Beyin yıkama
Dr. Mehmet Yavuz
Daha önceki makalelerimizin birisinde uzaktan zihin kontrolünden bahsetmiştik. Bu haftaki yazımızda ise beyin yıkama üzerinde duracağız. Ama öncesinde biraz fikir aşılama konusuna değinmek istiyorum
Fikir aşılama
Hemen hepimizin, bir takım gayeleri, hedefleri, idealleri ve ilkeleri vardır. Özellikle hayatı yeni anlamaya başlayan veya hayata yeni atılan genç kesimde bu idealler çok daha yoğundur ve her zaman fanatizme yatkındır. Fikir aşılama için en uygun ortamlar, liseler, üniversite kampüsleri, öğrenci kampları ve cezaevleridir. Özellikle henüz bir sorumluluk düzeyi olmayan ve hayatını kazanma derdinde olmayan öğrencilik dönemi, hem fikir heyecanlarının en ateşli olduğu dönemdir hem de idealizm için en uygun yaşlardır. Bulunduğu çevredeki herkesten farklı düşünmek, kendini ispat etmek ve kendi varoluş felsefesini çizdiğini gösterme eğilimi, fikir aşılamasına uygun zemin hazırlar.
Fikir aşılayan kişi ya da kişiler savundukları fikirler veya ideolojiler ile ilgili çok iyi eğitim almışlardır. Savundukları fikirlere, sosyal normları hiçe sayarcasına katı sahiplenici tarzda bağlanmışlardır. Genelde eleştiriye bile tahammül edemezler ve eleştirinin kutsal davalarına saygısızlık olduğunu düşünürler ve hatta gerektiğinde şiddete bile başvurabilirler. Kendileri gibi düşünmeyen insanlar; fikirlerini anlayamayan, kendi değerli davalarını idrakten yoksun, kafası çalışmayan cahil kişilerdir ve onlarla beraber olmak istemezler. Savundukları ideoloji ya da dava, onlar için vazgeçilmezdir, bir yaşam tarzıdır. Hayatlarına anlam veren şey odur. Fikirlerinin eşi benzeri olmadığını, savundukları davanın dünyayı kurtaracak, insanlığa huzur verecek, adaleti sağlayacak bir düşünce sistemi olduğunu sanırlar. Fikirlerini hararetle ve heyecanla her yerde her mekânda ifade etmekten çekinmezler. Özellikle henüz dünya görüşü şekillenmemiş ve bir ideale yönlenmemiş gençler, fikir aşılayan fanatiklerin başlıca hedefleridir. Bu fikir aşılayan bireyleri, arka planda asıl yetiştiren ve eğiten kişiler ise büyük bir çoğunlukla yayılmacı politika izleyen başka ülkelerin ya da sistemlerin ajanlarıdır. Oysa etki altına aldıkları gençler, neye hizmet ettiklerini bilmeden kendilerine aşılanan fikirlere gayet samimi ve çıkarsız bir şekilde bağlanırlar. Daha sonra onlar da birer fikir aşılayıcı konuma geçerek davalarını yaymaya çalışırlar.
Kişinin yetiştiği çevre ve anne-baba etkisi, fikir aşılanmasında rol oynar. Nitekim belli donelere sahip, ailesinden ve çevresinden gelen değerleri iyi özümsemiş gençlere fikir aşılaması yapılamaz. Buna en iyi örnek ise Kore Savaşı'nda esir alınan askerlere, Çinli eğitim subaylarının uyguladıkları fikir aşılama ve beyin yıkama çalışmalarıdır. Kore'de esir düşen Amerikan, İngiliz ve Türk askerlere profesyonel Çinli ideologlar tarafından, tekrar ettirip ezberletme, çeşitli işkencelerle bezdirme, benliğini kırmak için küçük düşürme ve son olarak da günler boyu sorguya çekerek fikir aşılama çalışmaları yapılmıştır. Japonların esirlerine çok kötü muamele yaptıkları bilinirken, Çinliler aksine gayet iyi davranmışlar ve genelde şiddete başvurmamışlardır. Buna karşılık sürekli bir ideoloji transferi üzerinde durmuşlardır. Neticede bu uygulamalar ürünlerini vermiş, Amerikalı esirlerden bir kısmı komünizmi benimsemiştir. Öyle