygulama alanı bulmakta ve düzenleme bulunmayan hususlarda mahiyetlerine aykırı düşmediği müddetçe HMK hükümleri uygulanmaktadır. Bu kapsamda ceza yargısında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), idari yargıda ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) uygulama alanı bulmaktadır. Bu sonuca İYUK madde 31 hükmü ve Yargıtay kararları ile ulaşılmaktadır.

B. Hukuk Yargılamasına Hakim Olan İlkeler Nelerdir?

1. Genel Açıklamalar

Hukuk yargılamasına hakim olan ilkelerin HMK'nun 24-33 arası maddelerinde düzenlendiği görülmekte ve söz konusu ilkeler, tasarruf ilkesi, taraflarca getirilme ilkesi, taleple bağlılık ilkesi, hukuki dinlenilme hakkı, aleniyet ilkesi, dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü, usul ekonomisi ilkesi, hakimin davayı aydınlatma yükümlülüğü ile diğer ilke ve esaslar kapsamında yargılamanın hakim tarafından sevk ve idaresi ile hakimin Türk hukukunu re'sen uygulaması gereği şeklindedir.

2. Tasarruf İlkesi

Tasarruf ilkesi, birden fazla uzantıya sahip olan bir ilke olup; bu uzantılardan ilki, hakimin, iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyememesi ve karara bağlayamamasıdır. Farklı açıdan değerlendirme ile kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimsenin kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaması anlamına da gelmektedir. Bu kapsamda tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam etmektedir. Örneğin boşanma davası açıp açmama konusunda takdir ve değerlendirme yetkisi tümüyle taraflarda olup; davacı, açmış olduğu davasından istemesi halinde hüküm kesinleşene kadar her zaman feragat edebilmektedir. Bu husus, doğrudan tasarruf ilkesi ile açıklanmaktadır. Yaşanan geçimsizliğe rağmen eşler, boşanma davası açma konusunda zorlanamamakta ve açılan dava ile karşı dava devam ederken, davalarından feragat yetkisine sahip bulunmaktadır.

3. Taraflarca Getirilme İlkesi

Taraflarca getirilme ilkesi; kanunda öngörülen istisnalar dışında hakim tarafından, iki taraftan birinin söylemediği şeyin veya vakıaların kendiliğinden dikkate alınamaması, onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunulamaması ve kanunla belirtilen durumlar dışında kendiliğinden delil toplanılamaması anlamına gelmektedir. Elbette bu konuda istinai hükümlerin ve farklı kuralların kabul edildiği dava türleri ile durumlar bulunmaktadır. Örneğin iş mahkemelerinin görev alanına giren hizmet tespiti davalarında re'sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu ve mahkemece sıklıkla bordro tanıklarının bildirilmesinin istendiği ve dinlendiği görülmektedir.

4. Taleple Bağlılık İlkesi

Taleple bağlılık ilkesi; hakimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğunu, talep edilenden fazlasına veya başka bir şeye karar veremediğini, ancak duruma göre talep sonucundan daha azına karar verebildiğini ifade etmektedir. Örneğin evlilik birliğinin temelinden sarsılması genel boşanma sebebi ile açılan bir boşanma davasında, hakim tarafından boşanma yerine ayrılığa karar verilebilmekte, ancak ayrılık davasının açıldığı durumlarda tarafların boşanmalarına karar verilmesi mümkün olmamaktadır. Benzer şekilde mahkemece talep edilen nafaka ve/veya tazminat miktarından azına karar verilebilirken, talepten fazlasına ya da nafaka yahut tazminat yerine tarafların malvarlıklarının paylaştırılmasına karar verilememekte; mal paylaşımı veya katılma alacağı yönünden ayrı talepte bulunulması gerekmektedir. Ancak yasal düzenlemede hakimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümlerin saklı olduğu da belirtilmektedir.

