Cinnet ahvalleri ve edebiyata dair
Erinç Büyükaşık
Edebiyat tarihinde toplumsal yapının birey üzerindeki baskısı ve bu baskının bireyde yol açtığı cinnet hali pek çok büyük eserde işlenmiştir. Kafka'nın Dönüşüm, Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar ve Büchner'in Woyzeck eserleri bu temaların derinlemesine ele alındığı başyapıtlardandır. Bu üç eser de, bireyin içinde bulunduğu toplumsal baskı ve yozlaşma karşısında yaşadığı içsel çatışmalar ve bu çatışmaların sonunda kaçınılmaz olarak cinnete sürüklenişini işler.
Kafka'nın Dönüşüm'ü modern dünyada insanın varoluş mücadelesini ve yabancılaşmasını grotesk bir anlatımla sunar. Gregor Samsa'nın bir sabah dev bir böcek olarak uyanması, aslında toplumsal düzenin ve bireyin metalaştırılmasının alegorisidir. Kafka, Samsa'nın fiziksel dönüşümü üzerinden modern dünyanın bireyi yabancılaştıran ve aşağılayan düzenini eleştirir. Kafka, Dönüşüm'de bireyin toplumsal ve ailevi rollerini yerine getiremedikçeVgiderek bir nesneye dönüştüğünü ve sonunda tamamen değersizleştirildiğini gösterir. Gregor'un ailesi ve toplum tarafından dışlanması, Kafka'nın modern kapitalizmin bireyi nasıl nesneleştirdiğini gösteren en çarpıcı sahnelerden biridir. Gregor, bir yandan borçlarını ödeyebilmek için ailesinin çalışmak zorunda olan bir üyesi haline gelirken diğer yandan işini kaybettiğinde tamamen değersiz bir varlığa dönüşür. Kafka, bireyin toplumla ilişkilerinin onu nasıl bir böceğe çevirdiğini grotesk bir biçimde yansıtmayı yeğler kendi yaşam öyküsüyle doğrusal olarak.
Kafka'nın böcekleşme metaforu, sadece bireyin toplumsal dışlanmasını değil, aynı zamanda modern kapitalizmin bireyi makineleştirerek ruhunu ezmesini de temsil eder. Kafka, "Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay." derken, insanın özgürlüğünden korkarak toplumsal kalıplara uyma çabasını eleştirir.
Dostoyevski, Yeraltından Notlar'da, toplumun bireyi nasıl yeraltına itip yabancılaştırdığını ve bu yabancılaşmanın cinnete nasıl yol açtığını derin bir psikolojik analizle sunar. Yeraltı Adamı, toplumsal değerlerle bağını koparmış, kendini dışlanmış ve yalnız hissetmektedir. Bu yalnızlık ve toplumun ikiyüzlülüğü, onun kendisine ve çevresine olan nefretini derinleştirir.
Yeraltı Adamı, toplumla uyumsuzluğunu şu sözlerle ifade eder: "Ben kötü bir insanım... Dışarıda, karşınızda, şu sokaklarda, bu odalarda, bu insanlar arasında bir başıma kaldım." (Yeraltından Notlar). Onun cinneti, topluma uyum sağlayamama ve sürekli aşağılanma duygusunun sonucudur. Yeraltı Adamı'nın kendi ahlaki değerlerine sahip çıkma çabası, onu toplumdan daha da soyutlar ve yeraltına çekilmesine neden olur.
Dostoyevski'nin metinlerinde yer alan karakterler, toplumsal düzenin adaletsizliği ve bireyin çaresizliği karşısında, bir çıkış yolu bulamayıp kendilerini içsel bir cinnet içinde bulurlar. Yeraltından Notlar bu içsel çatışmanın ve bireyin kendi değerlerine bağlı kalarak toplumdan soyutlanmasının klasik örneklerindendir.
Georg Büchner'in Woyzeck karakteri, sınıfsal eşitsizliklerin bireyi nasıl bir cinnet hali içinde yuttuğunu dramatik bir şekilde gösterir. Woyzeck, toplumun alt sınıfında yer alan, sürekli aşağılanan ve sömürülen bir bireydir. Toplumdaki yerinden ve ailesinin beklentilerinden kaçamayarak, içinde biriken çaresizlik ve öfkeyle cinnet geçirir. Woyzeck'in sözleri, içinde bulunduğu çaresizlik durumunu açıkça ortaya koyar: "Bizim gibiler göğe çıksa bile, orada da çalıştırırlar."
Bu ifade, alt sınıf bireylerinin hiçbir zaman gerçek bir özgürlüğe kavuşamayacaklarını, sadece toplumsal düzenin onlara biçtiği rolü oynayacaklarını gösterir. Woyzeck, çaresizliği ve ezilmişliği sonucunda nihayetinde Marie'yi öldürür, bu cinayet bireyin çaresizliği ve aşağılanmasının bir dışavurumu olarak karşımıza çıkar.