ki bu askerler, ileride serbest kaldıktan sonra uğruna savaştıkları kendi ülkelerini bırakıp Çinliler lehine casusluk dahi yapabilmişlerdir. Bu konuda İngiliz askerler biraz daha dayanıklı çıkmış ve Çinliler ile daha az işbirliğine girmişlerdir. Ancak Çinliler için asıl problem Türk esirler olmuş ve yaklaşık 210 esirden hiçbiri en ufak bir işbirliğine girmemiştir. Türk askerlerin sahip oldukları sağlam inanç değerleri ve her ne olursa olsun emir komuta düzenini bozmamaları, her türlü psikolojik işkenceye dayanmalarına neden olmuş, sonuç olarak Çinlilerin fikir aşılama programları Türkleri hiç etkilememiştir. Eugene Kinkead isimli yazar "Niçin İşbirliği Yaptılar?" adlı Kore Savaşları hakkındaki kitabında Amerikan ve İngiliz esirlerden birçoğunun (toplam esirlerin üçte biri kadarı) Çinlilerin fikir aşılama ve beyin yıkama çalışmaları ile saf değiştirdiklerinden bahsetmektedir. Öyle ki Amerikalı esirlerden 25'i serbest kalınca kendi vatanına dönmek istememiş, 75'i ise memleketlerine dönseler bile sonradan Çinliler lehine casusluk faaliyetlerine girmişlerdir. Aynı yazar Türk esirlerin ise Çinliler açısından adeta baş belası olduklarını ve beyin yıkama işlemlerinin Türk esirlerin hiçbirinde başarıya ulaşmadığını bildirmektedir.
Beyin yıkama
Beyin yıkama işlemi önce kişinin benliğini parçalayıp bölmeyi hedef alır. Bunun için de çok çeşitli psikolojik ya da fiziksel işkence yöntemleri kullanılır. Daha sonra benlikte geriye ne kalmışsa onun üzerinde yeni fikir ve düşünceler inşa edilmeye çalışılır. Ancak beyin yıkama işleminde sanıldığı gibi hafıza tamamıyla silinip yok edilemez. Sadece hafızanın yorumlanış şekli değiştirilir.
Klasik beyin yıkama işlemleri, yıllar süren uzun dönemli bir süreçtir. Beyni yıkanacak kişi, önce aylar süren ağır fiziksel ve psikolojik işkencelere ve baskılara maruz bırakılır. Burada hedef, benliğin parçalanması ve kimliğin reddedilmesidir. Örneğin kişinin elleri arkadan kelepçelenerek günde bir kaç saat uyumasına müsaade edilir hatta bir kaç gün üst üste hiç uyutulmayabilir. Son derece kötü temizlik ve hijyen şartları sağlanır. Yetersiz ve kötü bir beslenmeye tabi tutulur. Bir yandan da sürekli suçlu olduğu telkinleri yapılır ve itirafa zorlanır. Kişinin reddedici tutumu uzadıkça işkenceler de uzar. Bir süre sonra kişi "Acaba gerçekten suçlu muyum ya da yanlış yolda mıyım?" diye kendini sorgulamaya başlar ve reddedici tavrı yumuşar. Böyle olunca işkenceler de gevşer. Bu durum suçluluğunu kabul edip ne var ne yok her şeyi itiraf edinceye kadar devam eder. İşkence edenler ile edilen arasında iletişim ve uyum arttıkça, kişi ödüllendirilerek daha fazla işbirliğine zorlanır. Ortak nokta arttıkça kişinin daha fazla uyumasına ve daha iyi yemekler yemesine imkân sağlanır. Böylece yıllar süren bir çalışmadan sonra gelinen hoşgörü ortamında artık farklı fikirleri ve düşünceleri olan bambaşka biri olup çıkar. Her şeye rağmen, tüm beyin yıkama baskılarına dayanan az sayıda kişi, ya ağır işkencelere dayanamayıp hayata veda eder ya da bir süre sonra beyin yıkayan taraf pes ederek baskı yapmayı bırakır. Ama genelde uzun süreli ağır psikolojik baskılar sonucunda benlik iflas eder ve kendisine yöneltilen suçlamaları kabullenici bir moda girer. Bu noktadan sonra kişiyi işlemek ve nasıl düşünmesi isteniyorsa onu sağlamak kolaylaşır.