5. Hukuki Dinlenilme Hakkı

Hukuki dinlenilme hakkı; hukukumuzda büyük önem arz eden ve yargılamanın anlam ve önemini ortaya koyan geniş nitelikte bir hakkı ifade etmektedir. Zira davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptir. Aslında bu hak, doğrudan yargılamanın doğasında olup, temelini teşkil etmektedir. Başka bir ifadeyle kişilerin, gerek bizzat gerekse vekilleri aracılığıyla kendilerini ifade edebilmeleri, iddialarını, cevaplarını ve delillerini mahkemeye sunabilmeleri ile beyanda bulunabilmeleri, karara karşı yargı yolunun açık olması halinde olağan, aksi halde ve koşulların bulunması halinde olağanüstü kanun yollarına başvurabilmeleri gerekmektedir.

Daha geniş bir anlatımla hukuki dinlenilme hakkı; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini, kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Aslında söz konusu hak, geniş anlam ve öneme sahip olup; yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, kişilerin haklarında açılan davalardan haberdar olmalarını, dava dosyalarını görebilmelerini ve inceleyebilmelerini, dava dilekçelerinin kendilerine tebliğini isteyebilmelerini, davaya cevaplarını sunulabilmelerini, mahkemece tarafların her birine, sözlerine ve açıklamalarına kulak verilmesini, tarafların, müdahillerin ve yargılamanın diğer ilgililerinin dinlenmesini ve dilekçelerinin okunmasını, dava açan iddia sahibi ile karşı tarafın açıklamalarını ve beyanlarını ispat edebilmelerini, delillerini sunabilmelerini, delillerinin toplanılmasını isteyebilmelerini ve mahkemece verilen kararların gerekçeli olmasını kapsamaktadır. Bu doğrultuda hukuki dinlenilme hakkı, silahların eşitliği prensibine de işaret etmekte ve tarafların iddialarını ve cevaplarını sunarak meramını anlatabilmeleri, açıklamalarını aktarabilmeleri, beyan ve delillerinin sunulmasında diğer tarafla aynı veya benzer nitelikte haklara sahip olunması gerekliliğini ifade etmektedir.

Hukuki dinlenilme hakkının diğer uzantısı olan gerekçe yönünden değerlendirme yapıldığında, hukuk sistemimizce gerekçeye özel anlam ve önem atfedildiği, gerekçenin başta Anayasa olmak üzere farklı hukuksal düzenlemelerde yer aldığı ve Anayasanın 141. maddesinin 3. fıkrasında bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılacağının belirtildiği görülmektedir.

Hukuki dinlenilme hakkının, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti madde başlıklı metin ile de doğrudan ilişkili olduğu ve gerçekte adil yargılanma hakkının önemli bir uzantısı olduğu da bilinmelidir. Benzer şekilde hukuki dinlenilme hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde yer alan adil yargılama hakkına da işaret etmektedir. Görüldüğü üzere HMK'nun 27. maddesiyle düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı, aynı zamanda Anayasal düzeyde ve uluslararası metinlerde yerini almaktadır.

6. Aleniyet İlkesi

Aleniyet ilkesi; duruşma ve kararların bildirilmesinde kural olarak aleniyetin hakim olduğu anlamına gelmektedir. Ancak duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına, ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde, ilgilinin talebi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilebilmektedir. Tarafların gizlilik talebi, ön sorunlar hakkındaki hükümler çerçevesinde gizli duruşmada incelenmekte ve karara bağlanmakta ve hakim, bu kararının gerekçelerini, esas hakkındaki kararı ile birlikte açıklayarak, gizli yargılama işlemleri sırasında hazır bulunanları, o yargılamayla ilgili edindikleri bilgileri açıklamamaları hususunda uyarmakta ve 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun gizliliğin ihlaline ilişkin hükmünün uygulanacağını ihtar ederek bu hususu tutanağa geçirmektedir.

Görüldüğü üzere; hukuk yargılamasında genel kural aleniyet ilkesi olup, gizlilik ancak istisnai durumlarda söz konusu olmaktadır. Aleniyet ilkesine, Anayasanın 141. maddesinin 1. fıkrasında da değinildiği ve söz konusu düzenleme içeriğinde, mahkemelerde duruşmaların herkese açık olduğunun ve duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebildiğinin belirtildiği görülmektedir.

7. Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü

Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü, tarafların, dürüstlük kuralına uygun davranmakla yükümlü oldukları anlamına gelmekte olup; taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmak durumundadır. Nasıl ki tarafların hukuki dinlenilme hakları mevcut ise, mahkemeye yapılan açıklamaların da gerçeğe uygun şekilde yapılması ve mahkemelerin yanıltılmaması gerekmektedir.

8. Usul Ekonomisi İlkesi

Usul ekonomisi ilkesi; hakimin, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlü olduğu şeklinde açıklanmaktadır. Usul ekonomisinin birçok karara ve özellikle Yargıtay kararlarına konu olduğu ve kararların gerekçelerinde söz konusu ilke ile ifadeye sıklıkla yer verildiği ve ilkenin, Anayasanın 141. maddesinin son fıkrasıyla, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının, yargının görevi olduğu şeklinde belirtildiği görülmektedir.

9. Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi

Hakimin davayı aydınlatma ödevi; uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda hakimin, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilmesi, soru sorabilmesi ve delil gösterilmesini isteyebilmesi anlamına gelmektedir. Bu kapsamda mahkemeye sunulan dava dilekçesindeki taleplerin anlaşılamaması yahut belirsiz olması halinde, mahkemece taleplerin açıklanması için süre verilmesi ile taleplerin açıklanmasının istenmesi gerekmektedir. Bu husus taleplerin netleştirilmesi, somutlaştırılması ve tereddüte yer vermeyecek şekilde bildirilmesi olarak da açıklanabilir.

10. Diğer İlke ve Esaslar

a. Genel Olarak

Yargılamaya hakim olan temel ilkeler dışında, HMK'nun 32. ve 33. maddelerinde yargılamanın sevk ve idaresi ile Türk hukukunun re'sen uygulanması gerekliliğinin düzenlendiği görülmektedir.

b. Yargılamanın Sevk ve İdaresi

b.1. Yargılama ve Düzeni

HMK'nun 32. maddesinin ilk fıkrasında; yargılamayı, hakimin sevk ve idare edeceği ile yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alacağı belirtilmektedir.

b.2. Dilekçe Hakkında Süre Verilmesi

HMK'nun 32. maddesinin 2. fıkrası kapsamında okunamayan veya uygunsuz yahut ilgisiz olan dilekçenin, ilk haliyle dosyasında kalması suretiyle yeniden düzenlenmesi için taraflara ve ilgililere uygun bir süre verilmesi ile verilen süre içinde yeni bir dilekçenin düzenlenmemesi halinde, tekrar süre verilmeksizin mevcut duruma göre yahut kesin süre verilmesi durumunda, kesin sürenin ihtar edilen sonuçlarına göre karar verilmesi gerekmektedir.

c. Türk Hukukunun Uygulanması

Tasarruf ilkesi uyarınca, taraflarca açılan davada tarafların talep ve istemleriyle bağlı olunmakta, deliller taraflarca sunulmakta ve mahkemece kendiliğinden araştırma yapılamamakta, ancak hakim Türk hukukunu re'sen uygulamakla yükümlü bulunmaktadır.

HMK'nun 33. maddesinin gerekçesi incelendiğinde; yasal düzenlemede yer alan "Türk hukuku" teriminin, kanunların yanı sıra mevzuat ile örf ve adet hukukunu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri de kapsadığının, yabancı hukukun uygulanmasına ilişkin hükümlerin 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunda düzenlendiğinin, madde metninde bu sebeple söz konusu hususlara yer verilmediğinin ve hükmün klasik bir ilkeyi ifade etmesi ile hem usul hukukunu hem de maddi hukuku aynı düzeyde kapsamına aldığının belirtildiği görülmektedir.

LL.M. Av. Uzm. Arb. AYŞEN GÜZEL

title