Haberler

İki kadın iki yazar: virginia woolf ve mine söğüt

Erinç Büyükaşık

Erinç Büyükaşık

Papirüs Programı Sunucu Yazar Editör
14.08.2024 03:09
Virginia Woolf ve Mine Söğüt, iki farklı coğrafyada ve zamanda kaleme aldıkları eserleriyle, kadınların iç dünyasına ve toplumsal baskılara karşı verdikleri mücadeleyi derinlemesine işlerler. Bu iki yazarın ortak noktası, kadınların yalnızca dış dünyayla değil, aynı zamanda kendi içsel dünyalarıyla da verdikleri savaşı dile getirmeleridir. Woolf'un ince, zarif ama bir o kadar da sarsıcı anlatımı, Söğüt'ün keskin, sert ve yer yer fantastik diliyle buluştuğunda, karşımıza kadın kimliğinin derinliklerinde yankılanan güçlü bir ses çıkar.

Virginia Woolf, kadınların hayatlarını yazıya dökerken, onların sahip olması gereken en temel şeyin "kendine ait bir oda" olduğunu vurgular. Bu oda, aslında bir semboldür; kadının düşüncelerini özgürce ifade edebileceği, yaratıcı enerjisini ortaya koyabileceği bir alan. Woolf, bu alanın kadının özgürlüğünün ve bağımsızlığının temeli olduğunu savunur. Ona göre, kadınlar sadece evin dört duvarı arasında sıkışıp kalmamalıdır. Eğitim ve meslek sahibi olmak, bir kadının kendini gerçekleştirmesinin ilk adımlarıdır. Woolf, bu adımları atmanın önemini, kendi hayatı üzerinden de işler; toplumun kadınlara çizdiği sınırların ötesine geçmeye çalışırken kendi içsel dünyasında yaşadığı çalkantıları da dile getirir.

Mine Söğüt ise kadınların içsel dünyalarındaki derin ve karanlık dehlizleri keşfe çıkar. Onun karakterleri, hem toplumsal hem de psikolojik sınırlarla boğuşur. Söğüt, kadınların maruz kaldıkları travmaları, fantastik öğelerle harmanlayarak anlatır. "Beş Sevim Apartmanı"nda, apartmanın her katında bir başka trajedi yaşanır; kadınlar, toplumun onlara dayattığı rollerin altında ezilirken, kendi iç dünyalarında cinlerle, hayaletlerle mücadele eder. Söğüt'ün dili, Woolf'un zarif anlatımının aksine, serttir, yüzeye vuran bir gerçeklik taşır. Kadınların içsel çatışmaları, Söğüt'ün satır aralarında sızan bir acı gibidir; bazen fısıltıyla, bazen çığlıkla dile gelir.

Mine Söğüt, edebiyatın karanlık yüzünü aydınlatmak için cesur adımlar atan bir yazar olarak, toplumsal dışlanmışlığı ve terk edilmişliği merkezine alır. Söğüt'ün karakterleri, topluma ve aileye yabancılaşmış, yalnızlıklarına hapsolmuş bireylerdir. Söğüt, bu karakterlerin içsel çığlıklarını postmodern anlatı teknikleriyle dışa vurur. Onun romanlarında gerçeklik bükülür, zaman ve mekan birbirine karışır; tıpkı Beş Sevim Apartmanı'nda olduğu gibi, terk edilmiş bir apartmanın duvarları içinde kaybolmuş ruhlar gibi.

Söğüt'ün dünyasında, her karakter bir yara taşır. Kırmızı Zaman'da, kimsesizler mezarlığına sığınan kahramanlar, toplumun dışında var olmanın yarattığı derin boşlukları temsil eder. Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979'da ise geçmişin lanetleriyle sarılı karakterler, çıkışsız bir döngünün içine hapsolmuştur. Söğüt, gerçeklik ve kurmaca arasındaki çizgiyi bulanıklaştırarak, okuyucuyu rahatsız edici bir gerçekle yüzleştirir: Terk edilmiş olmanın acısı, sadece bir bireyin değil, bir toplumun karanlık yüzüdür.

Woolf ve Söğüt, kadınların içsel savaşlarını anlatırken onların yaratıcı ve dönüştürücü enerjileri de ortaya koyar. Woolf, kadınların özgürlüğünü ve bağımsızlığını savunurken, aynı zamanda onların yaratıcılığını besleyecek bir alan yaratmanın önemine dikkat çeker. Söğüt ise kadınların iç dünyalarındaki karanlık ve kaotik enerjiyi, fantastik bir dille açığa çıkarır. Her iki yazar da, kadınların içsel dünyalarının ne kadar zengin, karmaşık ve bazen de korkutucu olabileceğini gösterir. Woolf, yazarlığın bir cesaret işi olduğunu söyler; bu cesaret, yalnızca kendi sesini bulma cesaretidir. Ona göre, bir yazarın kalemi, başkalarının beklentilerine boyun eğmeden, özgürlüğün en saf haliyle hareket etmelidir. Woolf, yazarların içsel dünyalarına dalarak, dilin sınırlarını zorlayarak ve hiçbir kural tanımadan yazmaları gerektiğini savunur. "Kırın, dökün, dizginleri bırakın," der Woolf; yazı sanatının kuralları yoktur, sadece içgüdüler vardır.

Virginia Woolf ve Mine Söğüt, kadınların kendilerini bulma süreçlerinde karşılaştıkları zorlukları edebiyat aracılığıyla cesurca dile getirir. Woolf'un ince dokunuşları, Söğüt'ün sert ve çarpıcı anlatımıyla birleştiğinde, ortaya kadının hem içsel hem de dışsal mücadelesini gözler önüne seren güçlü bir edebi yolculuk çıkar. Bu iki yazar, kadınların sadece dış dünyada değil, kendi iç dünyalarında da özgürleşme çabalarını anlatır; bu çabalar, kimi zaman sessiz bir direniş, kimi zaman da patlamaya hazır bir volkan gibi satırlarda yer bulur.

Woolf'un sakin ve düşünceli anlatımı, Söğüt'ün fırtınalı ve sarsıcı diliyle harmanlandığında kadın kimliğinin derinliklerinde yankılanan bir senfoni oluşur. Bu senfoni, kadınların kendilerini bulma, toplumsal normlara karşı durma ve en nihayetinde kendi hikayelerini yazma mücadelelerini dillendirir. İki yazar da, kadınların bu yolculuğunda onlara ışık tutar; bir yanda Woolf'un zarif rehberliği, diğer yanda Söğüt'ün cesur ve kışkırtıcı sesi, kadın kimliğinin keşfinde bize rehberlik eder.

title