Yukarıda anlattığım gibi eskiden yıllar süren beyin yıkama işlemleri, bugün kimyasalların ya da hipnoz uygulamalarının yardımı ile maalesef daha kısa zamanda gerçekleştirilebilmektedir. Kullanılan kimyasallar, halüsinojenler, uyuşturucular ve amfetamin türevleridir. Bu kimyasallar, nöroaminleri taklit ederek beynin düşünme ve çalışma şeklini etkilerler. Çeşitli örgütlerin kullandıkları bu kimyasallar, duygu, düşünce, zekâ, bilinç, uyanıklık, hayal görme, korkuyu yok etme ya da aşırı korku uyandırma gibi özellikleri etkileyen unsurlardır. Örneğin bazı uyuşturucular ile anestezik bir ilaç olan sodyum pentotal gibi maddeler zihin kontrolü ve kimyasal hipnoz amacıyla kullanılmıştır. Uyuşturucular ve halüsinojenler, bilinçaltına gizlenmiş olan motifleri ve imajları ortaya çıkarabilir, algılanmakta olan her şeyin bozulmasına, her türlü düşüncenin değişmesine yol açabilirler.
Halüsinojenlerin hepsi, farklı farklı bilinç hallerine yol açarlar. Bazı halüsinojenler de bir takım alt kültürlerin "Güya gerçeği bulmak, yapay nirvanaya ulaşmak, sahte haz ve zevk ortamları oluşturmak" için kullandıkları maddelerdir. Ben sakıncaları olabilir düşüncesi ile Orta ve Güney Amerika kültürleri tarafından uzun yıllardır kullanılan halüsinojenlerin adlarını tek tek yazmak istemiyorum. Fakat iboga bitkisinin köklerinden çıkarılan bir halüsinojen var ki; bu bitkisel madde, mistik törenlerde "Düşünceyi değiştirmek, gerçekleri saptırmak, farklı boyutları algılamak, doğa ötesi güçlerle temas kurmak" için kullanılmaktadır. Paganist ve Şamanist ritüeller, mistik törenler, kişilerde farklı bilinç halleri oluşturabilirler. Ama bunların mekanizması tam manasıyla bilinmemektedir. Bu bilinç hallerinde düşünce bütünlüğü ve tutarlılık bozularak, bilinç dışı motiflerin etkisine girilebilir. Mistik trans halinde ne yazık ki bilinç öylesine değişir ki, ağrı algısı ve günlük yaşanmakta olan kişilik bile farklılaşabilir; örneğin trans halindeki kişi ağrı duymadan vücuduna şiş batırabilir, ateş üzerinde yürüyebilir ve şaşkınlık uyandıran beceriler gösterebilir. İnsan beyninin oto-hipnotik özellikleri, mistik trans hali ile ve uzun süren inzivayla veya meditasyon ile aktive edilebilir. Nitekim Tibetli rahipler, bu tarz ayinlerle etrafındakileri etkilemeyi başarabilmektedirler. Diğer taraftan bu tarz mistik trans hallerini kimyasalların yardımıyla da oluşturmak mümkündür. Mesela bazı bitkisel ve kimyasal halüsinojenlerle sahte ve yapay bir mistik nirvana sağlanabilir. Bu yöntemle seçilen kişi, sözde mehdi, mesih, ruhani bir lider ya da doğaüstü güçleri olan bir yapıya dönüştürülebilir hatta en önemlisi kişi de buna inandırılabilir. Dolayısıyla söz konusu kimyasallarla beyin yıkaması gerçekleştirilerek,önemli ve özel güçleri olduğuna inandırılan yapay bir lider ortaya çıkarılabilir. Beyin yıkama tekniklerinin belki de en tehlikelisi budur. Çünkü toplum normlarını tehdit ederek bulunduğu ülkede karışıklıklara neden olan fanatik bir lider ve onun peşinden giden binlerce sempatizan türetilmiş olur.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi halüsinojen maddeler, yıllar boyu zihin kontrolü ve beyin yıkama işlemlerinde kullanılmıştır ve belki de hala kullanılmaktadır. Örneğin artık herkes tarafından bilindiği için adını vermekte sakınca görmediğim LSD, uzun ve yıllar süren psikolojik işkencelere ihtiyaç duymadan kişinin benliğini parçalamakta ve beyin yıkama için elverişli hale getirmektedir. Burada kesinlikle etik ve ahlaki bulmadığımız beyin yıkama işlemlerinin nasıl yapıldığına dair fazla detaya girmek istemiyorum. Temennim 21. yüzyıla girdiğimiz bugünlerde böyle ilkel ve vahşi yöntemlerin artık kullanılmamasıdır.