Sosyal Medyanın Hakemliği ile Narin Cinayeti
Behiye Teymur
Son yıllarda sosyal medyanın gücü, sadece toplumsal ilişkilerimizi değil, hukuki süreçleri de etkiler hale geldi. Türkiye'de 8 yaşındaki Narin Güran'ın Diyarbakır'da vahşice öldürülmesinin ardından yaşanan dava süreci korkutucu bir örnek olarak hafızalarda kalacak.
Burada aile üyelerine yönelik yürütülen kara propagandayı mercek altına alacağım.
Sosyal Medyanın Adaletle Oynadığı Oyun
28 Aralık 2024'te sonuçlanan cinayet davasında, Narinin annesi, amcası ve 18 yaşındaki abisi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak kamuoyu hâlâ katilin kim olduğunu ve cinayetin hangi gerekçelerle işlendiğini bilmiyor.
Narin Güran'ın olayının başına düşmesinden sonra ilk günden beri sosyal medyada ailenin katil olduğu ve cinayetin gerekçesinin, Anadolu kültürüne dayandırılarak bir nevi namus cinayeti olduğuna dair sosyal okumalar yapıldı.
Pedofili, ensest ilişki ve yasak aşk gibi delilsiz ve temelsiz suçlamalar öne sürüldü. Bu karalayıcı kampanyanın öncülüğünü de, kendini avukat, şarkıcı veya gazeteci olarak tanıtan sosyal medya kullanıcıları üstlendi.
Kamuoyu manipüle edilerek toplumun büyük bir kısmı somut deliller olmaksızın aileyi suçlu ilan etti ve mahkemenin kararları bu baskı altında şekillendi.
Toplum, adaletin değil, sosyal medyanın oluşturduğu manipülatif algının peşinden sürüklendi. Bu durum, sadece hukukun üstünlüğü ilkesini zedelemekle kalmadı, adaletin, toplumsal baskıların ve duygusal tepkilerin etkisi altında karar alacağı endişesini de gündeme getirdi.
Narin'in Ailesine Yönelik Kara Propagandanın Arkasında Ne Vardı?
Sosyal medya üzerinden yapılan bu linç kampanyasının arkasında, yalnızca bir cinayet davası değil, daha derin bir ideolojik çatışma yatıyordu. Kimi çevreler, muhafazakâr değerlere sahip aileyi yapısını hedef alarak, bunu kendi ideolojik üstünlüklerini güçlendirmek için bir fırsat olarak gördü.
Toplumu kutuplaştırmak, belirli bir siyasi ve kültürel ajandayı dayatmak için bir araç olarak kullanıldı. Böylece vicdani bir dava, bir toplum mühendisliğine dönüştürülmeye çalışıldı.
Her gün maalesef benzer örneklerine şahit olduğumuz adli vakalar içinden bu olayı takıntı haline getiren çevrelerin kaygıları vicdani ve insani olmaktan çok ideolojik bir zemine dayanıyordu. Bunun öncülüğünü yapan bazı figürlerin muhafazakâr aile değerlerine yönelik öfkesi, aslında derin bir kültürel rekabetin de yansımasıydı.
Geçmişte Anadolu insanı tarafından yaşam biçimleri üzerinden defalarca linç yemiş, itibarı zedelenmiş kişilerin bundan dolayı öfke ve intikam duyguları devreye girdi. Kırsalda kök salmış değerler, seküler yaşam tarzını benimseyen bazı gruplar için "geri kalmışlık" sendromu değil, kendi yaşam biçimlerini tehdit eden bir alternatif olarak görülüyordu. Bu öfkenin temelinde, muhafazakârların seküler yaşam tarzına ve kişiliklerine bir türlü istedikleri düzeyde itibar vermeyen bir toplumda yaşamalarından duydukları rahatsızlık da yatıyordu.
Anadolu insanını temsil eden geleneksel aile yapısını "ahlaki bir çöküş" içinde göstermek ve bu yapı üzerinden toplumsal bir algı operasyonu yapmak amaçlandı.
"Bize ahlaksız diyenlerin kendi ahlaki çöküşlerini görün" mesajı amaçlayarak, muhafazakâr değerlere karşı üstünlük taslama ve bu değerleri itibarsızlaştırma hedefini güttü. Hatta Narin'in o gün Kur'an kursuna gitmesi üzerinden, camiler ve din adamları hedef tahtasına oturtuldu. Olayla hiçbir ilgisi olmayan değerler itibarsızlaştırılıp toplum gözünde potansiyel suçlu imajı yaratma politikası güdüldü. İdeolojik saiklerle yürütülen bu saldırılar, muhafazakâr yaşam tarzını sorgulanır hale getirdi.
Bu Tepkiler Vicdani Değil, Çoğunlukla İdeolojik Kaygılarla Yapılıyor
Oysa minik Narinin trajedisi, yalnızca suçluların cezalandırılması gereken vicdani bir davaydı. Mahkemelerin bağımsızlığı ve adaletin doğru bir şekilde tecelli etmesi için, bu tür manipülasyonların önlenmesi hayati önem taşımaktadır. Bu süreçte sosyal medyanın, sadece bireylerin hayatlarını değil, hukuki süreçleri de nasıl etkilemeye başladığı gerçeğiyle yine yüzleştik. Bu ve geçmişteki benzer olaylarda yapılan 'Adalet İsterük' söylemleri gerçekte bazı kesimlerin kendi ideolojik ajandalarını ilerletmeye çalışmalarından başka bir şey değil.