Kafka, Dostoyevski ve Büchner'in eserleri, modern toplumun bireyi nasıl ezdiğini ve cinnet eşiğine getirdiğini etkili bir şekilde gözler önüne serer. Gregor Samsa'nın böcekleşmesi, Yeraltı Adamı'nın toplumdan soyutlanması ve Woyzeck'in sınıfsal baskılar karşısında cinnet geçirmesi, bireyin toplumsal yapı içindeki çaresizliğini simgeler. Modern dünya, bireyi sürekli bir kıyaslama, değersizlik ve amaçsızlık döngüsü içine sokarak onu ya bir böceğe dönüştürür ya da yer altına iter.
Söz konusu metinler bireyin içsel çöküşünün ve cinnetinin toplumsal düzenin yozlaşmış doğasından nasıl kaynaklandığını alegorik bir dille anlatırken Kafka, Dostoyevski ve Büchner'in karakterleri, toplumsal beklentiler ve bireysel özgürlük arasındaki çatışmayı en acı ve gerçekçi biçimde gözler önüne seren evrensel figürler kuşkusuz.
Sanatta ve edebiyatta cinnet teması, bireyin toplumsal gerçeklikten kopuşunu ve içsel parçalanmasını derin bir anlatımla ele alır. Bu tema, birçok yazarda, bireyin yalnızlığı, toplumla olan çatışması ve varoluşsal krizleri üzerinden şekillenir. Kafka, Dostoyevski, Camus, Plath, Faulkner ve Demirkubuz gibi sanatçıların yaratımlarında bireyin içsel mücadelesi ve topluma yabancılaşması, cinnetle sonuçlanan dramatik bir süreci temsil eder kuşkusuz. Bireysel görünen bu süreç belirginVbir şekilde de toplumsaldır. Bu bağlamda Sylvia Plath'in Sırça Fanus'u ise toplumsal cinsiyet rolleri ve kadın üzerindeki baskıları ele alarak cinnet temasını işler. Esther Greenwood, toplumun beklentileri karşısında kendi varoluşsal sorunlarıyla yüzleşir ve bu onu cinnetin eşiğine getirir. Faulkner'ın Ses ve Öfke'sinde Quentin Compson, ahlaki değerlerle modern dünyanın baskıları arasındaki çatışmada içsel bir parçalanma yaşar; bu çatışma, varoluşsal krize ve cinnete yol açar.
Tüm bu metinler, bireyin toplumun dayattığı roller ve normlar karşısındaki kırılganlığı ve direnme çabasını yansıtır. Cinnet, bireyin toplumla mücadelesinde yalnızlaşmasını, toplumsal normları sorgulamasını ve içsel parçalanmaya sürüklenmesini simgeler. Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filminde, toplumsal yozlaşmaya ve samimiyetsizliğe karşı bireyin etik bir duruş sergileme çabası, onu yalnızlaştırarak cinnete götürür. Bu anlatım, toplumsal yapının birey üzerinde yarattığı baskılarla derin bir varoluşsal sorgulamaya zemin hazırlar.
Sanat ve edebiyatta cinnet, sadece bireysel bir içsel kriz değil, aynı zamanda toplumsal yapıların bireyi nasıl ezdiğini ve boğduğunu gösteren güçlü bir eleştiridir. Bu eleştiriler, toplumun birey üzerindeki baskılarını, beklentilerini ve bireyin bu beklentilere uyum sağlamaya çalışırken yaşadığı parçalanmayı derinleştirir. Camus'nün Yabancı'sında, Meursault'nun topluma karşı kayıtsızlığı ve cinnet hali, bireyin anlamsızlık karşısındaki mücadelesini gösterirken, toplumsal normlara başkaldırıyı da içerir.
Cinnet, kurmaca için görülüyor ki topluma ve onun kurallarına karşı verilen bir başkaldırı olarak da ele alınabilir. Kuşkusuz bu da yazarın görece toplumun tüm kodlarıyla hesaplaşma arzusundan kaynaklanır bir şekilde. Kafka ve Dostoyevski'de bireyin cinneti, dış dünyaya bir tepki niteliği taşırken Plath ve Faulkner'da toplumsal rollerin birey üzerindeki etkileri daha derin bir psikolojik çözülme üzerinden işlenir. Bu süreç, bireyin toplumsal düzen karşısında ezilen kimliğiyle bağ kurmasını ve nihayetinde kaçınılmaz bir çöküşe sürüklenmesini yansıtır. Bu bağlamda bugünün bir gerçekliği olan cinnet kavramının sinema ve edebiyata yansımaları da bireyin topluma karşı verdiği içsel mücadele, toplumda politik, toplumsal bir gerçekliğe dönüşen çürümeyle daha patolojik bir hâl alır. Bunun sonucunda cinnetin toplumsal görünürlüğü elbette çocuk ve kadın cinayetleri, savaşların küreselleşmesi ve olağanlaşması, yolsuzluk ekonomisi, kamusal delilik hâlleri olarak da karşımıza çıkar.