Azalan Doğurganlık ve Artan Risklere Karşı Aileyi Güçlendirmek
Burcu Kösem
2025 yılı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından "Aile Yılı" olarak ilan edildi ve akabinde belli yaş sınırında olup da yeni evlenecek çiftler ile çocuk sahibi olan ailelere belli miktarlarda kamu destekleri de açıklanmış oldu. Gençleri aile kurmak için cesaretlendiren ve yıllar içerisinde düşmekte olan doğurganlık oranını yeniden tesis etmek açısından önemli olduğuna inandığım destek paketi ve ilave yapılacakları her yönüyle ele almak istedim.
Öncelikle; değişen aile dinamikleri konusunda yapılan saha araştırmaları ve de anketler, aile kurma ve daha fazla çocuk yapma konusundaki birincil etmeni; kişilerin maddi durumu olarak gösterdiğinden, bu kararın isabetli olduğunu söyleyebilirim. Ancak yazılarımda da sıklıkla ifade ettiğim gibi bu tarz kamu desteklerini uygulayan ülkelerdeki doğurganlık hızında ne yazık ki istenilen başarı sağlanamamış durumda.
Özellikle Avrupa'da on yıllarca kamu destekleri doğurganlık oranlarını arttırmak için uygulanmakta ama Avrupa'da doğurganlık azalmaya devam etmektedir. Desteklerle ilgili Dünya çapındaki bazı uygulamalardan spesifik örnekler vermem gerekirse; Çin'in ücretsiz doğurganlık tedavileri, Macaristan'ın büyük vergi muafiyetleri ve nakdi yardımları, Singapur'un ebeveynler hatta büyükanne ve büyükbabalar için bile hibeler teklif etmesi, Danimarkalı bir seyahat şirketinin "Bunu Danimarka İçin Yap" adlı bir reklam kampanyası yürütmesi ve Tokyo Belediye'sinin insanları ebeveyn olmaya teşvik etmek amacıyla personele dört günlük mesai avantajı sağlaması…
Yukarıda saydığım tüm bu teşviklere karşın düşük doğurganlık gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkelerin yani dünyanın önemli bir sorunu olmaya devam etmektedir. Eğer böyle devam ederse BM istatistiklerine göre 2100 yılına kadar, sadece 12 ülkenin (11'i Afrika'da ve küçük Pasifik adası Vanuatu) doğurganlık oranlarının kadın başına 2,1 kritik seviyesinin üzerinde olması bekleniyor. Yüzyılın sonuna kadar, hiçbir ülkenin 2,3'ün üzerinde bir orana sahip olması ise beklenmiyor!
Nüfusun yaşlanması sonucu oluşan bütçe açıklarını kapatmak için daha fazla üretken olunması gerekecek
Doğum oranlarındaki düşüş tuhaf bir şekilde evrensel bir sorundur. Ve ne yazık ki şimdiye kadar hiçbir kıta bu eğilimden etkilenmekten kaçınamadı. Diğer taraftan doğurganlık hızının düşmesi demek ekonomik açıdan da daha fazla bütçe yüküne karşılık, daha fazla emek harcamak anlamına geliyor ki; bu bazı ülkelerde yaşlı bakımı, sağlık hizmetleri ve emekli maaşlarının karşılanamaması anlamına bile gelebilir.
Azalan doğurganlık, uzun vadeli bir sorun olmakla beraber; mevcut görünümde popülist göçmen politikalarıyla tersine ancak ABD'de Trump başta olmak üzere dünyada yükselen aşırı sağın aileyi önceleyen ve cinsiyet eşitliğine daha klasik bir bakış sunan yapısıyla paralel şekilde hizalanmıştır.
Dolayısıyla sorunun çözümü, tek başına kamunun maddi destek sağladığı geleneksel doğum yanlısı politikalarla bir yere kadar halledilebiliyor. Hasebiyle maddi desteklere ek olarak farklı bir bakış açısı geliştirmeye de ihtiyaç var.
Çiftler arasında ilişki ve evlilik oranları da serbest düşüşte!
Doğum oranlarının düşmesi, temel bir evrensel sorun olarak karşımıza çıkıyor çıkmasına da işin temelinde çok daha tehlikeli bir sorun var ki; onun da baş suçlusu teknolojik dönüşüm olabilir.
Yükselen bekarlık trendinin ekonomik, sosyal ve politik pek çok nedeni olabilir. Ancak kökeninde sosyal medya kullanımının insanlara çok fazla coğrafyadan ve hatta kültürden bağımsız seçenekler sunmasının daha önce geleneksel toplumsal normlara göre şekillenmiş evlilik oranını düşürdüğü de teknoloji çağının yeni bir trendi gibi… Dolayısıyla teknolojinin sunduğu bazı imkanlar hasebiyle evlilik oranları serbest düşüşte diyebiliriz.
Ülkemizde bu duruma bir de zorlu boşanma koşullarının katkı verdiği söylenebilir mi?
Ömür boyu nafaka konusu ve hayatlarını ailesine adayan eşlerin mağduriyeti, oldukça önemli bir tartışma konusu. Çünkü kimilerine göre çok ağır maddi ve manevi sonuçlarla bitecek bir evlilik müessesesi, bir tarafı gözeteyim derken evliliğe olan genel iştahı azaltıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Varoluşsal Tehdidi nasıl çok uzun yıllar önce görmüş ve bu konudaki uyarılarını her mecradan yapmışsa, nafaka düzenlemesi konusunda da aynı hassasiyette olduğunu görmekteyiz. Sayın Erdoğan'ın nafaka düzenlemesine ilişkin, "2025'i aile yılı ilan etmiştik. Yıl boyu önemli çalışmalar yapacağımızı ilan etmiştik. Aile hukukunda uygulama kaynaklı sorunlara yönelik birçok tedbiri hayata geçireceğiz. Aile mahkemelerinin kurulu ve yargılama usulünden, boşanma ve nafaka usulüne kadar yeni reformlar yapmayı planlıyoruz." Açıklamaları; nafakanın çocuklar ve dezavantajlı ebeveynlerden yana daha efektif ve gençleri evlenmeye ikna edici biçimde yeniden tasarlanacağı şeklinde okunabilir.
Özetle şunu söylemek isterim ki; kamu sübvansiyonları da nafaka düzenlemeleri de yeni nesli aile kurma konusunda teşvik edecektir. Fakat bu destek ve düzenlemeler tek başına yeterli olmayacaktır. Sürdürülebilir bir nüfus artışı için hepsinden önemlisinin çocuklarımıza ailenin kutsallığını ve tarihi kodlarımızdan gelen toplumsal değerlerimizi aşılamak olduğunu unutmamalıyız. Bu da ancak sözle değil davranış ve tutumlarla gerçekleşebilir… Bilimsel çalışmalar anne karnında başlayan kişilik gelişiminin 4-6 yaş arasında tecrübelerle şekillendiğini gösteriyor. Demek ki; burada aile ve ebeveynlerin davranışsal kalıpları kilit rolde… Dolayısıyla bizler ne denli huzurlu ve adaletli bir aile kurumunun üyeleriysek, çocuklarımız da aile kurmaya o denli istekli olacaklardır!